ÇARLIK RUSYASI, PADİŞAHLIK TÜRKİYESİ…

Şimdi sorsak, Türklerle Rusların benzeyen yerlerini sayın diye, birçok okuyucumuz bize burun kıvırır… Sahiden de kavruk simalı, kolay heyecanlanan, çabuk duygulanan, Müslümanlığına toz kondurmayan bir Türk ile ak kabak gibi beyaz tenli, soğuk tabiatlı, katı Ortodoks bir Rusu birbirinden ayırmak, pek kolaydır… Aralarında benzerlikler bulmak ise hakikaten maharet ister.

Oysa iki milletin tarihlerini ve milli duruşlarını incelediğinizde; benzer hususlar olduğunu hemen fark edersiniz. Her şeyden evvel, her iki milletin de genlerinde imparatorluk geleneği vardır. Üstelik Türklerin ve Rusların imparatorluk anlayışları, ele geçirdikleri ülkeleri yağmalayıp sömürgeleştiren batı tarzı imparatorluk kültüründen farklı olarak gittikleri yere yerleşip orayı vatan haline dönüştürme esasına dayanan 'fetih' ruhuna dayanır.

Biz Türkler, fethetme hasletimizi, Oğuz atalarımızdan almışız. İstanbul'un fethi ile miras kalan binlerce senelik Doğu Roma İmparatorluk geleneği ve ardından devralınan halifelik unvanı ile hemhal olunca, dünya tarihinin sayılı imparatorluklarından biri olan Osmanlı'yı inşa etmişiz.

Ruslar ise farklı diyarları fethetme kültürünü Doğu Avrupa'da uzun süre hüküm süren Hunlardan ve Moğollardan almış olmalılar… 16. yüzyılda son Bizans imparatorluk ailesinden aristokrat bir gelin alan Ruslar, kendilerini 'yeni Bizans' kabul etmişler. Fener Rum Patrikhanesi'nin Osmanlı kontrolüne geçmesi vesilesiyle Ortodoks Hristiyanların hamiliğine soyundukları da ortada…

Ortalama tarih bilgisine sahip herkesin zikredebileceği gibi, neredeyse 500 sene önce Çarlık Rusya'sı ve Osmanlı Türkleri arasında başlayan rekabet yüzünden iki taraf son derece kanlı savaşlar ile birbirlerini sürekli yaralayıp durmuş.

1568 ile 1750 tarihleriarasındaki erken dönemde her biri yıllarca devam eden beş savaştan genellikle Osmanlı zaferle ayrılmış. Lakin adeta bir Okyanus gibi geniş olan bugünkü Ukrayna topraklarında kazanılan zaferler, Osmanlı'nın buralara kalıcı insan yerleşimini sağlayamaması nedeniyle istenen sonuçları vermemiş.

Daha sonra 1768 ve 1815 döneminde yine uzun süre devam eden dört savaşta ise Ruslar saldıran, bizimkiler ise karşılayan ya da kontra ataklar ile karşı tarafa zarar veren taraf olmuşlar. Bu dönemki savaşlar, her iki tarafın harap olması dışında kalıcı bir siyasi iz bırakmamış.

Lakin Osmanlı'nın güç kaybetmesiyle beraber, 1827 - 1917 yıllarında çıkan altı yeni savaşta zaman zaman Osmanlı başarılar kazansa da Ruslar daha kalıcı ve etkili sonuçlar elde etmişler.

Dökülen kanlar ve askeri kayıplar bir tarafa, iki imparatorluk birbirleri ile cephede harp etmedikleri dönemlerde bile sosyal, siyasal ve ekonomik olarak bilek güreşlerini devam ettirmişler. Osmanlı, Rusların siyasal rakipleri Lehler, İsveçliler ve Batılı güçler ile sıkça ittifak kurmuş, buna karşılık onlar da Venedikliler, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve duruma bağlı olarak batılı devletlerle bize karşı birleşmişlerdir. Dahası, bizimkiler Ruslara karşı Tatarlar, Kırım Türkleri, Kafkasya Müslümanları gibi kardeş toplulukları koruyup kollamaya çalışmışlar; onlar da Ortodoks Balkan ve Anadolu halklarının hamiliğinden asla vazgeçmemişlerdir.

