Bugün bir yaptırım daha başlıyor

Trump Pazartesi imzayı basıyor, Türkiye’ye karşı bu kez de “askeri yaptırımlar” başlıyor. Tweet’le duyurulan ‘Papaz yaptırımı’ doları tetikledi TL’yi vurdu...

Bugün bir yaptırım daha başlıyor

Trump Pazartesi imzayı basıyor, Türkiye’ye karşı bu kez de “askeri yaptırımlar” başlıyor. Tweet’le duyurulan ‘Papaz yaptırımı’ doları tetikledi TL’yi vurdu. ‘İran yaptırımı’ iş yapanları, şirket ve kurumları vuracak. Asıl baş ağrıtacak ise muhtemelen askeri yaptırımlar olacak; neleri vuracağı az çok belli, fakat nereye uzayacağını bugünden kestirmek zor. ABD gazetesinden yol ayrımında olduğumuzu öğrendik…

ABD, Rusya ve Suriye üçgeninde Türkiye kendini büyük bir cendereye soktu. Geç ya da yanlış yapılan her hamlede biraz daha sıkışıyoruz. Girilen kurt kapanından kayıpsız çıkma umudumuz da her geçen gün azalıyor, zorlaşıyor. Bu yazı yaklaşan yeni fırtına ile olası riskleri analiz ediyor.

TRUMP PAZARTESİ ABD SAVUNMA BÜTÇESİNİ ONAYLIYOR

ABD Başkanı Trump, Pazartesi günü NY Jefferson County’deki Fort Drum askeri üssünde düzenlenecek bir törenle 716 milyar dolarlık 2019 yılı savunma bütçesini onaylayacak. Bu imza ile birlikte, Türkiye’ye karşı S-400 alımı dolayısıyla öngörülen geçici askeri ambargo da fiilen başlayacak.

Bilindiği üzere, geçtiğimiz günlerde Amerikan Kongresinin iki kanadını oluşturan Temsilciler Meclisi ve Senato’da alınan kararlar uyarınca; Pentagon 3 ay içinde ABD Kongresine, “S-400 hava-füze savunma sisteminin NATO faaliyetleri ile F-35 uçaklarına ve Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılmasının ABD endüstrisi ile Programın seyrine olası etkileri” konusunda kapsamlı bir rapor sunacak. Trump’ın imzasıyla başlayacak askeri ambargonun müteakip süreçteki akıbeti de bilahare netleşecek.

Peki, F-35 uçaklarından F-16’larda kullanılan mühimmatlara, Chinook ağır nakliye helikopterlerinden, Black Hawk genel maksat ve Cobra saldırı helikopterlerine kadar yaygın bir silah ve silah sistemleri ağını kapsayan söz konusu ambargonun Türkiye için bir kıymeti harbiyesi var mı? Varsa etkisi ne olur?

Kuşkusuz, var ve etkisinin de büyük olacağı muhakkak. Ancak, düne kadar kimsenin ismini cismini bilmediği Pastör Andrew Brunson olayını ve sembolik yaptırımların etkilerini gözlemledikten sonra askeri yaptırım etkisinin seyri ve mertebesi konusunda bugünden kesin bir şey söylemek kehanet olur. Bununla birlikte, Türk savunma sanayiinin mevcut altyapısının neredeyse tamamen batılı sistemler ve batılı kuruluşlarla ilişkiler üzerine oturduğu kimsenin meçhulü değildir. Dahası, Türkiye’nin ateş gücünü oluşturan ana silah sistemlerine yönelik mevcut silah arsenali de büyük çoğunlukla Amerikan menşeili silah ve silah sistemlerinden oluşmaktadır.

Sözgelimi, “yerlici ve millici” Türkiye, yıllık dalgalanmalardan arınmış 5 yıllık dönemler itibariyle;

  • 2010-2014 yıllarını kapsayan 5 yıllık dönemde dünyanın en büyük 7. silah alıcısı,
  • 2011-2015 yıllarını kapsayan 5 yıllık dönemde dünyanın 6. büyük silah alıcısı,
  • 2012-2016 yıllarını kapsayan 5 yıllık dönemde de yine dünyanın 6. büyük silah alıcısı,

olmuştu. Dahası, son 10 yıl içinde ithal ettiği silah sistemlerinin yaklaşık %60’ını da sözde en büyük düşmanı ABD’den almıştı!

