Ülkede çok Müslüman’ım diyen var ama, Allah’ın verdiği aklı nimet bilmiyor. Ülkede çok aydın geçinen var ama, ampulsüz bir avize gibi akılsız ahkâm kesiyor… Haliyle milletin iktidarı, kuyu başında taş sektirenlerin elinde.

Memleketin içinde ayrı, sınırlarında ayrı, dışında ayrı birçok sorun var… Ama dönüp dolaşıp, Atatürk heykellerine takıyorlar. Bir güruh Atatürkçülük(!)ü heykelcilik, yola, caddeye, mahalleye isim verme, içki içme, keyfine bakma sanıyor... Bu kesimin karşısındaki güruh da Atatürk’ü deccal, şeytan, yunan… vesaire sanıyor. İki tarafın da ne milliyetle ne Milli Mücadele’yle alâkası yok, hatta Milli Mücadele’yi bir film veya dizi sanıyor bile olabilirler. Hal böyleyken devlet ve millet için alınan sağlıklı kararlar bile, bu zihin kirliliğinde hastalıklı hale geliyor. Memleket yangın yeri, hainler, şehitler ... Ama dönüp dolaşıp, heykelcilik üzerinden siyaset yapılıyor. Anadolu coğrafyasına sığmayan Türkiye’yi, heykellere sığdırıyorlar, o çerçeveden seyredip, o çerçeveden çözüm arıyorlar… Çözüm, sıkıntının ta kendisi olunca, haliyle çözümler çözümsüz kalıyor.. Milli Mücadele’nin şuheda ile suladıkları bu topraklarda yetişen ayrık otları, ne düne vefalı ve güne mahçup!

Herkesin keyfi o kadar yerinde ki hakkaniyeti, fikirleri bir kenara bırakmış şekillerle uğraşıyor… Haliyle bu zihniyetsizliklerin ekmeğine yağ sürdüğü popüler kültür de milletin acısına, sevincine, hareketlerine iktidar oluyor.

Misal şehit haberleri popüler popüler şekle uygun olduğu sürece memleketi yasa boğuyor… Şehitleri, lunaparkta oyuncak ayı için oynanan oyunlarda vurdukları oyuncak askerlerle eş tutuyorlar sanırım. Mesele terörist olunca insanlığın ve de insan haklarının kitabını yazanlar, şehit haberlerini popülerleşmedikçe duymuyor bile… Popülerleşmedikçe diyorum, maalesef şehitleri bile popüler kültüre alet ediyoruz çünkü. Senaryolara meze olacak bir fotoğraf karesi medyaya salınmadığı sürece, memleket birlik olup dertlenemiyor. Sanki ömrünü feda eden o asker; şu memleketin her bir insanı, taşı, toprağı, havası için can vermemişçesine duyulmuyor, bir, iki, üç, dört..’den ibaret oluyor.

Çığ düştü; kar, yürekleri kor eyledi. Bir fotoğraf karesi ruhu sızlattı, milyonlarca kere paylaşıldı, kimi samimiyetle, kimi muhalefetle akbaba misali… Ardından yine şehit verdik, yine verdik, yine veriyoruz ama falan bir ünlünün galeri şifresi çözülüp medyaya fotoğrafları salınınca şehitler haliyle popüler kültür robotlarının dikkatini çekemedi, duyarlılıkla boy gösterecekleri fotoğraf kareleri de yoktu, haliyle verilen şehitler rakamlar oldu, onu da kimi duydu kimi duymadı. Bu topraklar üzerinde vefa ile yaşamayanlar bu vatanı şehit haberlerine mahkûm edip, mahcubiyet duymuyor… Düşman suçlu değil, bu ne devletin, ne hükümetin, ne muhalefetin suçu da değil ki zaten görüntüye göre memleketi popüler kültür yönetiyor, asıl suç, yönetimini popülarizme devredenlerin…. Suç, milliyetini bir nişane gibi taşıyıp, vefasını gönlüne pusula eylemeyen, kol kola verip millet olamayan herkesin suçu… Bu zihnini de, vatanını terk ettiği düşmanlara terk edenlerin suçu, bu kuyuya atılan taşın ardından atlayanların suçu..

Çok popüler bir replik var “sen benim canımı kurtardın, sana can borcum var” gibi… Çoğumuz birçok kez duymuşuzdur gerek filmlerde gerek gerçekte… Çok da haklı bulunan bir cümle … Biri bizi ölümden koruyor ve kolluyor ise ona vefa duyarız, borçlu hissederiz. Peki memleketle birlikte her birimizi tek tek koruyan askerlere karşı memleketçe, bu mahcubiyeti neden duyamıyoruz..? Neden duyarlı cümlelerimiz, “benim için, bizim için can verdi” mahcubiyeti taşımıyor..? Neden bizim canımızı koruyanları anmak için, bir fotoğraf karesi yahut film karesi tadında bir olay bekliyoruz… Şehitleri rakamlara sığdırıp da huzurla geçirdiğimiz günler, saatler hatta saniyeler, şehitlerin son nefesi… Memleketin huzuru için asker canını siper ediyor ve son nefesi ile memleketin huzur ateşini körüklüyor… Bu memleketin tüten ocağını harlayan rüzgâr, şehitlerin son nefesi… Şimdi huzurumuz mahcubiyet duymalı, değil mi..? Popüler kültürün tetikleyici araçları tahrik etmediği sürece, kör mü olacaksınız sizin için can verenlere..? Bir olayın acı olması, Twitter gündeminde yer almasına mı bağlı..? Yahut bir şeyin doğruluğu çok tweet atılmasıyla mı ölçülüyor..?

Bu çağın acı eşiği, sosyal medya mı? O eşiği aşmadan duyulmuyor çünkü insanlığın sesi…