19 Nisan 2019 11:34

Cezası onanan Barış Akademisyeni Üstel ders verdi: Dayanışma

Mahkumiyet kararı onanan barış bildiri imzacılarından Prof. Dr. Füsun Üstel, “Mahkûm Vatandaşın Peşinde” başlıklı bir ders verdi. 

Füsun Üstel | Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel

Paylaş

Eylem NAZLIER
İstanbul

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi (istinaf) tarafından mahkumiyet kararı onanan barış bildiri imzacılarından Prof. Dr. Füsun Üstel, İstanbul Tabip Odasında “Mahkûm Vatandaşın Peşinde” başlıklı bir ders verdi. 

Üstel’in dersine, HDP İstanbul milletvekilleri Hüda Kaya, Saruhan Oluç, Züleyha Gülüm, Garo Paylan, HDP Muş Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, CHP İstanbul milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve İbrahim Kaboğlu, HDK Eş Sözcüsü Onur Hamzaoğlu, ihraç edilen birçok akademisyen ve öğrencileri katıldı. 

“DEVLETİN İSTEDİĞİ MAKBUL VATANDAŞ”

Saat 12.30’da İstanbul Tabip Odasındaki dersinde konuşan Üstel, 2000’li yıllarda yazdığı “Makbul Vatandaşın Peşinde” kitabından esinlenerek dersin adını da “Mahkûm Vatandaşın Peşinde” koyduğunu söyledi. Üstel, konuşmasına, “Bu dayanışma benim için çok önemli. Dayanışmayla hepimiz daha çok büyüyeceğiz” diyerek başladı ve şöyle devam etti: Makbul Vatandaşın Peşinde 2000’lerde yazdığım kitabıma bir gönderme. Bu nedenle bu başlığı buldum. Devletin istediği makbul vatandaşı nasıl istediği ve inşa ettiğini anlatacağım. Meşrutiyet Dönemi ve cumhuriyetin ilanından bugüne kadar bütün kitaplar ve öğretmenler aracılığıyla yurttaş olmaya çalışıyoruz. Bu kitaplar gerçekliğin bütünlüğünü anlatmaya kafi değil. Ama en azından devlet ne istiyor diye birtakım ipuçları veriyor. İkinci meşrutiyete baktığımızda modern bir kamusal alan inşa etme çabası bir aktör... Bu dönem dolayısıyla çok önemli. Kamusal yaşama değen her noktada yeni kanunlar ya da yönetmelikler çıkartılıyor. İkinci Meşrutiyet Dönemi’nde Osmanlıcı ideoloji çerçevesinde içselleştirilme dönemi ve en önemli şeylerden biri de ilk defa iştirak fikrinin ortaya çıkması. Bu kitapları incelerken İkinci Meşrutiyet’i iki noktaya ayırdım.”

"BİZ VE ÖTEKİLER AYRIMINI GÖRÜYORUZ"

Üstel, bu dönemde bireylerin etnik kökenlerinden bağımsız olarak siyasi özne yaratıldığına dikkat çekti. Üstel şöyle devam etti: “En temel özelliği akılla aydınlanmış birey. Bütün doğru ve yanlış davranışlar akılla temellendiriliyor. Seküler bir egemenlik anlayışı var. 1908 ve 1912’ye baktığımızda daha sözleşme temelli ulus anlayışı var. 1912 ve 1913 çok kritik bir dönem. Arkadan vurulmuşluk duygusunu ve intikamcı milletçiliği 1915’ten yayımlanan kitaplarda ‘biz ve ötekiler’ ayrımını görüyoruz. Biz aslında giderek bir ırk birliğiyiz. Dolayısıyla anayasal vatandaşlığın dışında bir köken vatandaşlığı başlıyor. 1927’den sonra yayımlanan kitaplarda tekrar o ‘biz’ kavramını içerden bir daha güçlendirilmesi söz konusu. Çünkü ortak bir kimlik vurgusu oluşturulmaya çalışılıyor. Bunun vurgusu da Türklüktü. Artık Türkler adeta bir genetik topluluk olarak tanımlanıyor.”

"1985 SONRASI..."

1985 sonrasını anlatan Üstel, bu dönemde de kitaplarda ’80 ruhunun yansımasını gördüğünü söyledi. “Burada vatandaşlığın makbulü Türk ve Müslüman” diyen Üstel dersine şöyle devam etti: “Artık organik bir ulus anlayış var. Vatandaşlık tutumu açısından baktığımızda artık bir sivil vatandaşlık mümkün değil. Devletle özne arasına mesafe koymayan, kendini devlet gibi gören bir militan vatandaşlık anlayışı doğuyordu. ’80 sonrası bütün müfredat kitaplarının tehlike içinde tanımlandığını görüyoruz. Vatandaşların sürekli teyakkuzda olmaları anlatılıyor.” 

1990’lı yıllara gelindiğinde artık dilin değiştiğini anlatan Üstel, “Sürekli olarak bireylerin ve kurumların aldanabilirliğinden söz ediliyor. Vatandaşlarını cepheyle örgütleyen, birbirlerine karşı sürekli teyakkuz halinde bekleyen bir hal söz konusu oldu. Sistemle, devletle açıklanmayan, bireylerin üstüne atan ‘Siz sorumlusunuz’ diyen bir anlayış var. Devletten kaynaklanan ve içselleştirilmesi gereken bir makbul vatandaşlık anlayışı var. Sürekli devletin bekasına çakılacak özellikler gibi” dedi. 