Nitekim, Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) verilerine göre, aşağıdaki tabloda da görüldüğü üzere, siyasi söylemler ve gazete manşetlerinde Amerika’yı en büyük düşman belleyen “yerlici ve millici” Türkiye, 2012-2016 yıllarını kapsayan 5 yıllık dönemde, dünya genelinde 100’den fazla ülkeye silah satışı gerçekleştiren ABD’nin, iki Arap ülkesi Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinden sonra, yeryüzündeki üçüncü büyük silah müşterisi olmuştu!

DÜNYANIN EN BÜYÜK SİLAH SATICILARI VE İLK 3 MÜŞTERİLERİ (2012-2016)

Bugün bir yaptırım daha başlıyor - Resim : 1

Söz konusu dönemde, ithal ettiğimiz silah sistemlerinin %63’ünü de, yine bir süre önce Münbiç’te sözde “Osmanlı tokadı” atmaya soyunduğumuz ABD’den almıştık! Kaypak müttefikimiz, 40 yıl önce ne idiyse, dün de, bugün de o; bir günde ya da bir yılda düşman olmadı. Acaba bir yıl, 3 yıl ya da beş yıl önce, bu tablolar oluşturulurken, bugün ABD düşmanlığında yarışan cengaverlerimiz Mars’ta mı yaşıyordu?

Anılan sıralamalar teslimatlar bazında olduğundan kesin olup lamı cimi yoktur. Bu itibarla da, Türkiye 2017 yılında önceki 100 F-35 uçağı siparişini 116’ya çıkarmış olmasına ve yine üstüne ABD ile 3 milyar dolarlık da genel maksat helikopteri alım anlaşmasına yol vermiş olmasına karşın, son yılda büyük bir teslimat gerçekleşmediğinden yüklü teslimatı olan birkaç ülke ön sıraya geçmiştir. Buna rağmen, 2013-2017 yıllarını kapsayan son 5 yıllık dönem itibariyle de Türkiye, aşağıdaki SIPRI grafiğinde de görüldüğü üzere, halihazırda ABD’nin hala dünyadaki 7. büyük silah müşterisi konumundadır.

ABD’NİN EN BÜYÜK SİLAH MÜŞTERİLERİ

Bugün bir yaptırım daha başlıyor - Resim : 2

Hasılı, şimdilik geçici de olsa, ABD’nin Türkiye’ye uygulayacağı silah ambargosu gerek silah arsenali ve gerekse savunma sanayi üretimi üzerinde olumsuz etkiler yaratacaktır. Örneğin, AK Parti’nin 24 Haziran seçim beyannamesinde, Pakistan ile 30 Atak helikopteri satışı konusunda anlaşma imzalandığı bilgisine yer verilmiş, keza geçen hafta da aynı konu ilgililerce iç siyasete yönelik popülist bir dille “1,5 milyar dolarlık bedelle tek kalemde gerçekleşen en büyük savunma sanayi ihracatı” olarak açıklanmıştır.

Oysa, yurtdışına satış yapma düşüncesiyle İtalya’ya lisans bedeli ödenen atak helikopterlerinde ABD yapımı çift türboşaft motor kullanıldığından satış için ABD’den ihraç lisansı alınması gerekmektedir. Pakistan, teröre destek veren ülkeler listesine girdiğinden, ABD’den ihraç lisansı alınamaması bir yana, Pazartesi günü başlayacak ambargo dolayısıyla Türkiye belirsiz bir süre kendi üretimi için bile motor alamayacak ve ambargonun uzaması durumunda da atak projesinde üretim ya motorsuz sürdürülmek ya da durdurulmak zorunda kalınabilecektir! Bu kadar kısa zaman dilimi içinde yaşanan böylesine tutarsızlık şayet bir öngörüsüzlükse, bu kabul edilemeyeceği gibi, palavracılıksa da hiç kabul edilemez.

F-35 / S-400 AÇMAZI

Geçtiğimiz Haziran ayında kamuoyunda teslimat töreni diye nitelenen, gerçekte her ülkenin ilk uçağının çıkışında yapılan geleneksel bir tanıtım töreni (rollout ceremony) ile Türkiye’nin iki uçağı tescillenmiş (teslim edilmemiş) ve eğitim faaliyetleri için Arizona’daki Luke askeri üssüne giden uçakların “riskleri” Türkiye’ye geçmiştir! Lockheed’in işi de zaten teslimat değil, üretimdir. Proje bir Pentagon programıdır. Kongrece onaylı ortaklara teslimatta nihai inisiyatif Savunma Bakanlığına aittir. Prosedür olarak da bu edimi, 3600 askeri-sivil uzmanla programı yöneten “Ortak Program Ofisi (JPO)” yapmaktadır. F-35 uçaklarının gelecek yıl yapılacak teslimatının askıya alınması ve Türkiye’nin de programdan çıkarılması durumunda bunun iki ülke ilişkilerinin yanı sıra NATO ve Avrupa ülkeleri ile olan ilişkilerimiz üzerinde çok ciddi olumsuz etkileri olacağı kuşkusuzdur. Bu riskin önüne geçilmesinde, Türkiye’nin Pentagon’a verebileceği kimi güvencelerin belli bir dereceye kadar rolü olabilecekse de, garantisi de yoktur.

