24 Ocak 2021 00:26

Bir şey yapmalı, böyle yaşanmıyor

Pixabay

PAZAR
Paylaş

Bir strateji dahilinde çalışılmış tevazuda, kibrin gizlenmesi zor oluyor.

-mış gibi davranma üzerine kurulan iletişimde, satır aralarından içerideki gerçeklik sızıyor.

Bir yönetim tehdit, ayrıştırma, hedef gösterme ve korku terörü üzerine inşa edilince, çalışılmış tevazu ve -mış gibi davranma stratejisi elde patlıyor.

Bir bumerang gibi fırlatıldığı yere hızla geri dönüp söyleyeni vuruyor.

 

Geçtiğimiz seçimlerde tartışmıştık, dar gelirli ailelerin evlerine yapılan ziyaretlerde, yer sofralarından fotoğraf paylaşırken bu iktidar “Fakir ve yoksul ziyaretlerimize devam ediyoruz” diyordu.

İBB’de AKP İl Meclis Üyesi İmamoğlu’nu eleştirmek isterken aslında kendi yakınlarına ücretsiz ulaşım sağlayamadığından bahsediyordu.

Süleyman Soylu, kendisine hakaret eden sosyal medya kullanıcısının tutuklu yargılanmamasına isyan ederken, “Bakan olsam ne yazar?” cümlesinde ayrıcalığını ele veriyordu.

Hilal Kaplan, kayyım rektörü savunmaya kalkıp “Boğaziçi sadece elitistlerin değil, milletindir. Allah muvaffak etsin” dediğinde dar gelirli aileden çıkıp da Boğaziçi’ye girebilen, mezun olan binlerce insanın hikayesinde boğuluyor, elitist ve millet ayrımındaki niyeti dımdızlak ortada kalıyordu.

Fatma Gülşen Koçak, akademide yabancı dil barajının yükseltilmesi ile Anadolulu akademisyenlerin önlerinin kesileceğini iddia ederken aslında 20 yılda eğitim sistemini ne hale getirdiklerini ve kadrolarının yetkin olmadığını ağzından kaçırmış oluyordu: “Bizimkiler kazanamaz bu şekilde.”

Özlem Zengin, “AKP’den önce kadın kelimesinin adı yoktu” derken kavramların içinin nasıl boşaltıldığını açığa çıkarıyordu: Kelimelerin adı zaten olmaz, anlamı olur.

 

Niyet, kendini uzun süreli stratejilerde saklayamıyor.

Gergin anlarda ya da hayat memat meselelerinde gerçeklik sızıveriyor.

Sağlık Bakanının aşı olun çağrısına karşı muhalefetin kendini solda tarifleyen her kesiminin sıralarını bekleyeceğini beyan etmesi, sağın ise hemen ertesi gün aşıya gitmesi gibi.

İktidar, millet kavramı ile sadece kendi çizdiği sınırlar içinde kalanları tarifliyor, partili herkesi ise bu millete aslında üstün görüyor. Millet kelimesi artık çıktığı ağızlarda tevazuya değil kibre hizmet ediyor. Tabii ki devlet büyükleri dedikleri aşıyı ilk olacak, tabii ki yeni bir saray yaptırılacak, tabii ki uçakla gidilecek, tabii ki uzun konvoylarla seyahat edilecek. Çünkü millet... Ama artık cümlenin gerisi doldurulamıyor.

 

Berat Albayrak Enerji Bakanı iken: “Cumhurbaşkanımız çıksa, şuradan Ay’a kadar 4 şeritli yol yapacağım dese, Vallahi inanırız” diyen seçmenimiz var demişti.

İşte o seçmen artık, “Velev ki o yolu yaptılar, geçiş ücretini ödemeye bizim ömrümüz yetmez” diyor.

 

Kibir kadar yoksulluk da iktidar içi fikir ayrılıkları da ayyuka çıkmışken biz ne yapıyoruz? Muhalefet ne yapıyor?

Sürekli bir demokrasi bloku çağrısı yapılıyor, geçmişe dönmeyi hedefleyenden daha ileri bir katılımcı parlamenter sistemden bahsediliyor, herkes formülü biliyor ancak bir iki yan yana fotoğraftan öte geçilemiyor. 

İktidar, tehditkar, hakaretamiz bir dili pelesenk etti ülkeye. O sertlikle muhalefet istese de uzlaşmacı söylem kullanarak baş edemiyor.

AKP’nin Genel Başkanı İbo Show’a katılan konukların eleştirilmesine bile konuşmalarında eleştireni suçlayarak yer verecek kadar gündemi detaya boğduğundan asıl soruna gelmek de kolay olmuyor.

 

2017’deki referandumda her gün, Şili’de Pinochet’in 25 yıllık diktatörlüğüne son veren kampanyanın anlatıldığı NO filminden bahsedildi.

