08 Mayıs 2024 Çarşamba
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Cinayet olarak savaş ya da eğitmen olarak hayat

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Bugün Barış Pınarı harekâtında Türkiye’nin karşı karşıya geldiği esas kuvvetin ABD olduğunu anlamayan kaldı mı? PYD-PKK burada bir piyon ancak devletleştirilmek istenen bir piyon. Ortadoğu ve Kafkasya’nın batı emperyalizmi tarafından denetlenmesi işinde ikinci İsrail olarak işlev görecek bir piyon. Bu terör devleti projesinin kökleri çok uzun zaman öncesine dayanmakla birlikte, esas olarak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ciddiyet ve aciliyet kazandı. ABD emperyalizmi ile Türkiye’nin nesnel çıkarları arasındaki çelişme 1990’ların başlarından bu yana tempolu biçimde yükseliyordu. Geldiğimiz noktada, oldukça keskin bir hal almış durumda ve bunun iç siyasal dengelere yansımaması imkânsız.

Görece istikrarın olduğu, bir başka deyişle çelişmelerin bütün toplumsal kesimlerin bilincini etkileyecek bir keskinlik kazanmadığı arkada kalan dönemlerde, batı sisteminin açık veya örtülü savunusu göze batmayabiliyordu. Şimdilerde ise PKK, HDP ve FETÖ’nün ağız birliği halinde Türk ordusuna saldırdığı koşullarda, barış söylemlerinin Atatürkçülük, milliyetçilik, sosyal demokrasi vb. gibi örtüler altında gizlenme şansı kalmadı.

Barış Pınarı harekâtının başlaması üzerine, bazı çevreler utangaç HDP ittifaklarını sürdürebilmek için, Atatürk’e sığınma taktiği izlediler. Bunlara göre, Atatürk, zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir demiş. Türkiye sınır ötesi operasyon yapmamalıymış. Çünkü Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan manzara, hükümetin geçmiş hatalarının bir sonucuymuş. Şimdi o hataları Mehmetçiğin ödemesi yanlışmış.

Yanlış siyasal mevzilenmenin, solculuğu antiemperyalist özünden koparıp liberalize etmenin sonucu, bu denli acınacak hallere düşmek oluyor. Atatürk’ün yılları savaşlarda geçti. Bu savaşlar, onun hatalı kararları sonucu çıkmış savaşlar değildi. Ama yine de fiili duruma uygun bir tavır aldı. Trablusgarp’a gizlice geçtiğinde, İtalya’nın saldırısından kendisini sorumlu tuttuğu için mi yapmıştı bunu? Ya da Birinci Dünya Savaşı’nda görev alır veya Kurtuluş Savaşı’nın başına geçerken “kim yaptıysa önce hesap versin, ne işimiz var orada” diye düşünmeliydi herhalde.
ABD ile Türkiye arasındaki nesnel çıkarların esastan çeliştiğinin herkes tarafından görülmeye başlandığı şu süreçte, TSK’nın harekâtı için “zorunlu değil” diyebilmek, Atatürk maskesi altına gizlenemez. ABD, PKK’ya seksen bin tır silah ve mühimmat verdi. PKK sınır ötemizde devletleşiyor. ABD ile komşu oluyoruz. Ama Atatürk maskesi takan bozguncu tayfaya göre, savaş bir cinayet. Referans da Atatürk!

Bu şaşkınların bir kısmını hayat eğitecek. Fikir diye ileri sürdükleri saçmalıkların hayat karşısında bir değeri olmadığını yaşayarak gördükleri ölçüde, gerçeklerle savaşamayacaklarını anlayacaklar. Değişen koşullar, şaşkın bilinçleri değiştirecek. Solda CHP, Birleşik Kamu İş ve ADD gibi örgütlerin, sağda İyi Parti’nin tabanında ciddi bir antiemperyalist birikim var. Bu kitleleri, gerçeklik zemininden kopartılıp iğdiş edilmiş, içi boşaltılmış bir Atatürk veya milliyetçilik söylemiyle, batıcı-liberal kampta uzun süre havuzlamanın giderek zorlaşacağı bir döneme girdik.
Şüphesiz bu süreç, bir kısım örgütlerin de “gerçekçilik”, “muhaliflik” vb. adına batı işbirlikçiliğinde gitgide daha kararlı bir hale gelmeleriyle sonuçlanacak. Kurtuluş Savaşı döneminin zararlı cemiyetleri gibi davranmakta kararlı hale gelen hem sağ hem sol cenahta bazı yapıların ortaya çıkması kaçınılmaz. Ancak bu çizgiyi Atatürk’ün sözlerinden makaslamalarla, bağlamından koparılmış teorik açıklamalarla, muhafazakâr ya da milliyetçi demagojilerle pazarlama şansları giderek daralıyor.

Hükümetin hatalarını eleştirmek, onu vatan savaşında daha tutarlı ve istikrarlı bir mücadele yönlendirmek, bugün kitleselleşme şansı olan yegâne geçerli muhalefet tarzıdır. Oysa maskeli muhalifler, bırakın kitle desteğini, hızla zemin kaybedecekleri bir konumdan konuşuyorlar. Türkiye milli güvenliği bakımından zorunlu bir “savaş” yürütmeye başladı. Bu bir Türk-Amerikan savaşı. Daha geniş bir cephede Atlantik ile Avrasya’nın kapıştığı bir dönüm noktası. Bu gerçeği okuyamayan ama iyi niyetini koruyanları hayatın kendisi hızlı bir şekilde eğitecek. Değişen maddi koşulların bilinçleri dönüştürmekte ne denli etkili olduğunu yaşayarak göreceğiz.