YAZARLAR

Çocuk da susmasın, sen de susma!

Çocuk susuyorsa, sorun bizdedir. Bugüne kadar, o çocuğa öğretilenlerdedir. Gösterilen tavırlarda, onu sevme biçimlerindedir. Sessiz, sakin, uyumlu olmaya yapılan övgülerdedir. “Aman ağzımızın tadı kaçmasın.” diyerek, tüm düğümleri yutmalardadır. Gözleri, kulakları kapatmalardadır.

Normal bir insansanız, bir kişiye, olaya, duruma, kurum ya da kuruluşa çok kızdığınızda, içinizde fırtınalar kopması da normal. Bu fırtınalar, yanaklarda kızarma, kulaklarda alev, gözlerde ateş, ellerde titreme, nefeste tıkanma şeklinde belirtilere sebep olabilir.

Sesinizin hiç tanımadığınız (tiz ve gür) tonlarını, kalbinizin daha önce hiç duymadığınız gümbürtülerini keşfedersiniz. Bağırırsınız. İmkânınız varsa, delirirsiniz. Yerinizde duramaz, kendinizi tutamazsınız. Dişlerinizi biraz daha sıkarsanız, kafanızın tepesinden diş çıkarmayı bile başarabilirsiniz. Neden olmasın?

Böyle durumlarda, mutlaka etrafta “sakin” biri olur ve ifadesiz (belki hafifçe kınayan) gözlerle bakarak, “Şşş, sakin ol!” der size.

Sakin ol!

Öfkeli birine verilebilecek ne kadar mantıklı, ne kadar yararlı bir tavsiye. Hiç aklınıza gelmemişti bu değil mi? Tabii ya, sakin olmak lazım.

Hemen olursunuz. Sakin olmanız söylendiği an, içinizde kaynayan sular hemen soğur, gözlerinizdeki ateş hemen söner. Bu kadar kolaydır çünkü.

Sakin olmak, çocukken büyük bir “erdem”miş gibi öğretildiği için, yıllar yılı, sakin insanları içten içe kıskandığımı düşünerek yaşadım. Bir türlü sakin olamamanın verdiği ezikliğin üstüne, bir de kıskanç olduğumu düşünmenin verdiği derin mutsuzluk eklendi yani.

Sakinler ve sakinlik sevdalıları, beni her zaman sakince bunalıma soktu.

Sakin olmak, çocukken öğretilen, hayatta kalma kurallarından biri. Çocuklara verilen gereksiz komutlar sıralamasında her zaman, en üstlerde yer alır. Çocuk yahu! Sakin olma ihtimali var mı? Enerji, mutluluk, sevgi patlaması yaşayan bir insan, sakin olabilir mi?

Koşan bir çocuğa “Dikkatli ol!” demek ne kadar anlamlıysa, coşan bir çocuğa “Sakin ol!” demek de o kadar anlamlı. Yine de bıkmadan, usanmadan söylenir. Çocuğun beynine iyice kazınana kadar. Ya sessiz, sakin ve düzgün çocuk olup çok sevilecek ya da uyumsuz, problem ve kötü çocuk olup “Bu da başımızın belası.” cümlesinin öznesinde (hareketli hareketli) yer alacak.

Biz büyüdükçe, öfkeyle kalkanın zararla oturduğunu, keskin sirkenin küpüne çok fena zarar verdiğini ve sakin olmamız gereken zamanları güzelce öğreniyoruz. Her dakika, her şeye (annemin deyimiyle) “buharlanma”nın pek de iyi bir şey olmadığını.

Peki çocuklar bu ayrımı nasıl yapacak? Bugüne kadar, herhangi bir çocuğa “Sakin Olunması ve Olunmaması Gereken Durumlar” diye bir seminer verildiğine rastlamadım hiç. Sessizliğin ve sakinliğin bu kadar alkışlandığı bir ortamda, bazen hiç sakin olmamak gerektiği akıllarına gelir mi çocukların? Bu konu öğretiliyor mu?

Bir çocuk, cinsel istismara uğradığında ne yapar mesela? Ortalığı yıkar mı? Bağırıp çağırır mı? Büyüklerine haber verir mi? Onlardan bu güveni almış mıdır daha önce? Yoksa onu istismar edenin tehditlerinin üzerine, yıllardır tüm hücrelerine enjekte edilmiş “sessiz ve sakin olma”, “problem çıkarmama” baskısı mı eklenir?

Gittikçe çirkinleşerek artan cinsel istismar vakaları sebebiyle, sosyal medya, normal medya ve sokaklar “Çocuk susar, sen susma!” diye bağırıyor bu aralar.

Cinsel istismara sessiz kalmamak, bu konunun takipçisi olmak, iliği kuruyana kadar savaşmak, o manyaklar ceza alana kadar konuşmak, tepki göstermek gerekiyor çünkü. Kabullenmemek, gereken her yere ve herkese baskı yapmak, gündemde tutmak gerekiyor. Susmak, devam etmesine hizmet etmek demek.

Bu sloganın “sen susma” bölümüyle hiçbir problemim yok. Susmayalım tabii. Kimse susmasın.

Peki “çocuk susar” mı gerçekten? Niye susar? Biz öyle öğretmediysek niye sussun? Niye bu kabullenmeyle başlıyor savaş? Niye çocuğun susması normal kabul ediliyor? Niye?

Sen ona öğretirsen, güven verirsen, cesaretlendirirsen, çocuk susmaz. Kızmayacağından, ayıplamayacağından, yargılamayacağından, görmezden gelmeyeceğinden, korkutmayacağından, şiddet göstermeyeceğinden emin olursa, susmaz.

Çocuk, ona inanılacağına, saygı duyulacağına, yardım edileceğine inanırsa, susmaz. Yalnız kalmayacağını, her koşulda sevgi göreceğini hissederse, susmaz. Kendini değerli hisseden çocuk susmaz. Suçlanmayacağını düşünen çocuk susmaz.

Çocuk susuyorsa, sorun bizdedir. Bugüne kadar, o çocuğa öğretilenlerdedir. Gösterilen tavırlarda, onu sevme biçimlerindedir. Sessiz, sakin, uyumlu olmaya yapılan övgülerdedir. “Aman ağzımızın tadı kaçmasın.” diyerek, tüm düğümleri yutmalardadır. Gözleri, kulakları kapatmalardadır.

Kimse çocuğun sesi olmaya çalışmasın. Onun sesi var zaten. Çıkarmayı bilmiyor ya da çıkarmaktan korkuyorsa, önce oradan başlamak lazım. Susmasını kabul etmek yerine, çocuğa bağırmayı öğretmek lazım.

“Çocuk susar, sen susma!” demek hiç olmuyor yani. Çocuk da susmasın, sen de susma!


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.