26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Bugün

Onur Caymaz

Onur Caymaz

Eski Yazar

A+ A-

Adını burada daha önce de andım. Milattan önce birinci yüzyılda Suriye’de doğup köle olarak geldiği İtalya’da özgürlüğünü kazandıktan sonra tarihe “suçluyu affeden hâkim, kendini mahkûm etmiş olur” gibi efsanevi sözler kazandırmış bir adam, adamım Suriyeli Publilius, şöyle diyor: “Bugün, dünün öğrencisidir.” Sahi, öyledir değil mi! Bugün ne önemli şeydir... Dünü içerdiği kadar, göğsünde taşır, belirler yarını da. Zira yarın, yarın yapılacaklarla değil, ancak dün yaptıkların, bugün yapacaklarınla kurulabilir. Rahatça söyle o zaman Caymaz efendi: Bugün diyalektiktir!
O nefis şarkıda olduğu gibi: “Dünden sonra, yarından önce” diye tanımlanır bugün. İçinde bulunduğumuz gün anlamına geldiği kadar içinde bulunduğumuz çağ, dönem anlamına da gelebilir. Hatırlasana meşhur marşı, “günlerin bugün getirdiği, açlık zulüm ve kandır” diye başlıyordu. Açlık, zulüm ve kan, bir gün içinde gelmez; açlık, zulüm ve kanla süren kanıksanmış günlerin sonunda bakar ki insan günler bir dönemi, açlık, zulüm ve kandan ibaret kılmış... Bugün, sürekliliktir.

Bir kitapta gördüğün cümleyi düşün, “bugün” demiş yazan. O gün, hangi gündür bilinmez. Fakat okuyan için cümledeki bugün, şimdidir. Ne güçlüdür bugün! Üstelik sadece bir gün. Nâzım’ı ilk kez dışarı çıkarmışlardı mesela o şiirde: Bugün pazardı ve şair ömründe ilk defa, gökyüzünün bu kadar ondan uzak, bu kadar mavi, bu kadar geniş olduğuna şaşarak, kımıldamadan durmuştu. Gökyüzü uzak bize belki ama ne fark eder, herkesindir. Herkesin başının üzerinde...

Tahkikat komisyonları, susturulan muhalefet, üniversite olayları ve gittikçe gerilen ülke; sonunda Turan Emeksiz’in öldürülmesi. O boğucu günlerde Çetin Altan, Milliyet’teki Taş adlı köşesinden yazarak değil yazmayarak tepki gösterir. Üstadın, 28 Nisan 1960 tarihli Milliyet yazısı tek cümledir! Bugün ile başlar: “BUGÜN CANIM YAZI YAZMAK İSTEMİYOR”
Ama benim istiyor, yazacağım. Umutsuz da değilim, ne münasebet. Bugün, bugünü yazacağım. Onun için buradayım. 19 Temmuz 1910, Pazar günü de bir bugündü. Kafka şöyle yazmış günlüğüne: “Uyudum, uyandım, uyudum, uyandım; kepaze bir yaşam...” O gün öyle geçti demek. Ama Kafka gibi değil, olur mu, bir umuttur insanı yaşatan diyen şarkıdaki gibiyim bugün. Kızarmış ekmeğin kenarı az yanmışsa, kazıyacaksın biraz da tereyağına bulaşmış bıçakla. Çayın şekeri mi yok, azalt zaten mereti... Şekerin tarihini burjuvaziyle koşut anlatmak istediğim bir uzun deneme fikri var kafamda; bir gün, bir gün elbet yazılacak o da... Klişe olacak ama klişeler doğru olduğundan klişe: Yaşamında geriye kalan günlerin ilk günü bugün unutma! Bir avuç kiraz yemiş gibi gül; bugün, değişimde süreklilik, sürekli değişiklik... Hem yarının bugün olmasına ne kaldı şurada?