Umutluyduk, bizde de coşkulu bir HAYIR kampanyası sürüyordu.

O referandum kaybedilince hiçbirimiz bu filmi bir daha anmak istemedik, kırılan umutlarımızın müsebbibi oymuş gibi.

Oysa hâlâ geçerli birçok ders var filmde.

Filmde zafer, kritik anlarda tüm muhalefetin tek bir kampanya altında birleşebilmesi ile ortaya çıkıyordu. Firesiz.

Benzerlikler çoktu mesela kampanya için toplam TV süreleri 5 dakikaydı. Yıllardır yaşanan yandaş medyada hiçbir muhalif liderin doğru dürüst yer bulamaması sorunumuzla aynı.

Başlarındaki bir sahneden kısa bir alıntı yapmak isterim.

Filmde referandum için hazırlanan kampanya videoları izlenmektedir. Videolarda işkence, gözaltında kayıplar, sokak infazları, polis şiddeti anlatılmaktadır.

Reklamcı René Saavedra sorar: Bu kampanyanın mı kazandıracağına inanıyorsunuz, burada hiç hoş bir şey yok?”

“Ana hedefimiz oy vermek isteyenlerin farkındalığını sağlamak” denir yanıt olarak. 

“Dikta rejimi ülkeyi mahvetti, halkın yüzde 40’ı açlık sınırı altında yaşamaya mahkum ve ekonomi böyle giderse daha kötü olacak. Zaten hoş bir şey yok ki” denir.

Bir kısım, “Bazıları sadece dikta rejiminin gitmesini yeterli görüyor, reform niyetleri yok” diye ittifaka eleştirel yaklaşır.

“Kazanacağımızı düşünmüyoruz. Bu referandum çağrısını faşist sağ yaptığı gün biz bu seçimi zaten kaybettik. Kazanmamıza izin verip vermeyecekleri bir yana asıl sorun kaybetseler bile bunu kabul edip etmeyecekleri”, “Zaten oylama hileli olacak, biz ancak halkta bir farkındalık yaratabiliriz, diktaya rağmen açabildiğimiz alanları kullanabiliriz” yanıtlarını alır.

Filmi de tarihi de biliyorsunuzdur. Sonunda Pinochet yüzde 54.6, “hayır” ile kaybeder.

Kampanya Şili halkına ne için hayır dediklerini anlatır, nasıl günlere ulaşmak için. Doydukları, gülebildikleri, özgürleştikleri günlere.

 

Baskının dozunu artırdığı, iktidarın kibri tevazu altında saklamak zorunda bile hissetmediği, alanlarımızın daraldığı, halkın seçimle gitmeyecekler kaygısında yıprandığı, hayal kurmayı bıraktığı, özgürlüğün neye benzediğini unuttuğu bu süreçte, kendi içlerinde kırmızı çizgileri çakışan tüm muhalefeti NO’daki gibi bir gökkuşağı altında toplamak mümkün mü?

 

Parlamenter sistemin gerçekte neye benzediğini, katılımcı demokrasinin nasıl bir şey olduğunu unuttu halk.

Bir reklamcılık gerçeği: Aynı mesajı sürekli verirseniz bilinçaltına kazınır.

İktidar 20 yıldır her gün ele geçirdiği medyada, istikrar da istikrar dedikçe bazen hemfikir olmamanın bir denge yaratacağı hiç konuşulmaz oldu.

Azarlı, tehditli üslup, siyasi münazara alışkanlığını yok etti. Açık oturumlarda liderler birbirlerine muhalefet ederken hazır cevaplıkları, bilgi ve birikimleri, kıvrak zekalı esprileri ile ön plana çıkarlardı.

Bu da prompterlara dayalı bir hitabetten çok daha gerçekti. 

 

Şu an Mecliste temsil edilsin edilmesin tüm siyasi parti genel başkanlarının bir araya gelip konuşabilecekleri bir ortam neden denenmiyor? Yandaş medya izlenme oranları yerlerde, bu oturum yapıldığı kanalı belli ki izlenmede zirveye taşıyacak.

Kanalların kapatılıp lisanslarını kaybetme korkusu mu var? O zaman sosyal medya kanalları ne güne duruyor? Neredeyse 1 yıldır her görüşmeyi dijitale taşıyabilmişken hele?

 

Bu açık oturumda muhalefetin tamamının uzlaşabileceği, uzlaşmadıkları hususlarda halka bunun bazı kesimler için bir avantaj da olabileceğini hissettirebilecekleri uzun süreli, güler yüzlü, uzlaşmacı bir yayın halka gelecekte olası yeni bir meclis için umut aşılamaz mıydı? Henüz çağrısı yapılmasa da seçim için heyecan uyandırmaz mıydı? 

