Önce hemen başlığımı açıklayayım, yazmaya başlamadan… Daldan dala, çünkü dört buçuk ay sonra, 15 gün içinde dört kere dışarı çıktım. Civarda oturan iki sınıf arkadaşıma gittim, hatta karşı yakaya geçip İstanbul Modern üyeliğimi yeniledim. Bu arada kaçırdığım Lütfi Özkök sergisini de gezme fırsatı buldum. Son olarak da Osmanlıca hocam Uğur’un peşine düşüp kitapçı dolaştım. Aslında bu da ‘daldan dala’ya benzemesin. Aralarında taş çatlasın 350 metre olan iki kitapçıya gittim. Biri YKY’nin Göztepe’deki kitapçısı, biri de az berideki Gergedan. Başlıktaki raflar da bu kitapçıların rafları. Bir de kitaplarımın eve gelince yerleştiği raflar…

Bu arada, alfabesini bile unutmuşumdur diye telaşlandığım Osmanlıca’yı da pekâlâ hatırladığım anlaşıldı. Gerçi artık ömür boyu bir daha hatırlatılmasına gerek kalmayacak kadar çok duyduğum bazı lafları yeniden duydum ama, olacak o kadar. “Hayır, o ‘s’ değil ‘ha’. Ha’nın ucu sağa doğru sivrilir, se’ninki ise daha yuvarlaktır” gibi meselâ. Mim’den ayrı kalınca h’yla karıştırmaktan da vazgeçmişim, şükür. (YKY’deki kursta öğrenmeye henüz başladığım sıralar bir harfi okuyamadığımda Yücel hocam, “Sevin hanım okuyamıyorsa Mim’dir” derdi.) Kıymetli Divan Edebiyatı’mın ezbere bildiğim gazellerini, şarkılarını da gayet iyi hatırlıyorum. Eski Türkçe’yi henüz çevrilmemiş polisiyeleri okumak için öğrenmek isteme iddiam da düpedüz bahaneymiş demek. Belli ki, derdim Divan şiiriyle…

Kitaplara gelince, gönderme nezaketi gösteren yayınevlerine artık ev adresimi veriyorum. Bu arada, hem gelmiş, hem alınmış çift kitaplara da rastlıyoruz. Şu son birkaç günde ise tam bir YKY yüklemesi yaptım. Önce Derya bana kitap yollamış. Sonra ben Göztepe’deki kitapçı dükkânından aldım, “Emily’ye Bir Gül”ü görünce dayanamadım. Çok çevirmenli bir hikâye seçkisiydi. En çok da Bilge Karasu ile Ülkü Tamer çevirmiş. Kitaba adını veren ve Necla Aytür ile Ünal Aytür çevirisi hikâye, harikulade.

Gotiğin ta kendisi. Kitabı yayına hazırlayan Güven Turan’a özenli çalışması için teşekkürlerimizi sunarız (Onun da çevirisi var).

Evde bir Faulkner eksikliği hissediliyor. Olanlar, eski baskılar. Rasih Güran çevirisiyle 1965 tarihli bir Remzi Kitabevi baskısı, meselâ. Nedense Faulkner deyince gözümün önüne hep o gelir. Yirmili yaşlarımın başında beni hayli korkuttuğu için olsa gerek. Ne de olsa bilinç akışı tecrübemiz kıttı o sıralar. Bir de, bu iyi çeviriye rağmen, Faulkner’ların orijinallerini tercih etmişim ondan sonra. Telafi yoluna girdik neyse ki. Acaba YKY’de Abşalom, Abşalom kalmış mıdır? Onu pek severdim.

Ama belki de yazının başlığı “Faulkner’lı bir Hafta” olmalıydı. Her ne kadar uzun süredir yapmak istediğim bir şeyi yapıp, bir hırsızın kurbanı olarak 5 cilde düşen Kayıp Zamanın İzinde’ye yepyeni bir 7 ciltlik takımla (zaten ne vakittir baştan sona okumak istiyordum) bir ‘yeniden doğma’ yaşatmış olsam da, haftanın kahramanı, William Faulkner. Bu arada az önce baktım: 1965 baskısı “Ses ve Öfke” duruyor ama diğer kitaplar uçmuş. Tek kitap… tahminleri alıyoruz: Evet, “Emily’ye bir Gül”ün ilk YKY baskısı. Tevekelli okuduğum hikâyeler çok aşina gelmişti…

Faulkner’ın beklediğim, daha elime geçmeyen kitabı, ilk kez 1949’da yayınlanmış olan hikâye seçkisi “Knight’s Gambit. Six Mystery Stories”in çevirisi “İki Hamlede Zafer”. Çevirmenler Talât Sait Halman ve Ünal Aytür. Yapı Kredi Yayınları bu kısa öykü derlemesini ilk defa Türkçeye kazandırıyor. Kitabın editörü ise Darmin Hadzibegoviç. “İki Hamlede Zafer”in en büyük özelliği ise, yazarın kurmaca mekânı Yoknapatawpha’da geçmesi ve merkezinde de laf ebesi Savcı Gavin Stevens’ın yer alması. Tanıtımda, “Stevens’ın yanından ayrılmayan, olayları onun bilinci aracılığıyla izlediğimiz yeniyetmelik çağındaki yeğeni Charles bu öykülerde okura eşlik eder” denmiş. Hayırlısı! “İki Hamlede Zafer”i bir yazı ve bir radyo programına konu etmeyi planlıyorum.
O henüz gelmedi ama bunca ay sonraki ilk kitapçı seferim gene de başarılı bence…