Ne zaman başımız sıkışsa gökyüzüne bakardık. Biz yetişkinlerin sorunu. Çocukların göğe bakma durakları yoktur; dur durak bilmezler.

Öylesine yeryüzüne gömülmüşler ki göğe bakarak kaybedecekleri zamanları yoktur. Hayallerini gökyüzünden devşirmek yerine, yeryüzündeki şeylerin arasına yerleşirler ve hep birlikte gerçekleştirirler hayallerini. Hayalleri gerçek olduğunda evin düzeni bozulmuştur. Mevcut düzeni bozmadan yeni bir düzen yaratılamayacağını hatırlatırlar bize. Dokundukları gerçeği, yani yerin çamurunu, bir oyun hamuru gibi, hayal ettikleri biçime sokabilirler.

Adeta maddenin içkin kuvvetleri gibidirler; hareket eden, kendi kendini biçimlendiren maddenin. Mesela yeryüzünün çamurundan sofralar kurabilir ve sizi sofralarına davet edebilirler. Ama biz yetişkinler göğe bakmayı tercih ederiz, ulvi amaçlarımız var; Platon’un gökyüzüne yerleştirdiği ideaları devşirmek gibi.

Yeryüzünü bir karmaşa olarak deneyimleyenler, gökyüzünden devşirdikleri hayallerle yeryüzünü biçime sokmaya çabaladılar bunca zamandır. Yeryüzünün çamuruyla oyunlar oynadıklarını unuttular; oyunlarıyla düzenleri bozduklarını, düzenler kurduklarını. Oysa çocukların gerçeği ve hayali çamurdur. Yeryüzünün çamurundan dünyayı yeniden yaratabilirler, kudretlidirler.

Van Gogh ‘Yıldızlı Gecesi’ni, kapatıldığı akıl hastanesinin odasında yapmıştı. Joan Miro, İkinci Dünya Savaşı’na Paris’te yakalanmıştı. Kaçmış, küçük bir kasabaya sığınmıştı. Aslında sığındığı, kendi yarattığı gökyüzüydü; 23 parçadan oluşan, ‘Takım Yıldızları’ adını verdiği resimler.

“İnsanlar ara vermeksizin, onları koruyacak bir şemsiye imal ederler, bunun alt yüzüne bir gökkubbe çizer ve uzlaşımlarını, görüşlerini buraya yazarlar” (Deleuze, Felsefe Nedir? YKY). Bizler de yeryüzünden kaçmak istediğimizde gökyüzüne sığınıyoruz; binlerce yıldan beri basmakalıp düşüncelerle donatılmış, kozmoz denilen şemsiyenin altına. Sonra altına sığındığımız şemsiye bizim hapishanemiz oluyor, boğuluyoruz.

Allahtan yardımımıza sanatçılar ya da şairler yetişiyor. Tuhaf bir hayat bizimkisi. “Şair, sanatçı, şemsiyede bir gedik peydahlar, hatta, özgür ve esintili bir parçaçık kaosu içeri alabilmek için, ani bir ışık içinde gedikten beliriveren bir görü... uğruna gökkubbeyi bile yırtar” (Deleuze). Ve boğucu kozmozun içinde kaosun esintileri dolaşmaya başladığında özgürlüğü duyumsarız.

19. yüzyılda iktidar, altına sığındığımız gökkubbenin kaostan korunmak için yeterli olmadığına karar verdiğinde gökkubbenin altına bir şemsiye daha yerleştirdi: Çan eğrisinin şemsiyesi. Çan eğrisi, ortalama insanın sığınağıdır. Biyo-iktidarın icat ettiği bu şemsiye nüfusu biçimlendirmek için tasarlanmıştır. Normlara uymuyorsanız, şemsiyenin altına giremezsiniz. “Norm, standart çan eğrisinin kapsamına giren nüfusun çoğunluğunu saptar. Çan eğrisi, norm tiranlığının bir sembolü haline gelmiştir” (Sakatlık Çalışmaları, KÜY). Kim anormal olmak ister ki? Çoğunluk, kendi rızasıyla çan eğrisinin altında toplandığında toplumsal beden norma boyun eğmiş, tiran keyiflenmiştir.

Tiranlık zamanlarıydı; bizler göğe bakma duraklarında gökyüzüne bakardık. O sırada yeryüzü her zamanki gibi delice akardı. Sahillere deli dalgalar vururdu; dalgaları duyumsamazdık bile. Sahillere ölü çocuklar vururdu; bizler inadına göğe bakardık. Kurtarıcılarımız göklerden gelecekti; kaostan kurtulacak, göksel cennete yerleşecektik. Hep geldiler ve biz hep öldük. Biz göğe baktıkça sahillere vuran ölü çocuklar çoğalıyor.

Norm tiranlığında çocuklar ölü doğuyor. Şemsiyelerin altına sığındıkça henüz doğmamış çocuklarımızı öldürüyoruz. İçimizdeki çocuk, yeryüzünün çamurundan sofralar kuracak, hayallerini yeryüzüyle birlikte yeryüzünde gerçekleştirecek çocuk, şimdi sahilde ölü yatıyor. Yeryüzüne bakalım artık! Yeryüzünün çamuruyla birlikte deli gibi akalım. Yeryüzü cenneti ayaklarımızın altından akıyor. İçimizdeki deli çocuk göğe baksa bile, basmakalıp düşünceleri değil, tıpkı yeryüzündeki gibi durmadan akan, capcanlı bir ortam görebiliyor.

Van Gogh’un ‘Yıldızlı Gecesi’ndeki gökyüzünün yeryüzünden farkı var mı? Her ikisi de akışı duyumsatıyor. Deli çocuk, evrenin akışlarından, kaosun sularından kendi dünyasını yaratmasını biliyor.