Devlet temsilcilerinin, devleti yönetenlerin tutum ve davranışlarına, özellikle konuşmalarına çok özen göstermeleri, makam ve unvanlarıyla sıfatlarına yaraşırlıkları yönünden önemli bir göstergedir. Bay RTE’ın zaman zaman argoya kaçan konuşmalarının son örneklerini dolardaki artış nedeniyle ABD Başkanına yönelik sözleri ile CHP liderine eleştirilerinde izledik. Eski alışkanlıklarının etkisi olduğunu sandığımız dil düzenindeki aykırılıklar sinirlendiği zaman daha da artmakta, sesine bile yansımaktadır. Nerede olduğuna her zaman dikkat etmesi gerekmektedir.

ATATÜRK ve İNÖNÜ’nün anlamlı, değerli, unutulmaz sözlerinin dil temizliği yönünden de birer örnek olduğu açıktır. Onlardan sonra Celâl BAYAR’ın Atatürk’ün Anıtkabir’de toprağa verilmesi töreninde yaptığı konuşmadaki “Seni sevmek millî ibadettir” tümcesi unutulmamıştır. Ama Adnan Menderes’le birlikte bozulmalar başlamış, siyaset dili, saldırıların aracı durumuna gelmiştir.

Menderes’in Demokrat Parti Grubu’nda “Siz isterseniz hilâfeti getirirsiniz”, Süleyman Demirel’in “Yollar yürümekle aşınmaz. -Bana ‘Sağcılar adam öldürdü’ dedirtemezsiniz”, Turgut Özal’ın “Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz” sözlerinden sonra RTE’ın “Demokrasi amaç değil, araçtır. Bir tramvaydır. Gideceğin yere kadar gider, sonra inersin. -Camiler kışlamız, minareler süngümüz, kuleler miğferimiz. -Ayağa kalkacağız. Işıklar görüldü, Allah’ın izniyle kıyam başlayacak. -Egemenlik milletindir, sözü koskoca bir yalandır. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır. -Hem lâik hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın ya lâik. -Yahu millet istedikten sonra lâiklik tabiî elden gidecek. Sonra nedir bu lâiklik denen şey. -Biz hazmettire hazmettire geliyoruz” sözleri amacın, seçilen yol ve yöntemin belirtileridir. Görevine başlarken “...lâik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma...” diye de ant içti. (Anayasa mad. 103). Bugünlere bu tür çelişkili konuşmalarla gelindi. 1954 doğumlu RTE’ın önceki yılları eleştirmesi de böyle.

SÜREÇ

Fatih’in İstanbul’u fethinde Hristiyanlar için birkaç tapınma yeri bırakması anlayışıyla günümüz cami donatıcılarının dinci çabaları değerlendirilirse nereden nereye geldiğimiz iyice anlaşılır. İnanç sömürüsüyle yönetim hizmeti, karışık ve bulanık bir yöntemdir. Ülkemizde inanç sömürüsü asla son bulmamış, gizli- açık, arkası kesilmeden sürdürülmüştür. Şeyh Sait ve 47 adamının idamı (28.6.1925), öğretmen yedeksubay Mustafa Fehmi Kubilây’ı şehit eden Derviş Mehmet’le birlikte 29 kişinin olay yerinde idam edildiği Menemen Olayı (23.12.1930), gerici kalkışmalar için Atatürk’ün Bursa konuşması (5.2.1933), sonra kimi siyasetçi, şair, yazar, eğitimci ve tacirin tarikat ilişkileri din ticaretinin çirkinlikleriyle zararını ortaya koyan kanıtlardır. Bugün de birçok tarikatın ülkemizde cirit attığı ileri sürülmekte, siyasetteki dincilik oyunları ve yandaşlıklarının büyük boyutlara ulaştığı söylenmektedir. Oysa inançlara saygılı olanlar inanç ticareti ve sömürüsü yapmaz, inancı bir araç ve etken olarak kullanmaz.

Hilâfet ve saltanat yanlıları ile köktendincilerin kursaklarında kalan padişahlıkla şeyhülislâmlık yanında bir de Kürtçülük yandaşları, lâik cumhuriyetle Atatürk ve İnönü karşıtlıklarını gizli açık sürdürdüler, şimdi de sürdürmektedirler. Parti kurdular, kapatıldı. Toplantıları, yayınları, suç içeren eylemleri oldu. İsyan kalkışmaları izlendi. Ancak hiç vazgeçmediler. Demokrasiyi kötüye kullandılar, demokrasi çağdaş niteliklerini yitirdi, diktaya dönüştü. Demokrat Parti’nin “Vatan Cephesi” çağrılarıyla TBMM Tahkikat Komisyonu oluşturması, 27 Mayıs harekâtı sonrası uygulanan idamlar, 12 Eylül’le Kenan Evren’in konuşmaları bardağı taşıran durumlar oldu. Şimdi de RTE benzer havada. Dolar zıplıyor. Neyimiz iyi ki ekonomimiz iyi olsun.

SAPKINLIK (İHANET)

Türkiye, Türklük, lâik cumhuriyet, Atatürk, İnönü ve arkadaşlarının karşıtları, saltanat ve hilâfet düşkünleri, inanç sömürücüsü din tacirleri, çıkarcılar, sahteciler, ikiyüzlüler, dönekler, bağnazlar, dalkavuklar, kul- köle- uşak yapılı güç yanlıları, ahlâksız ve kişiliksizler, kötü siyaset militanları ve kuklaları, bağımlı medya saldırganları, madrabazlar ve düzenbazlar, sapkınlar, insanlık, çağdaşlık ve bilimsellik çabalarımızın başlıca engelleridir. Bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün ve demokratik gelişmemizle hukuk devleti niteliğimizin önündeki duvarları, üstündeki gölgeleri toplumsal barış ve ulusal dayanışma ile kaldırmak sorumluluğu hepimizin onur ve yurttaşlık borcudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalması, bu kutsal ödevi yerine getirmemizle gerçek olacaktır. Bay RTE’ın 13 Ağustos’ta büyükelçilere yaptığı konuşmada, demokrasimize ilişkin sözleri keşke gerçekleri yansıtsaydı da bizler de övünseydik.

EK

“İlke ve Ülkü” başlıklı 9.7.2018 günlü yazımın 3. bölümünde adı geçenler içinde olması gereken öğrenci temsilcilerinden, 1977’de Zonguldak Senatörü olan Avukat Behiç SONBAY’ı burada özür dileyerek selâmlıyorum.

plusbanner2x