Türkiye’yi uçuracak dermanın, gücün tek yumrukta toplandığı Türk tipi başkanlık sistemi olduğunda ısrarcıydı Erdoğan. 7 Haziran 2015 seçimi yaklaşırken, halktan sistemi tek başına değiştirebilmek için destek istedi. “400 milletvekili verin bu iş huzur içinde çözülsün.” Cümle içinde geçen o huzur, iliklerine kadar huzursuzluk potansiyeli taşıyorduysa da o günlerde Türkiye’de hava başkaydı. Bu kez yüzler gülüyordu. Liderler kavga etmiyor, katıldıkları televizyon programlarında nükteli konuşmalar yapıyorlardı. Neşenin, adeta parti kararıyla yasaklandığı MHP hariç! Ancak partide dikkate çarpan başka bir şey vardı; belki de daha önce hiç yapmadıkları yeni bir yöntem deniyorlardı; sessizlik. İşe yaradı ve önemli bir hayra sebep oldu.

Türkiye, 7 Haziran’da sandığa giderken, kendine uzak sandığı seslere daha yakın, kavgadan-düşmanlıktan uzak, barış içinde bir arada yaşamaya istekliydi. Seçim, hiçbir partinin tek başına iktidar olamamasıyla sonuçlandı. Halk, siyasi partilere oturup konuşun, aranızda anlaşın demişti. Oturamadılar. Oturtulmadılar. İki seçim, 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 arasındaki beş aylık süreç Türkiye’nin huzurunu kalbinden söke söke alan şiddet olaylarıyla geçti. Erdoğan kendinden çok, 80 vekille meclise giren Demirtaş’a oy getirdiğine karar verdiği çözüm sürecini çöpe attı. Suruç katliamı, çatışmaların yeniden başlamasına gerekçe gösterilen Ceylanpınar suikastı, artan teröre karşı gerçekleştirilen Barış Mitingi’ne saldırı… ve koalisyon sürecini aşılmaz kırmızı çizgileriyle tıkayan Bahçeli’nin, yeniden seçim talebiyle sessizliğini bozarak ülkeyi 1 Kasım’a götüren süreci başlatması… Bu kez, 7 Haziran öncesinin umutlu insanlarının yerini, ne olacaksa olsun, yeter ki ölümler bitsin diyen endişeli, korkmuş, kabuğuna çekilmiş bir seçmene bırakmıştı. AKP, yeniden tek başına iktidar oldu. Önceki seçime göre vekil sayısı yarı yarıya düşen ve buna göre mecliste HDP’den sonra dördüncü sıraya yerleşen MHP, başkanlık sisteminin resmiyet kazanması için kolları sıvayarak Cumhur ittifakının taşlarını döşemeye başladı.

***

Erdoğan, ne Gezi’yi ne de 7 Haziran seçimlerini unutuyor. Konuşmalarında önemini tekrar tekrar hatırlatıyor ki çok haklı, iyi yapıyor. “Türkiye, 2013’teki Gezi olaylarıyla başlayan karanlık senaryonun Meclis veçhesiyle 7 Haziran 2015 seçimlerinde karşılaşmıştır. Ülkemizin üzerine belirsizlik kara bulutlarının çöktürülmeye, eski Türkiye özlemlerinin tekrar canlandırılmaya çalışıldığı, terör örgütleri eliyle siyasetin dizayn edilmeye kalkışıldığı 7 Haziran 2015 seçimlerinin asla unutulmaması gerekiyor.” Altı yıl önce halkın umut ve taleplerinin karşısına nelerin konduğunu asla unutmamalıyız. Bu karanlık süreç toplum için olduğu kadar muhalefet partileri adına da oldukça acılı bir deneyimdi. Unutmak, yeniden yaşamak demek. HDP İzmir İl Başkanlığı binasına yapılan saldırıyı, Deniz Poyraz cinayetini, ülkenin yeniden aynı yerden sınava çekildiğini göz önünde bulundurarak değerlendirmek hayati. Doğru, 7 Haziran’ın meclisi, yasaklara karşı başkaldıran Gezi sürecinin sonucuydu. Bugün de Sedat Peker’in itiraflarıyla büyük bir yolsuzluk ağıyla yüzleşiyoruz. Bir yanda pandemiyle derinleşen yoksulluk, diğer yanda kamu kaynaklarının har vurup harman savrulduğu, kayıt dışı paraların dudak uçuklattığı karanlık, pis bir yapı…İçinde bürokratından siyasetçisine, yargı mensubundan gazetecisine herkes var. İddiaların hiçbiri soruşturulmuyor. Muhatapları ya susuyor, ya da cevapları toplumu tatmin etmekten çok uzak. İçte ve dışta, aldığı kararların olumsuz sonuçlarıyla köşeye sıkışmış iktidar da hıncını halktan çıkarıyor. 7 Haziran’da “seni başkan yaptırmayacağız” diyerek AKP’nin tek başına iktidar olmasının önünü tıkayan Demirtaş hala tutuklu! Ve o el, tıpkı 2015’de olduğu gibi yine HDP üzerinde gezinmeye başladı. Deniz’in öldürülmesi, tavrını demokrasiden yana koyan herkes için yeni bir sınav. Ortak bir dil kurma aciliyetini, korkunun karşısında cesaretle durma mecburiyetini hatırlatan önemli bir işaret fişeği. Birlik için son çağrı!