Deniz Bayramoğlu

Deniz Bayramoğlu

deniz.bayramoglu@kanald.com.tr

Tüm Yazıları

Meselenin ne olduğundan tamamen bağımsız bir şekilde yazıyorum; sosyal iletişimimizde çok ama çok büyük bir sorun var. Gerçek hayatta da sosyal medyada da kurmuş olduğumuz tüm ilişkilerde bu sorun kendini acı bir şekilde gösteriyor.

Geçen hafta kerameti kendinden menkul yaşlı bir akademisyenin kendi kendisini ifşasına tanık olduk. “Mahalle Savaşları”nda iddia edilenin aksine kimse de “kendi mahallesinden” diye korumaya kollamaya kalkmadı bu zatı. Doğrusu da buydu elbette.

Fakat benim anlatacağım mesele bu değil. Bir gazetecinin (Z. Arapkirli) sosyal medya hesabında yayınladığı mesaja gelen tepkilerden bahsedeceğim. O da bu davranışı ve kişiyi kınayanlar arasındaydı. Arapkirli sosyal medyada yayınladığı kınama mesajına ironik bir cümleyle “Celal Şengör yalnız değildir” diyerek başlamış, ardından da akademide bu tür kişilerin maalesef çokça bulunduğunu ve konumlarını kötüye kullanan bu kişilerin birbirlerini de koruyup-kolladıklarını anlatmaya çalışmış. Ve “Bu kişiler yalnız bırakılmalı-soyutlanmalı” mealinde bir cümleyle bitirmiş.

Haberin Devamı

Büyük bir lince uğradı bu gazeteci. Gerekçe ise ne biliyor musunuz? Halkımız mesajın sadece ilk cümlesini okumuş ve oradan da gazetecinin bu bahsettiğimiz yaşlı tacizci profesöre destek verdiği sonucuna ulaşmış. Sonra mı, küfrün, hakaretin bini bir para! Üstelik bunu yapan insanlar her fikirden, her anlayıştan insanlar. Adamcağız yüzlerce hakarete maruz kalıp sosyal medya lincine uğrayınca bu duruma isyan etti haliyle.

Peki, bu neden oluyor? Nasıl oluyor da insanlar kısacık, üç dört cümlelik bir mesajın sadece ilk cümlesini okur ve gerisini okumadan hemen bir kanaate ulaşır. Üstelik nasıl olur da bu kanaat olabilecek en kötü olasılık üzerine şekillenir? Kimse düşünmez mi “Bu adam kimdir, nasıl biridir, hayatta neye inanır, daha önce ne yazmıştır?”  Ve hepsinden önemlisi, kimse düşünmez mi “Bu tanıdığım ve izlediğim gazeteci acaba böyle bir şey söyleyebilecek bir kişi             midir” diye? Başta bahsettiğim sorunun bir kısmı buradan kaynaklanıyor galiba. Eskiden uzun zamandır tanıdığımız, birlikte zaman geçirdiğimiz, hatta zaman zaman sıkıntılı dönemleri birlikte atlattığımız insanlar hakkında biri, “Bu kişi de böyle kötü biriymiş” ya da “Şöyle şöyle, olmayacak bir şey yapmış” dediğinde yanıt “Ben onu tanırım, o öyle bir şey yapmaz” olurdu.

Haberin Devamı

Peki, şimdi biri gelip 40 yıldır tanıdığımız, güvendiğimiz biri hakkında benzer şeyler söylediğinde tepkimiz ne oluyor? Ben söyleyeyim; çoğumuz “O öyle yapmaz, tanırım” demek yerine “Vay şerefsiz. Demek yıllardır bizi de uyutuyormuş” diyoruz.

Bu da bir acı tat olarak dursun ağzımızın kenarında...

Özür dilemenin imkânsız olduğu ülke

İnsan yanlış yapmaz mı? Yapar elbette. Yanlışı bir tarafa bırakın, bugün inandıklarına yarın inanmayabilir mi? Elbette olabilir. Taraf değiştirmek, saf değiştirmek, fikirlerinin yanlışlığına ikna olmak, başka bir hakikate inanmak... Olamaz mı?  Elbette bireyin hayatında inişler çıkışlar ve hatta yön değişimleri olsa da genelde fikir gelişiminin belirli bir yolakta ilerlemesi makbul sayılır. Gözle görünür bir istikrar beklenir kişiden. Ama gerçek hayatta yaşanan her zaman böyle olmaz. İnsan da fikirleri de değişir.

Haberin Devamı

Ülkemizde ise bu anlamda değiştiğini, yanlış yaptığını itiraf edebilen ve özür dileyen tek bir kişi bile yoktur ve olamaz. Hiçbir yanlış için özür dilenmez bu ülkede. Çünkü hangi konuda olursa olsun yanlış yaptığını kabul edip özür dileyen kişi artık kurtlar arasında bir kuzudur. Zayıftır, eksiktir ve yanlıştır. Üstelik bunu kendisi de kabul etmiştir. Dolayısıyla, artık ne söylese zayıf, eksik ve yanlış olacaktır. Ve bu durum onu ömür boyu takip edecek, birileri onun canını yakmaya kalktığında da hep karşısına getirilecektir.

Mesela “Yetmez ama evet” diyenleri ele alalım. Ya da Ahmet Kaya’nın lince maruz kaldığı gece sahnede olan sanatçıyı. Binlerce kere özür dileseler de, özeleştiri verseler de, başka türlü davranmaya çalışsalar da olmuyor. Onların nedamet getirdiğine kimse ikna olmuyor. “Bunlar öyle basit meseleler değil, tabii ki olmayız” diyenlere hak verdik diyelim. Mesele bitiyor mu? Maalesef hayır. Çünkü hayatın her alanında bu linç hali sürüyor.  O yüzden, bu ülkede kimse nedamet getirmiyor, kimse özür dilemiyor. Sonuç olarak, toplum da on yıllardır aynı çamurun içinde debelenmeyi sürdürüyor.

O yüzden özür dilemeyi bilmek kadar özrü kabul etmeyi de öğrenmek gerek.