Bu kadar mütevazı olmayın; daha neler yaptınız, neler!..

AK Parti'nin Van mitinginde gösterilen ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "17 yılda ne yaptınız?" sorusunun peşine, 17 yılda Van'da yaptıklarını montajladıkları kısa filmi soluksuz izledim.

Yol yapmışlar, okul yapmışlar, hastane yapmışlar, konut yapmışlar;

Eyvallah!

Ama "hizmet"lerini pek eksik anlatmışlar.

Ne büyük mütevazılık;

Van'a yaptıkları en büyük yatırımlardan birinin adını dahi anmamışlar.

Ne büyük incelik, dini siyasete alet etmemek için zahir;

Van'da başka hiçbir dönemde "cesaret" görece "cüret" edilemeyen, "eşi benzeri olmayan" dev hizmetlerini, sanki onlar yapmamış gibi davranmışlar!

Halbuki Van'da, miting meydanında döne döne izlettiklerinden başka "bir şey"e daha imza attılar;

O günün parasıyla 3 trilyon harcayarak, işgal yıllarında Ermeni çetecilerin Türk kadınlarını götürüp "toplu tecavüz ayinleri(!)" düzenlediği Surp Haç Kilisesi'ni restore ederek hem "anıt müze" yaptılar hem de "ayine" açtılar!

Açılışını da, Suriye'den, Filistin'e, Avustralya'dan ABD'ye, Fransa'dan Almanya'ya, Brezilya'dan İngiltere'ye, İsrail'den Rusya'ya "yedi düvel"den yüzlerce "çok önemli kişi"nin katıldığı, bakanların, büyükelçilerin boy gösterdiği, gösterişli bir törenle yaptılar!

Anlamadığım;

Ayıp değil günah değil; böylesi bir "dev hizmeti" niye diğer "hizmet"leriyle birlikte "gururla" an(a)madılar?

Öyle mi yoksa?

"Ayıp" mı, "günah" mı var harcında?

Evet ya…

Vardı değil mi sahi?

Akdamar'daki o kilisenin her bir tuğlasına başka bir Türk kadının uğradığı vahşetin acısı sinmişti, orada sarf edilen her bir hecenin karşılığında, kubbesinde kendini ateşe veren Zeve'li genç kızların ağıtları yankılanıyordu sahi değil mi?

Bilirsiniz mevzu bahis "hak"sa elim titrer;

Dönemin Cumhurbaşkanı Gül ne kadar hevesliyse "Ermeni açılımı" konusunda, dönemin Başbakanı olan Erdoğan da o kadar mesafeliydi aslında o gün de bütün bu olanlara… Açılama "Karabağ" şartı koştuğunda, nasıl bir anda kendini "liberal" diye tanımlayanların hedef tahtasına oturtulduğunu unutmadık.

Ve fakat…

Bu "mesafe" yetti mi, Ermeni çetecilerin dilini kopardıktan sonra dev bir kazığın üzerine çiviledikleri 70 yaşındaki Gevaş müftüsünün kemiklerini sızlatmamaya?

Hayır.

Tecavüz adasının ayine açılması, AK Parti'nin siciline işlendi mi bir kere?

Evet.

Velhasıl…

Miting meydanlarında yayınlasalar da, yayınlamasalar da, Vanlıların vicdanına öküz gibi oturan o "hizmet" bu iktidarın eseridir son tahlilde!

İlk soru: O bakanın, o kürsüde ne işi var?

Amasya, Taşova…

AK Parti bayraklarıyla bezeli platformda konuşan kişi ne parti başkanı, ne belediye başkan adayı; konuşan Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli.

"Taşova tamam mı? Tamam mı?"diyerek, kendisini dinleyenlerden AK Parti için destek sözü istedikten sonra daha da ileri gidip şöyle bir soru yöneltiyor kalabalığa:

"Bu adilere sandıkta derslerini verecek misiniz?"

***

Hangisini tartışalım?

Tarım ve Orman Bakanı'nın, ülkenin -son seçim sonuçlarını veri kabul edersek- en az yüzde 50'sini oluşturan "muhalif" kesiminin "vekalet verdiği", milyonlarca insanın iradesini temsil eden kişi ve kurumlara alenen hakaret ederek, onları "adi" olarak nitelendirmesini mi?

Yoksa…

Sözüm ona yeni sistemin "teknokrasi" ilkelerine göre oluşturulan "kabine"sine, "teknokrat bakan" olarak atanmış, siyaset dışı(!) ve -yine sözüm ona- öyle de kalması öngörülmüş bir aktörün -tanzim satış nevi dokunuşlarla perde arkasında yeteri kadar müdahil olmamış gibi- siyasi bir kampanyanın tam göbeğinde, böylesine "büyük bir rol"e soyunmuş olmasını mı?

Bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, daha seçim takviminin ilk günlerinde, CHP'den AK Parti'ye geçen Milas Belediye Başkan adayı Barış Saylak'la yaptığı -siyaset etiği dersinde işlenmelik- görüntülü telefon konuşmasında, Saylak "Kültür ve Turizm Bakanı'nın ilçelerine gelmesini" isteyince, "Onlar dışarıdan atandıkları için kampanyaya katılamazlar; seçim kampanyasına katılma şansları yok" deyip kestirip atmış, Saylak'ın "bakan" talebini geri çevirmişti ya, işte o bakımdan, Cumhurbaşkanı'nın o gün sergilediği net tavra dayanarak sorma ihtiyacı duyuyorum:

Kimseye hakaret etmiyor da ağzından bal damlıyor bile olsa fark etmez; Pakdemirli'nin AK Parti'nin seçim platformunda ne işi var?

***

Onu da anlıyorum aslında! Mensubu olduğu "kabine"nin de o "kabine"yi oluşturan iradenin de, muhalefeti selam verdi diye bile "FETÖ'yle iltisaklı" göstermeye meyilli olduğu insafsız bir süreçte, ağabeyi "FETÖ"yle ilişkili olarak "silahlı terör örgütü kurma ve yönetme" suçundan, üç yıldır tutuklu bulunan bir bakan olarak, he ne kadar suç şahsi olsa da kendisini baskı altında hissediyor olabilir, bir ispat kaygısı içinde olabilir…

Olabilemeyecek olan; bunu "millet"e hakaret ederek sağlayabileceğini düşünmesidir.

Ayıp…

 

Yazarın Diğer Yazıları