İzlenimlerle yaşıyoruz, olup bitenler iz bırakıyor yüzeyimizde. İzlediğimiz, illüzyon gösterisidir; şapkadan çıkacak tavşanları bekliyoruz. Oysa Paul Klee izlenimle yetinmememizi, kulak verirsek yüreğimizin bizi derine sürükleyeceğini söylüyor: “Hızla çarpan yüreğimiz bizi aşağıya, derine, kaynakların tümüne doğru sürükler.” Yüreğinizin ritmine kendinizi kaptırmaya hazır mısınız? Derinlere, yaşamın kaynağına sürüklenmeye? Her saniye depremler oluyor bedenlerimizde. Çoğumuz fark etmese de yürek atışlarıyla tepeden tırnağa sarsılıyoruz. Her saniye yaşamın nabız atışlarıyla yüzeydeki sahte izlenimler, illüzyon gösterileri, kumdan kaleler yıkılıyor. Her seferinde yaşamın o hiçbir kalıba sığmayan yaratıcı kudretini duyumsuyoruz. Ve her seferinde dünyayı yeniden kurabilme gücünü ele geçiriyoruz. Ama biz yüreğimizi dinlemek yerine, şapkadan çıkaracakları tavşanları merak ediyoruz. Ve yüzeyin alacalı bulacalı renk cümbüşü içinde dağılıp gidiyor her şey. Oysa tenimizin derinlerinde bize yol gösterecek çok sağlam bir ritim var, yaşamın ritmi. Kıymetini bilmiyoruz.

***

Kıymetini bilmediğimiz içindir başımıza gelenler; yüreğimizin ritmine kulak vermediğimiz için köleleştirildik. Aynada bakışımızla her karşılaştığımızda yerimizden sıçrıyor, buz kesiliyoruz; bakışlar yalan söylemez çünkü. Yüzeysel yaşantıların kenarlarına süsler çizerek kendinizi kandırdığınızı bakışlarınız durmadan size hatırlatıyor. Bakışlarımız nabız atışları gibi, zonkluyor; gözlerimizi, bakışlarımızdan sürekli kaçırıyoruz. Ama olmuyor, ne yaparsak yapalım, sonunda bakışlarımıza yakalanıyoruz. En iyisi, bakıştan kurtulmak. Edgar Allan Poe’nun ‘Gammaz Yürek’ ya da ‘Geveze Yürek’ olarak Türkçeye çevrilen öyküsünün kahramanı sırf gözünden, bakışından rahatsız olduğu için öldürmüştü yaşlı adamı: “Ne zaman baksa kanım buz keserdi.” Yaşlı adamın cesedini parçalayıp döşemenin altına gömer, ama adamın kalbi giderek yükselen vuruşlarla atmaya devam eder. Hiçbir şey bastıramaz kalbin sesini ve dayanamaz, sonunda cinayetini itiraf etmek zorunda kalır: “‘Alçaklar’ diye bağırdım, ‘Daha fazla numara yapmayın! –Döşemeleri kaldırın! Burada! Burada! – Bu onun lanet kalbinin sesi!” Bu sizin zonklayan lanet bakışınızdır, öldürememişsiniz demek ki.

***

Kim bilir kaç ceset gömülü döşemelerin altında? Kim bilir kaç yürek döşemelerin altında atmaya devam ediyor? Yüreğimizin ritmine tahammül edemediğimiz için öldürdük bakışımızı ve suskunlaştık. Despot, iktidarını susturulmuş yüreklerle kurmuyor mu? Kendi bakışlarına, yüreğinin ritmine tahammül edemeyenler, despotun bakışlarına boyun eğenlerdir. Lacan’ın anlatısında, özne ile nesne arasında geçen o çatışmalı, karşılıklı bakışma süreci, nesnenin özneye boyun eğmesi ve imge perdesi üzerinde evcil bir imgeye dönüşmesiyle sona eriyordu ve sanat tarihi yeryüzünün evcil imgelere dönüştürülmesinin tarihidir. Despot da resmi tarihin öznesi; despota boyun eğdikçe evcilleştik ve sonunda resmi tarihin perdesi üzerindeki evcil imgelere evrildik. Daha fazla numara yapmayın! Kaldırın döşemeyi; altında yatan, öldürmek istediğiniz bakışınızdır. Başaramamışsınız, sesi hâlâ rahatsız ediyor sizi. Yürek sesleri, acılarla bastırılsa da yaşamın kaynağında fokurdayan, gelmekte olanın sevinçli ritmidir; görünmez devrimlerin nabız atışlarıyla sarsılıyor tenlerimiz.

***

Yürek her attığında devrim olur bedenimizde. Bir âna kaç devrim sığdırdığınız, nabız atışlarınıza bağlı. Aristoteles’e göre ân, kendi içinde zamanın sürekliliğinden başka bir şey değildir; geçmiş ve geleceği hem birleştiren hem bölen saf bir sınır. Bu paradoksal niteliğiyle ân, zamanı sonsuzca böldüğü için daima başkadır, ötekidir; öte yandan geçmişi ve geleceği birleştirdiği ve zamanın sürekliliğini garanti altına aldığı için de hep aynı kalan bir şey. Yürek atışları da öyle; her atış başkadır, aynı zamanda yaşamın sürekliliğinin garantisi; yaşamın kaynağına bir ânda ulaşacağımız bir geçit. Bu geçit sayesinde sonsuzluk çizgisel zaman ve mekân deneyiminin içine sızmakta ve hayatı bir daha eski hâline gelmeyecek biçimde değiştirebilmektedir. Ân, içine sığdırdığınız yürek atışları kadar devrimler içeriyor. Daha fazla numara yapmayalım, kaldıralım yerden bakışlarımızı ve krala bakalım!