YAZARLAR

Dansöz ya da keskin bir bıçak olarak bakış

Meryem, bir Ankara gecekondusunda pavyon şarkıcısı olan annesiyle yaşayan, babasını hiç tanımamış, çelimsiz bedeni ve ateşli kalbiyle hayata tutunmaya çalışan bir çocuktur. Mahallenin ahlaksız bulup dışladığı annesinin şefkatinden mahrum büyürken dansta teselli bulur. Zehrini akıtmak ister gibi sokakta, komşu evlerinde dans ederken bakışın keskin ucuyla karşılaşır: Ayıplayan göz olarak mahalle. Bundan sonraki hayatını belirleyecek olan hep o bakış, o nazardır.

Size de olur mu, bilmem. Ne zaman kafamda bir sorunsal, zihnimde bir yazı konusu olsa, okumak için tesadüfen elimi attığım bir kitapta, konusunu doğru dürüst bilmeden gittiğim bir filmde, bir oyunda o sorunsal veya konuyla illiyet bağı kurabilecek, devamlılık sağlayabilecek, birindeki derde diğerinde derman bulabilecek bir kanal açılıyor. Adeta o kitap, o film, o oyun beni çağırıyor, bir tarafta karşıma çıkan soru, diğer tarafta cevaplansın diye.

Mistik bir tarafım olsa ilahi düzene yoracağım bu eşleşmeyi. Ama onun yerine, her şey birbirine bağlı, incelikli bir denge halinde ve Ben’i inşa eden tercihler, beğeniler, zorunluluklar birbirlerine teyellenerek sorularıma yanıt bulmam için bana yol gösteren ipuçları, patikalar oluşturuyor, diye düşünmeyi tercih ediyorum. Yakın zamanda yine böyle bir şey oldu. Çok sevdiğim, dert ortaklığı ettiğim bir arkadaşımla bir oyuna gitmiş, loş salonda oyunun başlamasını beklerken ailelerimizden, özellikle de annelerimizden, onlarla bitmek bilmez hesaplaşmalarımızdan, ideal anneliğin imkansızlığından fakat anneyle ilişkide karşılıklı anlayış ve serbestiyet tanıma yaklaşımının öneminden bahsediyorduk. Oyun başlar başlamaz karşımıza travmatik bir anne-kız hikayesi çıkmaz mı?

Oyunun adı Dansöz. O kadar etkiledi ki beni, bu haftaki yazımı ona ayırayım, diye düşündüm. Yazı konusunu belirlediğimin ertesi günü yeni bir kitaba başlayayım istedim. O mu olsun, bu mu, diye raflarda oyalanırken elimi attığım otobiyografi, Temiz Aile Çocuğu, yine çok etkileyici bir film olan Zenne’nin yönetmen Caner Alper’in annesiyle hesaplaşmasıyla başlıyordu. Alper’in cinsel yönelimini bir türlü kabullenemeyen ve hayatı onun için zorlaştıran kuralcı annesine duyduğu öfkeyle açılan anlatı, ona duyduğu özlem ve paylaşılamayan hayaller, dertler, sevinçlerin bıraktığı boşlukla kapanıyordu.

Yıllarca aynı şehirde yaşayıp, aynı üniversitede çalışmış olmamıza rağmen ancak üniversiteden uzaklaştırıldıktan sonra yan yana gelebildiğimiz Şamil Yılmaz’ın ilk izlediğim oyunu Kadınlar, Aşklar, Şarkılar’dı. O zaman tanışmıyorduk. Sonra, metniyle, prodüksiyonuyla ve bir oyunculuk gösterisi niteliğindeki sahnelenişiyle zihinlerde yer edecek Apaçi Gızlar’ı izledim. Onu da buraya yazmıştım. Kısa süre sonra Şamil’le tanışma imkanım oldu. Şamil yaşadığı şehirle derinlemesine ilişki kuran, karşınızda otururken kafasından hikayeler geçtiğini neredeyse görebildiğiniz bir insan. Bir akademisyen olmasının da etkisiyle olsa gerek, bir toplumun, şehrin, semtin ve oralarda yaşanan hayatların dönüşümünü olay akışının, diyalogların, dekorun içine ustalıkla yerleştiriyor.

Şamil bahsettiğim iki oyunda da normun dışına düşmüş, bir kısmı ötekileştirilerek kenara itilen, şiddete uğrayan, bir kısmını ise bize haz verdiği sürece hayatımıza dahil ettiğimiz insanları, mekanları, hikayeleri, ikiyüzlü ahlak anlayışımızı, ailenin zehirli, aşkın incitici yönünü anlatıyordu. Dansöz, bu geleneği bozmuyor. Pavyondan gece kulübüne dönüşen bir mekanın, mekanın çalışanlarının hikayelerini anlatırken toplumsal dönüşümlerin, cinsiyet ilişkilerinin, aile kavramının, aşkın, bedenin, tutkunun ve acının hikayesini anlatıyor yine.

