YAZARLAR

Bir kez daha Trump kaybetti Esad kazandı

Suriye, Rusya, İran ve “direniş ekseni” bu saldırıyı da kendi lehine sonuçlandırmayı başardı. Suriye’de süreç zaten geri döndürülemez bir şekilde yönetimin lehine işliyor. Saldırının yaşandığı sabah elinde çantasıyla ofisine girerken verdiği görüntü ile “sağlam mesaj” veren Esad zaten halk içinde yüksek düzeyde olan desteğini daha da arttırdı.

ABD ve müttefiklerinin Suriye’ye saldırısının sınırlı tutulması tercih miydi zorunluluk muydu?

Saldırı öncesinde “Trump Esad’ı vursun yerine bizim istediğimiz biri gelsin” beklentisinde olanlar şimdi kızgınlıkla ABD’nin neden etkili bir saldırı düzenlemediğini soruyorlar. Bu soruyu soranlar bölgeyi iyi tanısaydı soruyu “neden etkili saldırmadı” değil “neden etkili saldıramadı” diye sorarlardı.

Bu sorunun cevabına geçmeden önce saldırı ile ilgili dikkat edilmesi gereken noktalara göz atalım:

FUKUS (Fransa, İngiltere, ABD) saldırısında hedef alınan yerler ne Suriye ne de müttefikleri için hayati önemde yerlerdi.

Şam’daki Bilimsel Araştırmalar Merkezi adı üstünde bilimsel araştırmalar yapılan bir yerdi ve lise çağındaki öğrencilerden, üniversite öğretim görevlilerine uzanan bir yelpazede çeşitli alanlarda araştırmalar yapılıyordu. 2017’de bu merkezin de içinde bulunduğu yeri ziyaret etmiştim. Tarımsal araştırmalar yapılan bölümde büyükbaş hayvan ahırları ve tavuk çiftliği vardı. Burada üretilen süt askerler başta olmak üzere halka satılıyordu. Daha önce İsrail’in iki kez vurduğu bu yerde o saldırıların kalıntılarını da gördüm. Gerçekten de ineklerin bulunduğu bina da vurulmuştu. İsrail’in Ocak 2013’teki ilk saldırısında ise tavuklar telef olmuştu. ABD’nin bu saldırıda vurduğu bina ise arazinin şehir merkezine uzanan kısmında ve etrafı apartmanlar ile dolu. Şam Borsa binası da bu binalara çok yakın. Ancak her nedense yerle bir edilen bu kimyasal tesisinden etrafa bir gaz ya da duman sızıntısı olmadı!

Burada başka gizli araştırmaların yapıldığı binalar var mıydı, elbette kesin olarak bilemeyiz ancak ne olursa olsun bu bina ve diğerleri daha önce OPCW uzmanlarının girdiği ve “temiz” raporu verdiği bir yerdi. Dolayısıyla bu tesisler bütününün vurulması askeri ya da siyasi açıdan yönetime hiçbir şekilde zarar vermedi.

Pentagon’un açıklamalarına göre vurulan diğer iki hedef Humus yakınlarındaki kimyasal deposu olduğu iddia edilen Şinşar silah deposu ve yine Humus yakınlarındaki bir başka depo. Bu iki deponun vurulmasının da bir önemi yok.

Sanılanın aksine Suriye’nin askeri kapasitesi sekiz yıllık savaşa rağmen yerli yerinde duruyor. İstisnaları da var ancak dikkat edilirse bugüne kadar çatışmalarda kullanılan tanklar, personel taşıyıcılar, uçaklar hatta birkaç kez kullanılan Scud füzeleri bile hep eski ve hurdaya çıkarılacak silahlardı. Bu silahların bir kısmının kaybedilmesi nitelik açısından Suriye’nin askeri gücünü zayıflatmadı.

Suriye ordusunun konuşlanması “ezeli düşman” İsrail’e yönelik(ti) ve bu durum içeride yürütülen savaşa rağmen değişmedi. Daha çok füze gücüne dayanan bu konuşlanma Dera ve kırsalı ile Süveyda, Kuneytra gibi illerde yoğunlaşıyor. Şam güney ve batı kırsalları da bu “savunma düzenine” eklenebilir.

Nitelikli silahların (füze gücünün) muhafaza edilmesinin iki nedeni var: Birkaç istisna dışında kullanılmayan bu silahlar çok ağır ve “asıl savaş” ihtimali için bekletildi.

