Başbakan Boris Kemal parlamentoyu askıya alıp memleket turuna çıkınca Brexit tartışmalarından biraz olsun kurtulduk. Siyaset müptelaları BBC Parliament dışında bir şey izlemez olmuşlardı. Muhafazakâr eğilimli Spectator dergisinde Isabel Hardman Boris ile Corbyn’in ‘aslında’ birbirleriyle ortak yanları olduğunu yazmış. İkisi de ‘establishment’ a karşı yani siyasi elitlere ve varolan siyasi yapıya, yani ‘kurulu düzene’ karşıymışlar! Bunları Corbyn için söylediğinizde sorun yok ama Boris? Boris bu siyasi elit ve statükonun ete kemiğe bürünmüş hali.

İsminden başlayın: Alexander Boris de Pfeffel Johnson. Bu size sıradan bir halk çocuğunun ismi gibi geliyorsa sorun yok. Hali vakti yerinde bir İngiliz ailesinin büyük oğlu olması da sorun değil. Manhattan’da doğup sonra İngiltere’deki ‘aile çiftliğine yerleşmeleri de anlaşılır. Boris evlenince Kensington’a yerleşmiş yazık. Eton Kolejinde okumuş, Oxford da Klasik İngiliz Edebiyatı eğitimi almış. Mezuniyetten itibaren de bilumum muhafazakar yayın organlarında ‘işsiz’ kalmamış. Bir de Osmanlı eğitim bakanı Ali Kemal’in büyük torunu. Bakan linç edilmiş ama o kadar kusur kadı kızında da olur. Bu kısa biyografide nasıl da kendinizi gördünüz değil mi? Sizi gidi Türk soylular(ı) sizi...

Parlamentodaki topografik tesadüfü bir kenara bırakırsak Boris ile Corbyn’i yanyana getiren hiç bir şey yok. Öğretmen annesi ve mühendis babası İspanya İç Savaşı sırasında cumhuriyetçileri desteklemek amacıyla yapılan bir toplantıda tanışıp sevgili olmuşlar. Corbyn sendikalarda memurluk yapmış, bir ara Kuzey Londra Politeknik Okuluna, yani şimdiki Londra Metropol Üniversitesi’ne kayıt olmuş ama devam edememiş. 70 yaşına merdiven dayamış Corbyn hayatının tamamında barış eylemleri yapmış ve demokratik sosyalizm için mücadele etmiş. 1983’te ilk kez seçildiği Islington milletevekilliğini neredeyse ülke genelindeki en yüksek oy farkıyla kazanmış ve kesintisiz bir şekilde yürütmüş.

Corbyn, madencilerin, işçilerin ve grevcilerin yanında duruşuyla ne İşçi Partisi’nin liberalleri ne de muhafazakâr liberallerin sevgisine nail olamamış, Filistin’in kendi kaderini tayin hakkı taraftarı duruşuyla da bir kesim Yahudilerin tepkisini çekmiş. Son iki yıldır süren ‘anti-semitizm’ maskeli karalama kampanyası da daha ziyade buradan besleniyor.

Ancak Corbyn düşmanlığı aslında sosyalizm ve hatta demokrasi düşmanlığı hatlarında ilerliyor ve bunun içinde kendi partisinin sağ kanadı da var. 2015’te İşçi Partisi lideri seçilirken rakiplerini ezip geçen Corbyn defalarca partili milletvekillerince istifaya zorlandı. Ancak sendikaların desteğini hiç kaybetmedi. Tepkiler üzerine 2016 Temmuz’unda yenilenen liderlik seçimlerinde oylarını daha da artırarak güven tazeledi.
2017’de gelen Theresa May’in baskın genel seçiminde kamuoyu yoklamaları -ya da sofistike karalama kampanyaları diye de okuyabilirsiniz- yüzde 20’leri gösterirken Corbyn yüzde 40’ın üzerinde oy alarak İşçi Partisi tarihinin en yüksek oy artışını sağladı. Seçim kampanyası ‘Bir kaç kişi için değil, herkes için (iktidar)’ sloganıyla yürütülmüştü.

Parlamentoda Boris’in manevraları işleri sarpa sardırınca erken genel seçim ve ara hükümet gündeme gelince, sağdan ve ortadan ve daha sağdan çeşitli siyasetçiler ve BBC’den Guardian’a, Mirror’dan Daily Telegraf’a dört koldan ‘Corbyn başbakan olmaz, yaramaz’ kampanyası yeniden hız kazandı. Nedenini karşı çıkanların çamur atma yarışına girenlerin hepsi biliyor: Şu an İngiltere siyasetinde insanların güvenebileceği ve sahtekarlık yapmamış tek kişi Corbyn.
Sendikalar zaten destekliyor, üç kuruş maaşlarıyla Londra’da daire paylaşan ve gizli gizli gıda bankalarının yolunu takip eden ama yine de kendini ‘orta sınıf’ sananlar da uyanırsa bir sonraki seçim yine Corbyn’in seçimi olacak.

İyi haftalar ve bol şanslar.