Çalışma hayatımız da tıpkı günlük yaşamımız gibi Covid-19 sebebiyle sekteye uğradı. Pek çoğumuz aylardır işyerlerimize gidemedik, evden çalışma kimi şirketler ve çalışanları için zorunlu bir çalışma biçimi halini aldı.

Bu arada ülkemizde faaliyet gösteren holding düzeyinde büyük kuruluşların önemli bir bölümü de haziran ayının başından itibaren kademeli olarak “normalleşme” diye adlandırılan süreç kapsamında çalışanlarına işyerlerine dönüş çağrısı yaptı.

Yaptı ama çalışma yaşamının normalleşip normalleşmeyeceği gerçekten merak konusu. Her şeyden önce 3 aya yaklaşan bu süreçte hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı en çok konuşulan konular arasında yer alıyor. Artık ortada yadsınılamayacak bir Covid-19 öncesi ve sonrası süreç olgusu var. İnsanlar kendi aralarında konuşurken bile bunu böyle adlandırıyorlar.

Bu tespitler önemli ölçüde de doğru. Yani çalışma hayatımız Covid-19'a yönelik alınan tıbbi önlemler bir yana konunun ekonomik boyutu sebebiyle de ciddi değişime uğradı. Kısmi süreli (part-time) çalışma, uzaktan çalışma, çağrı üzerine çalışma gibi esnek uygulamalar zorunlu hale geldi. Telafi çalışmasının uygulanabilirlik süreleri uzatıldı.

Faaliyetlerine kısmen ya da tamamen ara veren şirketler 3 milyon çalışan için kısa çalışma ödeneğine başvurdu. Bunların önemli bir bölümü henüz kısa çalışma ödeneği alamadı. İşçiler için çok ciddi bir olumsuzluk olan ve geçmişte sadece işçinin onayı ile uygulanabilen ücretsiz izin, işçinin onayı aranmaksızın geçici bir kanun maddesi ile yasal hale getirildi.

Her ne kadar işten çıkarma (geçici olarak) yasaklandı ise de ücretsiz iznin işten çıkarmadan hiçbir farkı olmadığını biz çok iyi biliyoruz. Üstelik bu yasak kalktığında ve kısa çalışma ödeneğinin yasal süresi sona erdiğinde kaç işyeri faaliyetlerine eskisi gibi devam edebilecek, kaç işyeri kapanacak ve en önemlisi de kaç kişi işten çıkarılacak, henüz belli değil.

Covid-19 öncesinde, hatta yıllardan beri ülkemizin en önemli kronik problemlerinden olan işsizlik olgusu da bir çığ gibi büyümeye devam ediyor. DİSK Araştırma Merkezi'nin (DİSK-AR) Mayıs 2020 raporuna göre durum şöyle:

“2019 Şubat ayına göre işgücü 1 milyon 102 bin azalarak 30 milyon 982 bine geriledi. İstihdam ise son bir yılda 602 bin azaldı. İstihdam son iki yılda ilk kez 27 milyonun altına geriledi. Ekonomik krizin başladığı Ağustos 2018’e göre istihdam kaybı 2 milyon 565 bin olarak gerçekleşti."

DİSK- AR’ın henüz açıklanmayan Covid-19 sonrası işsizlik tahminleri ise ne yazık ki durumun vahametini çok daha çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor:

“Tahminimiz, Covid-19’un ilk aylardaki etkisinin (mart-nisan-mayıs) 7 ila 8 milyon istihdam ve iş kaybı olacağı yönündedir. Böylece Covid-19’un ilk dönemlerinde dar tanımlı iş ve istihdam kaybının 12 milyona, geniş tanımlı işsizliğin 15-16 milyon civarına ulaşabileceğini tahmin ediyoruz."

Bu tahminlere bakıldığında görünen, ülkemizde işsizliğin neredeyse toplam istihdam edilenlerin yarısını aşacağı gerçeği ile karşı karşıya olduğumuz ve çalışma hayatında nasıl bir çöküşün bizi beklediğidir.

Diğer taraftan dünyaya baktığımızda da durum çok farklı değil: “Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), koronavirüs dolayısıyla dünyada 25 milyon kişinin işini kaybedebileceği, çalışanların gelirlerinde 3.4 trilyon dolarlık azalma olabileceği tahmininde bulundu.

ILO Genel Direktörü Ryder, dünyada 5 kişiden sadece 1’inin işsizlik yardımlarından yararlanabildiğini, pandemi dolayısıyla işini kaybeden ve işsizlik yardımı alamayan, toplumun en kırılgan kesimini oluşturan kişilere destek verilmesi gerektiğini belirtti. Ryder, gelecekte bu varoluşsal tehdide verilen yanıtın salt nakit enjeksiyon hızıyla veya düzelme eğrisinin yatay veya dik oluşuyla değil, toplumdaki en kırılganlar için ne yapıldığı ile yargılanacağını vurguladı.”

Evet, ülkemizde şu sıralar normalleşme adına konuşulanlara baktığımızda insanlarımızın yazlıklarına ne zaman gidilebileceği, risk açısından havuzların mı yoksa denizin mi tercih edilmesi gerektiği gibi konular ön planda. Oysa çalışma hayatımız başta işsizlik olmak üzere, esnek uygulamalar ve iş hukukunun işlevsizleştirilmesi gibi önemli tehditler altında. Devletin çalışma hayatımızı ve çalışanları derinden etkileyen bu olumsuzlukları ve bunların yarattığı sosyal etkileri en aza indirmek adına acilen duruma müdahalesi gerekiyor. Aksi halde normalleşmeyi bir yana bırakın, sosyal patlamalar kaçınılmaz olacak.