Öte yandan, Papaz Brunson krizinde bir kez daha anlaşıldığı üzere, Türkiye’nin ABD ile müttefiklik ve işbirliği ilişkisini sürdürme iradesi devam etmektedir. Buradan, Türkiye’nin F-35 alım girişiminden kendi rızasıyla asla vazgeçmeyeceği sonucunu çıkarabiliriz. Bu bağlamda, özellikle stealth teknolojisi sırlarının korunabilmesi için F-35 uçaklarının S-400 sistemiyle birlikte kullanılmasına ABD tarafından izin verilmeyecek olması durumunda, kaparo (ön ödemeler) da siyaseten yakılamayacağına göre, Türkiye ister istemez büyük bir açmaza düşecektir. Bugünkü ekonomik koşullarda 2.5 milyar dolar ödeyerek S-400 sistemi alıp, operasyonel kılmama taahhüdünde bulunmak söz konusu olamayacağına göre, ortada bıçak sırtı bir durum oluşacaktır! Pentagon’un raporu bu yönüyle de büyük önem taşıyacaktır.

Esasen Türkiye’nin de bu süreçte vakit kaybetmeksizin, S-400 ile F-35 ilişkisi konusunda akademi-endüstri-bürokrasi camiasından yetkin bir teknik komisyon kurarak kendisinin de bir çalışma yapması ve Pentagon raporuna karşı her bakımdan önceden hazırlıklı olması gerekmektedir. Şu anda en acil ve en önemli konu bu olduğu halde, maalesef bu hafta yapılan son Savunma Sanayi İcra Komitesi toplantısında 13.5 milyar TL tutarında bir kısmı hayali ya da gereksiz, çoğu da zamansız projeler görüşülmüş; yapılan yaldızlı basın açıklamasına göre, “güvenlik birimlerimizin gücüne güç katan yerli ve milli sistemlerimize yenilerini eklemeye yönelik projeler gözden geçirilerek yeni kararlar alınmıştır”!

Ne yazık ki, klasik bir kısır döngüdür: Otokratik ülkelerde işler sarpa sardığında, genellikle televizyon ekranlarında hep dış mihraklardan söz edilir, gazete manşetlerinde düşmanları dize getirmek için savunma sanayi destanları yazılır! Bir zamanlar Saddam’ın manşetlerden inmeyen, attığı bombalara menzil bulunmaz, hedef dayanmaz “cehennem topları” misali… Türkiye ise, her ne kadar hemen tüm alanlarda tek bir irade söz konusuysa da; nihayetinde dışa açık, G-20 üyesi, AB ile müzakere masasında oturan, imparatorluk mirasçısı ve bu yönleriyle piyasa dinamiklerine de fazlaca duyarlı bir ülkedir.

Dolayısıyla, 100 günlük programda açıklanan ve İcra Komitesinde görüşülen konular, bu atmosferde ülke gündemi ve piyasa nezdinde, “meleklerin cinsiyetini” konuşmaktan farksızdır. Zira, ortalık Papaz Brunson ateşiyle yanmaktadır. Pazartesi günü de askeri yaptırımlar başlayacaktır. Hazırlanmakta olan Pentagon raporunun ciddi risklere işaret etmesi durumunda, F-35 ana anlaşması gereği uluslararası tahkim yolu da kapalı olduğundan, bazı haklarımız yine saklı olsa da, “program ortağı olma” ya da “bağımsız ülkeyim, istediğim sistemi alırım” şeklindeki söylemlerin olası F-35 iptali ve süresiz genel ambargo karşısında istikbal için yeterli güvence yaratmayacağı açıktır. Zorunlu kalınabilecek karşılıklı olası misillemeler dolayısıyla işlerin tamamen kontrolden çıkma riski de söz konusudur.

Aslına bakılırsa, F-35 / S-400 ilişkisi konusunda Türkiye’nin en başında kapsamlı bir teknik inceleme ve araştırma yapması gerekirdi. Maalesef biraz teknik bilgi eksikliğinden, biraz da iş yapma biçiminden başlangıçta büyük bir metodoloji hatası yapılmış ve Rusya lideri Putin’in oyununa gelinerek S-400 macerasıyla büyük bir açmaza düşülmüştür. Gerçekte, Türkiye’nin mevcut İttifak ilişkileri ve silah alım angajmanları dahilinde bu işin gürültüsüz patırtısız olamayacağını, en iyi bilen kişi de yine Putin’dir!