Örneğin Varlık Fonu, Kamu İhale Yasası, Yargı Bağımsızlığı, Sayıştay raporları, Hayvan Hakları Yasası, dünya sıralamasına yükselen ihale milyarderleri, Kanal İstanbul, yeni saray yapımı, asgari ücret, kadına şiddetin sona erdirilmesi bunlar tüm muhalefetin üzerinde hemfikir olarak tartışabileceği, halkın tamamında karşılığı olan başlıklar değil mi?

 

İçinde ne olduğu belli olmadan geçen ve uygulamada tokat gibi patladığında anlaşılan torba yasalar yerine, işlevi, temsiliyeti artırılmış, güçlendirilmiş bir parlamenter sistemde, her bir muhalefet partisinin seçmeninin çıkarları gözetilmiş yasaların, jet hızıyla değil, üzerine uzlaşılarak oylandığı bir meclis simülasyonu olmaz mıydı bu?

Uzlaşamadıkları noktalarda liderlerin, birbirlerine bağırarak hakaret ve tehdit ettiklerini değil, birbirlerine müstehzi gülümseyerek laf çarptıklarını izlesek çok mu yabancı gelir? Tarzımız sayılırdı oysa bir zamanlar?

Tecrübeli, tarafsız bir gazetecinin bir meclis başkanı inceliğinde modere edeceği açık oturum, gazeteciliğin de itibarını iade etmiş olurdu. Bir zamanlar ekranda moderatör, başbakanları bile süresini aştığında sustururdu.

Katılımcı demokrasi dersine çevirmek istersek bu işi; halk sağlığı konuşuluyorsa TTB’den, Kanal İstanbul mevzu bahisse TMMOB ve çevre örgütlerinden, Yargıysa baro başkanlarından da konuk eklenir. 

Sanmıyorum süresi 3-4 saate çıktı diye izleyici kanal değiştirsin. Diğer kanallarda nasılsa aynı on kişi, bininci gündür milyonuncu farklı konuda birer uzman gibi ahkam kesmekte olacaktır.

 

Yeni bir sistemde herkes iktidar ortağı olmayacak elbette, şahsen ben de büyük ihtimalle

-velev ki oldu- bir koalisyonun dışında hissedeceğim kendimi.

Ama bu bir yandan da ileride kimlere nasıl muhalefet edileceğinin kritik bir seçimi olacak. Bu ülkede bir zamanlar milyonlarca işçinin Tandoğan’a çıkması, istemedikleri bir yasa önerisini masadan kaldırtırdı. Kalkmazsa hükümet dağılırdı. 

Şimdi kayyım rektöre hayır diyen öğrencinin sabaha karşı koçbaşıyla çelik kapısının kırıldığı bir dönemdeyiz, Dilek Doğan kendi evinde sırtından vurulduğundan beri evlerimizde bile özgür değiliz.

Önce ortak paydaların en büyüğünde buluşup sonra teoride, beklentilerde, mücadele yöntemlerinde ayrışmak, bazı konularda birbirimize “haklısın” demek de imkansız değil.

 

Tevazuda gizli kibir, satır arasında yatan gerçek zaten izleyici tarafından görülür. Orada takdir yine halkındır. Yan yana izleyebilse, farkları kendisi de değerlendirebilir.

Maksat, pandemi yüzünden ayrı lokasyonlardan bağlanılsa da sanal kutucuklarda yan yana gelinmiş bir ekranda da olsa aynı karede durabilmek.

Davete icabet etmeyeceğini düşündüğüm sadece iki genel başkan var, ikisi de iktidardalar.

Varsın gelmesinler, kendilerine zarar.

En azından bir kez olsun onlara zarar yazar.

 

En zoruma giden, beynimize bir strateji dahilinde sistematik söylemlerle kazındığını bile bile ezberletilene boyun eğmek.

İhtiyacımız olan çatı kampanya bence budur.

 

Evet seçimle gitmeyecekler çünkü seçimle gidilmez, gönderilir.

Evet yeni seçim yasası çıkarabilirler, evet parti kapatmalara gidebilirler. Bunu aşmanın yolu muhalefetin atacağı adımların, iktidarın değiştirdiklerinden daha büyük ezberleri bozabilmesi. Ve evet bir sürü siyasi tutsaklık yaşanabilir ama birilerinin bize umut vermesi, hedef göstermesi gerekir çünkü gözümüzle gördüğümüze inanırsak kitle büyür, hareketlenir, 45-50 milyon insanı birden tutuklayamazlar.

 

Bugün ikizlerim 15 yaşına giriyor, anneleriyim, dünyaya getirmişim şimdi yüzlerine bakıp “Yarın her şey daha beter olacak” denilmiyor. Umut devşirmek gerekiyor. Onu da işte binbir çabayla yeşertince insan içinde tutamıyor.

 

Ben fikrimi yazmış olayım.

Takdir sizin.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...