Saldırının “sınırlı tutulmasının” sırrı da burada yatıyor. Hafız Esad 80’li yıllarda yaptığı bir konuşmasında “Suriye yok olacaksa İsrail ile birlikte yok olur” demişti. Bu söz Suriye’nin askeri stratejisinin özetidir ve ABD de Batı da bunun farkındadır.

Bu söze Esad’ın “Suriye fay hattıdır” söylemini de eklemek lazım. Esad’ın isyan başladığında “kendisine bir şey olması ve Suriye’nin tehlikeye düşmesi durumunda yapılacaklar konusunda” devletin ilgili şahsiyetleri ile toplantı yaptığı da biliniyor.

Eğer Suriye’ye yönelik saldırı gerçekten Suriye’yi yok etmeye yönelik olursa sadece Suriye değil “direniş ekseni” adı verilen örülü güç de bu savaşa katılır ve Ortadoğu sadece Suriye için değil diğer ülkeler için de cehenneme dönebilir. Bu durumda savaşı başlatanların da önünü kestiremeyecekleri bir süreç tetiklenebilir.

Suriye’nin Irak ya da Libya olmadığı zaten geçen sekiz yıl içinde görüldü. Bu arada Suriye’nin Rus desteğine yaslandığı ve Rusya’nın Suriye’yi koruduğu görüşüne de değinmek lazım. Rusya Suriye’ye 2015 sonlarında girdi (O dönemde Suriye gerçekten zayıflamış ve Rusya’ya ihtiyaç duymuştu). O döneme kadar Batı saldırabilecek olsaydı saldırırdı ancak yukarıda saydığım nedenler bu olasılığa engel oldu. Diğer yandan dikkat edilirse tek kutuplu dünya düzeninde “Rus ayısının” uyanması ve tekrar sahneye çıkması Suriye’nin sergilediği duruşa denk gelir. Eğer Esad Kaddafi gibi zayıf ya da Batı ile pazarlıkçı bir duruş sergileseydi şimdi muhtemelen çok farklı senaryolardan bahsediyor olurduk.

ABD’nin neden “yeterli” şekilde vurmadığını sorgulayanlar gibi bir diğer kesim de “sonuçları ağır olur” açıklamasına rağmen Rusya’nın bu saldırılara neden cevap vermediğini soruyor.

“Caydırıcılığın” yanı sıra söylenebilecek tek şey şu: Gerek yoktu / kalmadı.

Zaten Rusya’nın uyarıları iki başlık altındaydı: Suriye’ye büyük zarar verilirse ve/veya Rus askeri varlığına zarar verilirse cevap verilecekti.

Diğer yandan Rusya’nın bir süre sadece “savunma” pozisyonunda kalacağı belliydi. Çünkü FUKUS’un saldırdığı ülke Suriye’ydi ama Rusya cevap verseydi devlet düzeyinde doğrudan bu ülkelerden birine saldırı yapmış olacaktı. Saldırının hedefinin bu ülkelerden birinin uçağı ya da gemisinin olmasının gerektiği böyle bu durumda Rusya “tetiği ilk çeken” durumuna düşecekti.

Aslında Rusya’nın dolaylı olarak cevap verdiği ortada. Suriye’nin savunma için Sovyetler Birliği döneminde alıp Rusya’nın da yardımı ile modifiye ettiği sistemleri kullandı.

Bu sistemler yetersiz kalsa ya da hedefler sembolik önemi büyük olan başkanlık sarayı gibi yerler ve/veya şehir merkezleri olsaydı muhtemelen S-400 sistemi devreye girecekti. Yani Suriye bu saldırıya “Rusya’nın gözetiminde” ama tek başına cevap verdi. Suriye açısından bakıldığında bu saldırıda sergilenen savunma bir başka açıdan uzun zamandır ilk kez yapılan ve başarı ile sonuçlanan ciddi bir tatbikat ve İsrail’e de verilen bir mesajdır.

Öte yandan Rusya ve İran’ın sadece karşı söylemlerle yetinmesi Suriye’deki ABD varlığına ya da bu saldırılardan önce Humus’un doğusundaki T – 4 (Tayfur) askeri üssüne saldırı gerçekleştiren İsrail’e karşı bundan sonra da sessiz kalınacağı anlamına da gelmiyor.

ABD bu saldırı ile zamana yayılan ve örgütler vasıtası ile yürütülecek yeni bir sürecin kapılarını da açmış oldu. Ortadoğu’daki “direniş varlığı” kendi yöntemleri ile ABD ve İsrail’e cevap vermeye çalışacaktır. Diğer yandan ABD’nin her saldırısı İran’ın motor gücü olduğu “direnişin” etkisini daha da arttırıyor. Irak’ta olanlar ortada, Suriye ve Lübnan için de aynı durum geçerli.

