Birlikte daha da çirkinler

Kimisine göre gelenek denen şey, sarsılmaz bir nesnelliktir. Zamana ve farklı tecrübelere direnerek gelir, varlığını dayatır. Bugüne damga vurur, bugünün geleceğe nasıl taşınacağını belirler.

Başkalarına göre ise gelenek bir icattır.

Şu ara Türkiye’de bir gelenek icat edilmek isteniyor. Belli ki bugüne kadarki yaşamından utanan bir iktidar var. Kendilerine yeni bir başlangıç öyküsü, bir mitoloji yaratmaya susamışlar.

Bir yıl önceki darbe girişimi, olmayacak duaya kalkıştı. Kendisini olduğu gibi ortaya koymayacak, bunun yerine kurucu dinamiğinin ayrılmaz parçası olduğu dinci rejime ayar yapacaktı aklınca. Ama memleketin geldiği nokta basit bir ayarı çoktan geçmişti ve kurucu dinamiğin içinden bir hizbin kendisini sıyırıp ayrı bir özne olarak tarihsel bir eyleme imza atması akla mantığa pek sığmıyordu.

Bir yıldır AKP Gülencileri, amiyane tabirle “siyasi ayağı” bulamıyor! Çünkü bu bir polisiye işlem değil. Dinci rejimin yönetici örgütü olarak AKP, rejimin organik parçası olan Gülenciliği ayrıştıramaz. Gülencilik ne ki; darbeyi kimin yapmaya kalktığını çözmek bile imkansızdır.

Tersi de doğruydu. Gülenciler bir darbenin öznesi olarak kendilerini ortaya koyamadılar. Çünkü ayrışamadılar. Fethullahçılık ve Tayyipçilik bir ve aynı şeydi. Öznesiz tarihsel eylem olmaz. Olamadı.

Bir gelenek “icat etmek” için iki şey vazgeçilmezdir. Ortada hasmından ayrışmış, bulaşık olmayan bir özne olacak. Ve bu özne sağlam birtakım kökleri alıp yeniden harmanlayacak. Hiçbir şey yoktan var edilemez çünkü.

İki koşul da yok! Kendisi, negatifi ilan ettiğinden farklı değil. Dayandığı kökler ise çürük; taşımaz.

Türkiye’yi dinci bir topluma dönüştürmenin tarihsel, maddi zemini bulunmuyor. 15 Temmuz’u 29 Ekim’in yerine geçirmek için çılgınca çalışanlar hakikaten saçma bir işe kalkıştılar. 29 Ekim saltanattan, hilafetten, emperyalizmden, cehaletten ayrışma niyetini ve yeteneğini ilan eden bir öznenin, modernleşmenin, yurtseverliğin, uluslaşmanın -başka ne bileyim, örneğin devlet yönetme tarihinin, askerin misyonunun…- birikimine dayanarak yarattığı bir gelenektir. Bu ayrışmaların yarım kalmışlığı ve öznenin mirasçılarının yavanlığı başka bir tartışmanın konusudur. Eksiktir, gediktir, ama bir tarihsel eylem yapılmış, gelenek yaratılmıştır.

Türkiye toprağında yobazın karanlığı, artık kapitalizm tarafından yeniden üretilen, kapitalistlerin vazgeçemeyeceği, pek işlevsel, ama yalnızca bir aksesuardır. Çok dilli, çok dinli, türdeş olmayan bir imparatorluk kültürü olarak Osmanlının içinden, barındırdığı yobazlık öğesini çekip almak ve günümüzün temeli haline getirmek deli saçmasıdır. Ne öyle bir şeriatçılık var, ne de onu içinde bir renk olarak barındıran geçmişin geri getirilmesi mümkün.

15 Temmuz mitolojisi tarihsizdir, öznesizdir. O yüzden delice bir abartıya mecburdur. O yüzden bu kadar saldırgan, bölücü ve yıkıcıdır. Saldırdığının yerine pozitif bir yapı kuramayan, dışladığını dışladıktan sonra kalanları birleştiremeyen, yıkma işinden sonra molozları kaldıramayan bir cinnetten hiçbir şey çıkmaz.

29 Ekim toplumda tutunmuş bir gelenektir ve başkalaştırılarak, özümsenip aşılarak yeniden üretilebilir. Bunun için de bir özne gerekecektir öncelikle. Kemalizmin bir halk duyusuna, bir toplumsal duruma dönüştüğü koşullarda öznenin işçi sınıfından türetilmesi ve dönüşümün sosyalizme yönlenmesi tek yol gibi görünüyor.

15 Temmuz bu olasılığın yanında solda sıfırdır.

Tek şansları Erdoğan’ın patronlara, içinde greve izin vermeyeceği OHAL’in süreklileşmesini anlatırken verdiği ipuçlarında. Ama bunun görünür hale getirildiği her adımda, gelenek diye pazarlanan yeni mitolojinin, bildiğimiz sermaye terörü olduğu da açıklık kazanır. Onca uğraşıp devşirdiğin sendikalar bile kendilerine mitolojide yer bulamazlar. Olmaz.

Bu tek şansı tepmesi imkânsız olan Reis sınıf diktatörlüğünü açıkça ilan ederek, rejimin ve düzenin mezar kazıcılarını göreve davet etmiş oluyor. 15 Temmuz’dan en bayağısından bir yağmacılığa gidilir. 29 Ekim emekçiler tarafından dönüştürülebilir.

Durum bu olduğu için bu yobaz takımı birlikte çok çirkinleşiyorlar. Gece yarısı salası, sadece ateistlere değil, sala duyduğunda içinde cenazenin hüznünü duyumsayan sıradan insana da yönelik bir saldırıdır. Telefonda karşınıza çıkıveren cumhurbaşkanı, taraftarlarını heyecanlandırmaz. Yalnızca, ambulans çağırmak için, arkadaşından haber almak için veya bir işini çözmek için telefonun tuşlarına bastığında tacize uğrayanlardan ölesiye nefret eden biri o sesten memnun olabilir. Bu mazeretsiz nefret, hınç, şiddet duygusu insanlığın çürümesinin alametidir. Ağlayan asker afişi köprüde boğazı kesilen çocukların sevenlerine, üzülenlerine küfürdür.

Çok çirkin.

Bütün bunlardan pozitif bir şey kurulmaz. Sadece ve sadece: AKP patronlara “işte böyle böyle kârlarınızı yükselteceğim” demektedir. Dayanaksız, asılsız mitolojinin içinde tek gerçek olan budur. Bu gerçek uydurulan geleneği bin defa daha çirkin hale getirmektedir.

Sahi 15 Temmuz gecesi okunan salalar ne için okunmuş olabilir?