Rusya, Türkiye’yi ABD ile karşı karşıya getirerek NATO’yu karıştırmak ve İttifak içinde çatlama yaratıp Türkiye’yi İttifaktan uzaklaştırarak kendi yörüngesine çekme hayali kurmaktadır. En büyük telaşı ise Gürcistan ve Ukrayna’nın olası NATO üyeliğini engellemektir. Türkiye’yi de NATO’da takoz konumuna getirme sevdasındadır. ABD de bir taraftan Kürt Devleti projesini adım adım hayata geçirmeyi sürdürüp, diğer taraftan da S-400 sisteminin İttifak silah arsenali üzerindeki olumsuz tesiri ya da riskini önlemeye ve Türkiye’yi NATO içinde tutarak Rusya’nın etki sahasına girmesine engel olmaya çalışmaktadır.

BÜYÜK OYUN VE METODOLOJİ HATASI

Türkiye tabii ki bağımsız bir ülkedir ve istediği ülkeden istediği silah sistemini almakta özgürdür. Ne var ki, bağımsız ülke olmak demek, İttifak içinde hamasi söylemlerle bireysel hareket etmek, takım oyunu gerektiren kimi kritik alanlarda tek başına ve her şeyden bağımsız karar vermek demek değildir! Şayet NATO’dan çıkma düşüncesi olsaydı, farklı bir analiz yapılabilirdi, fakat ortada böyle bir niyet yoktur.

Ücra bir köy kıraathanesinde 66 (iskambil) oynarken bile, sadece kendi elinize bakmakla yetinmez; yerdeki çıkmış kağıtlar üzerinden karşı tarafın elini okumaya çalışır, oyununuzu buna göre kurarsınız.

Bulunduğumuz İttifakın baş hasmı olan Rusya’dan, 2.5 milyar USD bedelle stratejik bir silah sistemi alıyoruz. Bu tartışmalı sistemin, İttifak arsenalindeki silah sistemleri ile uyumunu, başka bir anlatımla, ABD’nin ve NATO’nun elini, Rusya’nın maksadını, hatta Türkiye’deki NATO faaliyetleri ile özellikle F-35 uçakları yönünden, kendi elimizi dahi nasıl etkileyeceğini analiz etmeksizin; diğer bir deyişle, kimsenin elini okumaya çalışmaksızın, S-400 alarak bölgemizde sözde “büyük oyun” oynayamaya soyunuyoruz!

OdaTV’deki önceki bir analizimizde S-400 ile F-35 ilişkisi bağlamında ABD ve Rusya’nın elini okumaya çalışarak bu konuda uyarmış ve özetle şu hususa işaret etmiştik:

“Rusya’nın en büyük gücü kara kuvvetleridir. Bu gücün karşısında Avrupa’daki en büyük tehdit ise ABD ve NATO’nun devasa hava kuvvetleridir. Söz konusu bu emsalsiz hava gücünün önümüzdeki çeyrek asır boyunca omurgası ise F-35 uçakları olacaktır. F-35 uçaklarının tasarımdaki birincil özelliği ve en yetkin kabiliyeti ise ‘stealth’ teknolojisidir. Bu itibarla, halihazırda Moskova’nın birincil askeri önceliği ‘stealth teknolojisi’ sırlarına erişmek ve bu üstünlüğe karşı koymaktır…”

Basitçe görünmezlik ya da düşük görünürlük olarak tanımlayabileceğimiz; malzeme, geometri, boya, elektronik komponentlerin yarattığı elektromanyetik iz ve motor ısısı gibi faktörlerle tesis edilen “stealth” teknolojisi; özellikle “erişim engeli ve operasyon kısıtı” bulunan ve kısaca A2/AD (anti-access, area-denial) olarak nitelenen sahalar olan Avrupa’da Rus sınırına yakın Doğu Avrupa ve Baltık bölgesi ile Asya’da Güney Çin Denizi gibi kritik alanlardaki görevler açısından yaşamsal önem taşımaktadır. Rusya ile işbirliği yapılabilecek sayısız silah sistemi ve alan varken, F-35 uçaklarının duyarlı S-400 sistemi alımı işbirliği açısından en olmayacak seçimdir. Şayet yaptırımlarla tetiklenen ekonomik kriz, New York Times makalesinde koz olacağı dürtüsüyle işaret edilen kulübe doğru radikal bir savrulmaya evrilmezse, sonunda muhtemelen yine olmayacak, olsa bile sistem operasyonel kılınmayıp kullanılmayabilecektir!