Meryem, bir Ankara gecekondusunda pavyon şarkıcısı olan annesiyle yaşayan, babasını hiç tanımamış, çelimsiz bedeni ve ateşli kalbiyle hayata tutunmaya çalışan bir çocuktur. Mahallenin ahlaksız bulup dışladığı annesinin şefkatinden mahrum büyürken dansta teselli bulur. Zehrini akıtmak ister gibi sokakta, komşu evlerinde dans ederken bakışın keskin ucuyla karşılaşır: Ayıplayan göz olarak mahalle. Bundan sonraki hayatını belirleyecek olan hep o bakış, o nazardır.

Annesinin Meryem’in yeteneği ve tutkusunu kazanca dönüştürme hayali, Meryem’i ona annelik edecek Mısırlı Hayfa ile bir araya getirir. Hayfa, dansın yabancı gözün hazzına sunulmuş bir ziyafet değil, Tanrı ile kulu arasındaki bir gizli dil olduğuna inanmaktadır. Hayfa’ya sığınan Meryem için artık ayıplayan göz kapanmıştır. Bundan böyle kendi içine bakacaktır. Sağaltıcı, avutucu bir eylemdir dans. Dans etmemek elinden gelmez Meryem’in.

Hayfa’nın koynundan koparılıp Ankara pavyonlarının rekabetçi atmosferine savrulunca dansın başka amaçlara hizmet edebileceğini idrak eder Meryem. Artık kendisi için dans etmesine izin verilmeyecektir. Arzulu eril bakışa sunmalıdır bedenini. Zamanla Meryem’in sevgi arayışı, güç arayışındaki darbukacı Murat’a yönelir. Murat, mekan sahibi İhsan ve annesi bazen şiddet kullanarak Meryem’i, dansın bir sanat değil, bir erotik çağrı olduğu pavyon atmosferine çekmeye çalışırlar. Gösterilenin değil, gizlenenin, kendine saklananın daha kıymetli olduğuna inanan Meryem için bir tür ölümdür bu. Israra, dayağa, ikna çabalarına teslim olup bakışa hitap eder şekilde gönülsüzce ve küskünlükle dans etmeye başlar. Ama bu direnişle eş anlamlı bir teslimiyettir. Zayıf olanın muktedir karşısındaki gücüdür. Kahır, sitem ve meydan okumadır.

Bakışa sunulmasını, onlarca bıçak ucu gibi bedenine, ruhuna batan gözü hazmedemez Meryem. Hikaye cinnet ile sonlanır. Onu bir sermaye gibi gören, inadını kırmak için her yolu deneyen patronu İhsan’la; erki, itibar ve özgüven arayışını aşktan, bağlılıktan ve merhametten üstün tutan, aslında yaygın bir erkeklik modelini temsil eden sevgilisi Murat’la; ona baktıklarında arzu uyandıran bir kadın bedeninden başka bir şey görmeyen pavyon çalışanlarıyla bir bıçağın ucunda parlayan öfkesi aracılığıyla hesaplaşır. Hesaplaşma sırası annesine geldiğindeyse, başta bahsettiğim aşk ve nefret ilişkisi kendini gösterir. Korku yerine bir pişmanlık belirtisi, bir sevgi kırıntısı arar Meryem annesinin bakışında. Bulamaz.

Dramaturjisini Ozan Utku Akgün’ün yaptığı, tek kişilik oyun Dansöz’de Sezen Keser, tiyatronun tüm bedeni bir enstrüman gibi kullanmayı gerektiren yönünü bize hatırlatan unutulmaz bir oyun çıkarıyor. Meryem’in hikayesini anlatırken değil, Meryem’in kendisi olurken, aynı zamanda ustalıklı biçimde dans ediyor. Dansöz, sadece doğuştan yenik, bakışlarla yaralı bir genç kadının hikayesini değil, eril şiddeti, dünyanın, memleketin, şehrin, eğlence kültürünün ve dansözlük mesleğinin nasıl dönüştüğünü, yozlaştığını da anlatıyor. Tabii, kırılganlığın değerini; tutkun olduğunuz, sizi hayata bağlayan şeyi sizden koparıp almaya çalışan muktedirin karşısında solarken, kanarken ve yenilirken bile ondan daha güçlü olduğunuzu da...

Dansöz gösterim programı:

13.11.2019 Çarşamba / 20:30

Kadıköy Theatron Yeldeğirmeni / İstanbul

16.11.2019 Cumartesi / 20:00

Nilüfer Sahnesi / Bursa

22.11.2019 Cuma / 20:30

Kadıköy Theatron Yeldeğirmeni / İstanbul

29.11.2019 Cuma / 20:30

Kadıköy Theatron Yeldeğirmeni / İstanbul


Funda Şenol Kimdir?

Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.