Rusya’nın hemen müdahale etmemesinin siyasi sonuçlarını da görmek gerekiyor. ABD ve müttefikleri bundan sonra Suriye’ye saldırmayı düşünürse çok daha güçlü argümanlara ihtiyaç duyacak.

Kimyasal gerekçesi artık Batı kamuoyunda da kendini tüketiyor. OPCW’nin Duma’da yapacağı incelemenin sonuçları yaklaşık bir ay sonra açıklanacak. Bu raporda kimyasal kullanıldığının ifade edilmesi düşük olasılık ama öyle olsa bile kimin kullandığı konusundaki belirsizlik devam edecek.

Bu saldırı Suriye merkezli mücadelede yeni bir süreci de başlattı. Rusya “tanıdığı bu toleranstan sonra” bundan sonra yaşanacak benzer saldırılarda farklı bir tutuma girme hakkını da elde etmiş oldu. Trump’ın “Let’s party” çağrısı Macron ve Teresa May tarafından sevinçle karşılanmış olabilir ama Avrupa ve Amerika’da saldırıya desteğin sanıldığı kadar rağbet görmediğini söyleyebiliriz.

Suriye’de gerektiği kadar kalmaya devam edeceğini açıklayan ABD’yi de zor günler bekliyor Suriye sahasında.

Türkiye kendi dert ve hesaplarında. Ankara’nın Suriye sınır komşumuz olduğu için sorunun yerel olduğunu düşünmesinin büyük yanılgı olduğunun anlaşılması daha ne kadar sürecek? Diğer yandan en ufak bir gelişmenin bile yalpalanmalar yarattığı bir politika ne kadar sürdürülebilir?

Ortadoğu’da ve Ortadoğu için mücadele iktidar yandaşı yazarların sandığı gibi oyun değil. Atılan her adım sınırlarımız dışında kaldığı sanılan süreçte sadece “o taraflar” için değil “bu taraflar” için de yeni olasılıkları gündeme getiriyor ve süreç gün geçtikçe yönetilmesi daha zor bir hale geliyor.

Suriye, Rusya, İran ve “direniş ekseni” bu saldırıyı da kendi lehine sonuçlandırmayı başardı. Suriye’de süreç zaten geri döndürülemez bir şekilde yönetimin lehine işliyor. Saldırının yaşandığı sabah elinde çantasıyla ofisine girerken verdiği görüntü ile “sağlam mesaj” veren Esad zaten halk içinde yüksek düzeyde olan desteğini daha da arttırdı.

Lübnanlı gazeteci Elijah J. Magnier son makalesinde Guta ile ilgili planları ve ABD’nin saldırmasının nedenlerini irdelemiş. Magnier Suriye ordusunun İdlib’e ilerleme hazırlıkları yaptığı sırada Şam çevresindeki gücünün azalacağını öngören ABD de Tenef bölgesinden Guta’ya militan gönderme hazırlıklarına başladı. Plan Guta’daki militanlarla birleşen diğer militanların Şam’a büyük saldırı başlatması temeline dayalıydı. Bunun üzerine ordu İdlib’i kesip Guta’ya yöneldi ve ABD bu planının suya düşmesi nedeniyle saldırdı.

ABD bu kez de kaybetti ancak denemelere devam edecektir. Ancak bu ve/veya bundan sonra yaşanacak saldırılar ve Cenevre gibi hamleler süreci engelleyemez, sadece geciktirir. Cenevre süreci devam ederse de sadece Suriye yönetiminin istediği sonuç çıkar.

Bunun önüne geçebilecek tek gelişme Suriye’ye toptan savaş açmak olur ki bu yazıda bunun neden olamayacağını ya da olması durumunda nelerin yaşanabileceğini anlatmaya çalıştık.


Musa Özuğurlu Kimdir?

Gazeteci. Mesleğe 1994 yılında başladı. Çok sayıda radyo ve TV kanalının haber merkezlerinde editörlük, muhabirlik, program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında TRT Türk’ün Suriye temsilcisi olarak çalışmaya başladı. Suriye’de 2011’de başlayan süreci 2016 yılına kadar yerinde takip eden az sayıda yabancı gazeteciden biridir. Alanı Suriye başta olmak üzere Ortadoğu. Serbest gazeteci olarak çalışmaktadır.