Pastör Brunson olayında Türkiye’nin piyasa dinamiklerine fazlaca duyarlı kırılgan ekonomik yapısının test edilmiş olması ve buradan çıkarılabilecek sonuçlar, ABD ile dalaşmanın bedelinin bir hayli yüksek olacağını göstermektedir ve bu da Türkiye açısından ikilemde caydırıcı bir faktör niteliği taşıyabilecektir.

Cumhurbaşkanı ERDOĞAN’ın New Times’da kullandığı alternatif kozunun ABD tarafından görülmesi ve S-400 / F-35 açmazı, Brunson, PYD desteği ve diğer sorunlarla, kaypak ABD’den kaçarken kurt Rusya’ya tutunulması ise yeni riskler yaratabilecektir. Türkiye, yol ayrımında öncelikle sağlıklı bir gelecek okuması yapmak zorundadır. Ekonomik büyüklükte ancak Avustralya ile karşılaştırılabilecek, askeri bütçesi ise ABD’nin sadece onda biri kadar olan; Çin’in artık büyük askeri alımlarını kestiği, Hindistan’ın da azalttığı, Rusya’nın küresel güç rekabetindeki şansını iyi sorgulamalıdır!

RUSYA’YA DİKKAT

Öte yandan, gün sonunda ABD ile kucaklaşıp, yeniden Rusya ile sürtüşme noktasına gelinmesi ise, enerji bağımlılığımız ve turizm vb. bakımlardan büyük sıkıntılar doğurabileceği gibi, Suriye’deki mevcut durum yönünden de öngörülemez riskler yaratabilecektir. Özellikle, Rusya’nın himayesindeki Esad ile ABD desteği ile palazlanmış PYD’nin özerklik karşılığında ortak savaş üzerinde anlaşmaları Türkiye açısından tam bir kabus senaryosuna dönüşebilecektir. Nitekim, İdlib’ten yansıyan son rivayetler bu yöndedir.

Türkiye’nin, Suriye topraklarında ilanihaye kalamayacağı, bunu Esad yönetiminin kabul etmemesi bir yana uzun vadede uluslararası sistemin de kabul etmeyeceği açıktır. Kendi irademizle çıkacağımız günü beklerken, beklediğimiz o gün gelmeden başka bir iradeyle çıkarılmaya zorlanmamız durumunda ise büyük sıkıntılar yaşanması kaçınılmaz hale gelebilecektir. Mevcut ateş gücümüzle sahadaki birliklerimiz bir devlet gücü karşısında kolaylıkla güvende tutulup korunamayacağından ya çekilmek ya da bölgeye ciddi oranda yeni güç yığmak zorunda kalınabilecek, bu da bölgede topyekun bir savaşa sürüklenme riski doğurabilecektir. Böyle bir senaryonun ihtimal dahilinde olması bile, Rusya lideri Putin’in elinde sıra dışı rezerv kozların oluşacağı anlamına gelmektedir.

İlişkilerin tamamen kişisel temelde kurulduğu ve bir günde bozulup düzeldiği Rusya ile, ABD ve Batılı ülkelerle konuşulan dilden konuşulamayacağını da ne yazık ki uçak krizinde test etmiş bulunuyoruz…

Çözüm ve çıkış yolu mu? Mevzu bizi aşar… Yalnız, bunca söz üzerine bir öneride daha bulunmak isteriz:

ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi Dokümanında, “Amerika’nın gücü ABD’li bireylerin gücünden oluşur” deniliyor. Öncelikle, ne yapıp yapıp, yarısı dışlanan 80 milyonluk ülkenin insan gücü konsolide edilecek! Sonrasında ise yeni fikirler, yeni açılımlar, yeni politikalar gelecek…

Fikirlerin, yaklaşımların, politikaların değiştiği durumlarda, hayatın olağan akışına uygun olarak, genellikle ve çoğunlukla yenilerini uygulayacak ekipler de değişir. Değişmesi de gerekir. Zira, rakiplerin, hadi diyelim ki düşmanların, imkanları bizden fazla olduğuna göre, tek seçenek senin adamların, senin kadroların onlarınkilerden daha iyi ve yetkin olacak. Başka deyişle, görevlerde “liyakat” esas alınacak…

Kuşkusuz bu temel kural ve şaşmaz dinamik, öncelikle otorite tarafından da bilinecek ve uygulanacak…

Cemal Acar

Odatv.com

arşiv