Mahkemenin hakkında verdiği ceza için konuşan Üstel son olarak şöyle konuştu: “Mahkemelerde HAGİB (Hükmün açıklanmasının geri bırakılması) dışında kişilik özellikleri yazıldı. ‘Pişman olmayan kişiliği, tekrar suç işleyebileceği’ gibi... Benim için de bu yazıldı. Mahkumiyet daha gerçekleşmedi. Bu fikri de üstümüze almamamız lazım.”

KABOĞLU: BU SÜREÇ BİTMEDİ

Üstel’in bu konuşmaları büyük alkış aldı. Konuşmasına son veren Üstel, KHK ile ihraç edilmiş, Anayasa Profesörü ve CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu’yu kürsüye davet etti. Kürsüye çıkan Kaboğlu, sonuna kadar bilgi paylaşımına devam edeceklerini söyleyerek Anayasa Mahkemesi sürecine dikkat çekti:  “Kesinlikle özgürlükten alıkonulmayı ve hapsedilmeyi ağzımıza almamalıyız. Biz onu hak etmiyoruz. Çünkü suç işlemedik. Başından beri bu bir kurgudur. Bu gerçekten Anayasa’mızda yeri olmayan bir durum. Ben Anayasa Mahkemesi sürecini önemsiyorum. Böyle bir infaza gidilmemesi gerekiyor. Anayasa Mahkemesi buna sessiz kalmayacaktır. Tedbir kararı alması beklenir. Burada sonuna kadar bu yolları kullanmamız gerekir. Bu süreç bitmedi. Sonuna kadar özgürlük ve bilgi paylaşımı diyelim.”

“BARIŞ TALEBİMİZ, ‘TERÖR PROPAGANDASI’ OLARAK TARİF EDİLİYOR”

Dersin açılışında Barış İçin Akademisyenleri adına Elif Ege ve Aslı Takanay, akademisyen yargılamalarıyla ilgili sürecin anlatıldığı basın açıklamasını okudu. Elif Ege, son sürece ilişkin şunları söyledi: Bu Suça Ortak Olmayacağız metnine imza veren 2 bin 212 akademisyenden 691’i hakkında dava açıldı, yeni davalar da açılıyor. 18’i İstanbul olmak üzere, yaklaşık 40 ayrı ağır ceza mahkemesinde yargılanıyoruz. Bu zamana dek, 194 günlük Çağlayan mesaisinde 1646 duruşmaya tanıklık ettik. Her hafta en az iki, çoğu zaman dört gün bulunduğumuz mahkeme salonlarında saymakla bitmeyecek türlü keyfi ve hukuksuz uygulamalarla karşılaşıyoruz. Barış talebimizi ve hukuk dışı uygulamalara eleştirimizi içeren bir metin, ne yazık ki, bu ülkenin hukuk sisteminde “terör propagandası” olarak tarif ediliyor. Tek bir iddianameyle 691 akademisyen yargılanıyor ve mahkemeler de birbirinden oldukça farklı cezalar veriyor. 

“BARIŞ İSTEYEN AKADEMİSYENLERİN YERİ CEZAEVİ DEĞİL, ÜNİVERSİTEDİR”

Takanay da şunları aktardı: İddianame aynı, mütalaa aynı, ek bir bilgi ve belge yokken ve her duruşmada delil toplamaya yönelik taleplerimiz reddedilirken böylesi hukuk dışı ve keyfi uygulamalar neden? Bu soruyu soruyoruz, sormaya da devam edeceğiz. Çünkü, bugün itibariyle 184 arkadaşımızın davası tamamlandı. 148 arkadaşımızın 15 ay hapis cezası hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla ertelendi. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulanmayan 3 arkadaşımıza verilen 15 ay hapis cezası ve bir arkadaşımıza verilen 18 ay hapis cezası ertelendi. 32 arkadaşımız, 15 ay ile 36 ay arası değişen cezalar aldı.  Kimileri hükmün açıklanmasını reddettiği için, kimileri ise iki yılın üzerinde ceza aldığı için hapse girme riskiyle karşı karşıya. Bu ceza kararına yapılan itirazlardan şimdiye kadar Füsun Üstel Hocamızın kararı kesinleşti ve ne yazık ki Füsun Hocamız yakında hapse girecek. Bunu engelleyemedik. Bu yaşam hakkının kutsallığı çerçevesinde vatandaşlık haklarının kullanımı ve barış talebini toplum olarak etkince koruyamadığımız anlamına geliyor. Tüm bu soğuk ve korkutucu rakamlar, bu ülkede savunduğumuz yaşam hakkına vurulan saldırıların su yüzüne vuran yansımalarıdır. Bugün dayanışmamız bu yansımaların görünmez kılınmasına, normalleştirilmesine karşı bir duruştur. Barış İçin Akademisyenlerin yanında durmak yaşam hakkının, toplumsal barışın, kamu yararının yanında durmaktır. Bugün burada olmamızın temel gerekçesi de bu; yani, barışı, ölümü değil, yaşamı, yaşatmayı savunan, barış talep etmekte ısrarcı olan, “Barış talep etmek suç değildir” diyen başta Füsun Hocamız olmak üzere tüm dostlarımızla dayanışmak. Çünkü Barış İsteyen Akademisyenlerin yeri cezaevi değil, üniversitedir.”

ÖNCEKİ HABER

Niğde’de hızla yayılan hastalığın nedeni günlerdir bulunamadı

SONRAKİ HABER

"Kıdem tazminatı hakkımız için 1 Mayıs alanında buluşalım"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...