Bir de “tam da bugün” var. Nasıl mı? Mayıs ayının yirmi altısındayız, değil mi? Bugüne kadar kaç 26 Mayıs geçti düşün hele. 1871 yılında Arthur Rimbaud, “tam da bugün” yazmış şu şiiri: “Doldurunca, bozgunlar, bunalımlar başlardı. / İnsaf! Orda, odada çarpan bir yürek vardı; / -Yalnız, kaba çuhanın üzerine uzanmış / Kendini kentin usul gürültüsüne salmış / Dört duvar arasında soluyan derin derin, / Düşünde çarşaf gibi yelkeni gemilerin.”

26 Mayıs 1936’da cumhuriyet devrinin üç önemli bakanından biri olan Saffet Arıkan, TBMM’de bakanlık bütçesi görüşülürken yaptığı konuşmada, köy çocuklarının ancak yüzde 25’inin okula gidebildiğini, bu şekilde çalışmaya devam edilirse okulsuz 35.000 köye birer öğretmen gönderebilmek için yüz yıl beklenilmesi gerektiğini açıklar. 1933 yılında 40.000 köyden 32.000’inde okul, posta teşkilatı ve dükkân yoktur. 11 milyon kişinin yaşadığı 40.000 köyde, nüfusun sadece yüzde ikisi okuryazar. Bugün, okuma yazma bilen çok da okuyan yok, ayrı!

26 Mayıs 1953’te Ataç, tam da bugün; artık kullanırken hiç sorun yaşamadığımız (aslında benim de sevmediğim) ile bağlacına takılmış, yazıyor güncesine: “Benimle, seninle, onunla... Bunları nereden çıkarmışlar? O im, in nenin nesi? Bennen, sennen, onnan. Belki de bu onnan yüzündendir, orada nan’ın birinci n’si ikileştiğinden oluyor sanmışlardır. Benle, senle de demeyip anlaşılmaz bir kural uydurmuşlar. Yazımızda böylesinden daha ne acayiplikler var!” Bugün kimsenin üzerinde durmadığı hassasiyetler, acayiplikler.

26 Mayıs 1976’da, Tomris Uyar şöyle yazmış: “Şiirin neden edebiyatın ana kaynağı sayıldığı kolayca anlaşılıyor: Hile, yalan, kaçamak kaldırmıyor şiir; dikişleri hemen görünüyor; sığındığı dünya görüşü de onu elinden tutmaya yeltenmiyor...” Çünkü şiir ve masal hiç sektirmez, hep doğruyu söyler. Şiir sahicidir, masal gerçek!

26 Mayıs 1983; Bodrum’dan yazmış Fethi Naci günlüğüne. Yazko Çeviri dergisinin o ayki yeni sayısında, Oktay Rifat, benim de en sevdiğim şairlerden Yves Bonnefoy’un bir şiirini çevirmiş: Gece Yazı. Naci, o aralar hep bu şiirin dizelerini tekrarlarmış: “Durgun, geniş bir açık deniz gibi / Yazdan geçmeyecek miydik...” Benim de hep dilime takılır oradan buradan dizeler, hem geçecektik yazdan, niye olmuyor, yaz nazlanarak hâlâ eşikte bekliyor.

Gün işte. Ömrümüzün nice yıllarına, nice günlerine karışacak 26 Mayıs 2019. Bir gün gibi hızla geçecek... Aydınlık’ta da yazmış ustam Tarık Dursun’un doğum günü bugün, onun o enfes Hasangiller’ini kim unutabilir, İmbatla Dol Kalbim’i. Necip Fazıl’ın da doğum günü; Heidegger ise öleli kırk üç yıl olmuş. Yıllar akıp gitmiş. Duruyor gün.

Anlamak gideni ve gelmekte olanı, diyordu Nâzım. Gün, günler bir şeylere gebe, sorularla yüklü, çelişkilerle.... Günler; anlamak, çözmek için bekliyor önümüzde...

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları