Bazı şeyler kafamda oturmuyordu, sürekli soru sormak, aklımdaki sorulara cevap bulmak istiyordum. Bir gün okulda sorulardan birini öğretmenime sordum: "Bizi kim yarattı öğretmenim? Herkes Allah yarattı diyor. Fakat siz farklı şeyler söylüyorsunuz. Neden öyle düşünüyorsunuz? “

Öğretmenimiz “Allah’tan bir çikolata iste bakalım verebilecek mi? Biz maymundan yaratıldık" diye sert bir şekilde bana cevap verdi.

Bizim maymundan yaratıldığımızı duyunca hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Dedelerimizin maymun olmasının üzüntüsünü içimde tutamamıştım. Öğretmenimiz bu durumu gördükçe, “Hayır sen yakışıklı maymundan yaratıldın” diye beni avutmaya çalışmıştı.

Daha sonra Enver Aka iç çekerek devam etti:

Ateist rejimin hüküm sürdüğü, milli gayelerin olmadığı bir dönem hâkimdi. Camilerin hepsi kapalı ve ahırlara ve hatta genelevlere dönüşmüştü. Ben bunların hepsini gözlerimle gördüm. Mesela Taşkent'te çok güzel camiler ve mescitler vardı fakat bunların hiçbiri açık değildi.

Etnik çatışmaların temelini atarak, kardeşi kardeşe kırdırarak, kendini vazgeçilmez ve istikrarın koruyucusu gibi gösteren Sovyetlerin ise asıl amacı farklıydı. 1988-89 yıllarında ayaklanmalar başladı. Daha sonra Aral Gölü kurumaya yüz tuttu. Gitgide büyüyen ekolojik sorunlar insanların sağlığını de büyük ölçüde etkilemişti. Kadın hastalıkları, düşük riski, kanser çoğalmıştı. Olaylar art arda patlak vermeye başladı. Ahıska Türkleri ile yaşanan sorunlar, bölgedeki kardeş gruplar arasındaki kavgaların arkasında KGB’nin olduğu gün gibi aydındır.

Çok iyi hatırlıyorum, 1989'un 1 Mayıs’ında miting olacaktı. Taşkent'te kar yağdığı için miting iptal olmuştu. Sonraki günlerde öğrenciler Özbek dilinin devlet dili olması talebiyle yürüyüş yaptılar. Tabii o zamanlar küçüktüm, bağımsızlık sözünü dahi bilmiyordum. Rusların bizim topraklarımızı işgal ettiği aklımın ucundan bile geçmezdi. Okullarda bizlere böyle bilgiler öğretilmiyor ve hatta yanlış tarihler ezberletiliyordu.

Bağımsızlık sözünden çok etkilenmiştim, kendi dilimizin devlet dili olması ne demekti? Artık araştırmalara yöneldik. Arkadaşlarımla gizliden camilere gidiyorduk.

Yavaş yavaş da olsa ezan sesini duymaya başlamıştık. Artık sandıklara saklanan Kur’an-ı Kerim’i anne ve babalarımızın elinde görüyorduk. Kitaplığımızın en yukarı ve en güzel köşesinde yerini almıştı. Benim de ilgimi çekiyordu. Hz Muhammed peygamberimiz, Kur’an-ı Kerim kitabımızdı.

Yeni yeni idrak ediyordum. Bize okullarda ise peygamberimizi yalancı ve hastalıklı biri olarak tanıtıyorlardı. Bağımsızlık bize milli kimliğimiz ile beraber, dinimizi özgürce yaşama hakkımızı da geri verdi. Gözyaşı ile açılan sandıkların içerisinden sadece Kur’an-ı Kerim çıkmadı, bir toplumun yaşanmışlıkları, tarihi ve anıları da hatırlandı. Artık kimse korkmuyordu, açılan sandıklar korkuyu kapatmıştı.