Neredeyse beş asır devam eden iki kadim milletin kavgasının sonuçları çok ağır olmuş… Batı ve Orta Avrupa, reform ve Rönesans sürecini yaşarken Osmanlı ve Ruslar dünyadaki değişimi ıskalamış. Ardından gelen sanayi devrimi ve sermayenin özgürleşmesi sürecinde kaçırmış. İngilizler, Fransızlar, İspanyollar dünyanın dört yanını keşfedip sömürgeleştirirken Türk ve Ruslar birbirini boğazlıyormuş.

Tarih faraziye kaldırmaz ama aklımızdan geçmiyor değil: Asırlardır kuzey komşumuzla süren kavganın yerini geleneksel bir dostluk almış olsaydı, tarih nasıl akardı acaba? Ortak düşmanın Katolik ve Protestan Avrupa olduğunu görebilseydik… Bir türlü bitip tükenmek bilmeyen savaşlar yüzünden kaybettiğimiz kaynakları ve sosyal enerjiyi coğrafi keşiflere, reform ve Rönesans hareketlerine, sanayi devrimine, teknoloji ve bilime sarf edebilseydik… Karşılıklı ticaret ile zenginleşsek, kültür etkileşimi ile imparatorluklarımızı birbirine yaklaştırsaydık…

Malum, bir süredir Türk – Rus ilişkileri müspet seyrederken son yıllarda Suriye'de patlak veren menfaat çatışması nedeniyle iki ülke arasındaki köklü kavgalar yeniden hararetlendi. Rusların Esad yönetimine sahip çıkması ve bizim de Rus uçağını düşürmemizle artan gerilim, karşı tarafın ekonomik ambargo uygulamaya başlaması ile tırmanmaya devam ediyor.

Akıllı devletler, ideolojik gözlükleri bir kenara bırakıp kendi tarihlerini analiz etmesini bilir. Kremlin'de ve Ak Sarayda oturanlar, çarların ve padişahların yanlışlarına düşmemeli, iki ülkenin milli menfaatlerini aynı anda koruyan bir siyaset anlayışında buluşabilmelidir.

************

FISILTI GASTESİ

Türk Eğitim Sendikası Başkanı Levent Kuruoğlu, oy birliği ile Samsun Kamusen il temsilcisi seçilmiş.

Her akşam başka bir belediyenin iftarına katılan bazı STK başkanları, durumu evdekilere izah etmekte zorlanmaya başlamış.

Doktor Emine Sehmen'in Kerimbey Mahallesi'ndeki evinde yetiştirdiği çiçekler, havası suyu tahrip edilen Tekkeköylülere yaşama sevinci veriyormuş.

Bedirhan Özcan, sadece çok iyi bir öğretmen değil, aynı zamanda usta bir udi imiş…

Demirciköy şeftalisi çıkmış…

Eski Yeşilkent Belediye Başkanı Mustafa Yılmaz'ın Derecik altında yaptırdığı caminin birkaç ayda tamamlandığını gören yöre sakinleri, hayretler içindeymiş.

Mübadiller arasında Ali Ün kravatından sonra şimdi de Turhan Akşen kravatı moda olmuş.

Samsunspor, transfer yasağının kalkması halinde Messi, Ronaldo ve Emre Mor ile görüşmelere başlanacağını borsaya bildirmiş.

************

SANAL ÂLEMCİ

Fotoğraftaki paylaşımı Samsunlu öğretmen arkadaşımız Kadir Vural yapmış… Müsaadenizle ben bu konuda susma hakkımı kullanmak istiyorum…