Filiz Aygündüz

Filiz Aygündüz

filiz.aygunduz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Sevgisinden, şefkatinden sual olunmayan, çocukluğumun en büyük kahramanıydı Sultan Hanım... Babaannem. En iyi arkadaşımdı aynı zamanda. Birlikte dut toplardık ağaçlardan. Çimenlere uzanıp yerdik. Üç ayda bir maaşını çekmeye giderdik Ziraat Bankası’na. Dönüşte Kör İhsan’a uğrar, oyuncak alırdık her defasında. Harçlığın mı bitti koş babaanneye... Annen mi kızdı, saklan babaannenin arkasına... Baban izin mi vermedi arkadaşına gitmene, koyuver araya babaanneni... Sonra o güzel masalları, geceleri anlattığı, dinlemeye doyamadığım...

Haberin Devamı

On iki on üç yaşlarımdayken başlangıçta yaşlılığa bağladığımız unutmaları giderek arttı. Aynı soruları defalarca tekrarlamalar. Nerede olduğunu anlamamalar. Evden çıkıp kaybolmalar. Bir gece iniltisine uyandım. Vazgeçmediği yaylı divanın altında buldum onu. Yerler kan içinde... Artık ne arıyorduysa, takılmış eli yaylara, kesilmiş derinden. O günden sonra yavaş yavaş kaybettim onu. O pırıl pırıl hafızası griye döndü. Kademeli olarak her şeyi unuttu. Giyinmeyi, yemeyi, babamı... Bir gün beni de unuttu. Ben ölümü ilk o gün fark ettim.

Bir insanı yaşarken kaybetmenin acısı, ağırlığı, yalnızlığı... Alzheimer... Sonraları çok okudum bu konuda. Dr. Alzheimer’ın biyografisini hatmettim. Ne bulduysam izledim. İnsan beyninin o muhteşem yapısı nasıl oluyordu da o hale geliyordu? Bazen başa bela da olan kuvvetli hafızanın bir deri bir kemiğe dönmesi hep çok dokundu bana, hâlâ da çok dokunur. Acımasız bir silginin silmesi bütün geçmişi. Geleceğin kalem tutmaması... Anısız, tüm farkındalıkları kaybetmiş bir beden olarak kalmak...

Bu hafta, Alzheimer’ı konu alan, geçtiğimiz hafta vizyona giren Paolo Virzì’nin yönettiği ‘The Leisure Seeker / Karavan’ filmini izledim.

Alzhei- mer’lı John (Donald Sutherland) ve kanserli Ella (Helen Mirren)... Muhtemelen yarım asrı devirmiş bir evlilik. İki çocuk, torunlar... The Leisure Seeker adını verdikleri karavanla yola çıkıyorlar bir gün. Kimseye haber vermeden. Boston’dan Key West’e uzanan bir tatil programı yapmışlar. Edebiyat profesörü olan John’un en büyük arzusunu da gerçekleştirecekler bu seyahatte: Hemingway’in müze evini görmek! Çocukları durumdan haberdar olduklarında paniğe kapılıyor ama telefonla ulaştıkları annelerini geri dönme konusunda ikna edemiyorlar. Onlara göre bu iki hasta insanın ilaçlarını alıp evde uzanmaları lazım.

Haberin Devamı

Karavanı John kullanıyor. Ella her şeyi organize etmiş. John’un yanında co-pilot görevinde. Yol boyu geçmişten, güzel anılardan söz ediyorlar. Karavanı park edip konakladıkları yerlerde masalarını kurup bembeyaz örtülerini seriyorlar. Keyifle yenen yemekler, tatlı bir sohbet, eski fotoğraflara bakmak suretiyle tazelenen anılar. Ne var ki John sık sık nerede olduklarını unutuyor, Ella’yı tanımadığı zamanlar oluyor. Zaman zaman bunalsa da, Ella her seferinde kocasına her şeyi yeniden hatırlatıyor. Altına kaçırdığında, onu temizleyip yeni çamaşırlar giydiriyor. Ki bunu merhametle, o koca adamı hiç incitmeden, sabırla yapıyor. Birini gerçekten sevmek nasıl bir şey, bir kez daha anlıyor insan. Yolda başlarına gelmeyen kalmıyor tabii... Ucuz atlatılan kazalar, John’un kayboluşları... Ama onlar mutlu. Birbirlerine olan sevgilerini tazeleme fırsatı buluyorlar. Aynı zamanda tatsız sırlar da dökülüyor ortaya, Ella’yı deliye döndüren. Hayat arkadaşının yaralı zihninin hatırına sineye çektiği.

Haberin Devamı

Hüzünlü ama ağırlık yapmayan güzel bir film.

Babaannemi çok özledim.