Dünya Çocuk Hakları Günü’ydü dün. Kendimi, kendi çocuklarımı düşünmenin bencilliğinde yakaladım. Özlemle buğulandı gözlerim.

Bir mektup yazsaydım onlara, nasıl hitap ederdim acaba? Çok zorlandım bir hitap bulmakta; “Canlarım” dedim sonra, ama yetersiz sanki…

Canlarımız… Benimkiler, seninkiler değil, bütün çocuklar! Dünya nüfusunun yüzde şu kadarı çocuk diyoruz ya, sadece istatistik işte; bugüne ait. Yarın o çocuklar dünyanın yüzde yüzü olacak.

Geçen yıl, yüzde 30,2’si dünyanın ve yüzde 28,3’ü Türkiye’nin, çocuktu. Yüzde55,8’le Nijer, “ençocuk” ülke! Adaletine tükürdüğümün dünyası, ne kadar yoksulsa o kadar çocuk…

Çocuklar muhteşem taklitçilerdir, iyi anlamda ama. Bizi dinlemediklerinden şikâyet ederiz ya, yeter ki öykünebilecekleri bir örnek sunun onlara, asla boş geçmezler.

Hrant’ın ardından, “Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz” bilgeliğiyle konuşan Rakel’in söylediği, karanlığın içinde çocukların taklit edeceği katillerin cirit attığıydı.

Canlarım,

Umarım hiçbir canlıyı incitmemek üzere taklit edeceğiniz biri olabilmişimdir!

İstatistiğe “devletbilimi” de derler; iktidarlar olumsuzlukları küçültüp olumlulukları büyütür. Emniyete göre, yüzde 55’i göçmen olan 237 çocuk kayıp Türkiye’de.

Kaybetseydim sizi, yaşayamazdım. Çocuklarını kaybeden devlet de yaşadığını söylemesin!

Cezaevlerinde 743 çocuğumuz varmış, 0-6 yaşında, anneleriyle birlikte kalan. 18 bin 623 çocuğumuz cinsel istismara uğramış. 2 milyonun üzerinde çocuk, işçi! 2013’ten 2018’in ilk 5 ayına kadar onlardan 319’u iş cinayetlerinde öldürülmüş! Evliliklerin yüzde 3,8’inin kız çocuklarıyla yapıldığı bir ülkeyiz ve her 100 bin çocuğumuzdan 1,598’i suça sürükleniyor.

Canlarım,

Benim çocuklarım olarak bu istatistikler içinde birer sayı olmadığınız için gurur mu duymalıyım, yoksa bunlar bizim çocuklarımız diye utanç mı?

Bir toplumun ruhunu en çarpıcı şekilde ortaya çıkaranın çocuklarına nasıl davrandığı” olduğunu söylemişti Mandela. Nasıl bir ruhtur bizimkisi?

Ne yazık ki, aslında demode birer çocuk olan yetişkinler olarak; çocuklarımıza nasıl düşünmeleri gerektiğini değil, ne düşünmeleri gerektiğini öğretmeyi marifet sayıyoruz. Bizim gibi olsunlar diye. En demodeler, iktidar olup, milli eğitim politikası yapıyorlar bunu!

Umarım, ben size nasıl düşünmeniz gerektiğine dair biraz ilham verebilmişimdir!

Hiç Tagore okudunuz mu, Canlarım?

Tanrı’nın, memleketini; “Fikrin korkusuz olduğu ve başın dik tutulduğu”, “Bilginin serbest olduğu ve dünyanın özel duvarlarla dar bölmelere ayrılmadığı” bir özgürlük cennetinde uyandırmasını isteyen Bengalli şair. “Her çocuk Tanrı’nın insanlıktan henüz umudunu kesmediği mesajıyla gelir” demişti.

İnsanlıksa bu; öyle kötülük yapıyor ki çocuklarına, Tanrı’ya kendisinden umudu kestirecek!

Dünyayı baştan sona savaş alanına döndürdük işte, en büyük kurbanın çocuklar olduğu.

Tagore’un topraklarından bir ses, Gandi; “Bu dünyada gerçek barışı öğretecek ve savaşa karşı gerçek bir savaş vereceksek, çocuklarla başlamamız gerek” diyor.

Çocukların en güvencesiz, en fazla şiddet gördüğü ve en çok korkup en çok öldüğü kıtanın bir ülkesinde; “Güven ve güvenlik öylece gelmez, bir ortak kararın ve kamusal yatırımın sonucudur. Toplumumuzun en korumasız vatandaşları olan çocuklarımıza şiddetin ve korkunun olmadığı bir hayat borçluyuz” diyen bir adam başkan oldu. Mandela!

Ama hâlâ, çocuk olmak istemezdiniz Güney Afrika’da!

Canlarım,

Biliyorsunuz, elimden geleni yaptım sizin için. Ben de, daha iyi bir dünya için sizin benden fazlasını yapacağınızı biliyorum.

İkinizi de dünyanın bütün çocuklarını kucaklar gibi kucaklıyorum.