Çanakkale zaferinin 100. yılını kutluyoruz. Gelibolu dünya savaş tarihinde önemli bir yeri olan ve pek çok ilkin yaşandığı bir yarımada. Anadolu’nun dört bir yanından gelip yek vücut olup, düşmana geçit vermeyenlerin künyelerini şehitliklerdeki mezar taşlarında okuyabilirsiniz.

Gazilerin, şehitlerin bir böalümü okumuş, meslek sahibi olduğu gibi onların yanında henüz lise son sınıftaki gençler de var. Size bugün Buket Uzuner’in GELİBOLU adlı romanından bu askerlerden birisinin, İhtiyat Zabiti Mülazim (Yedek Subay Teğmen) Ali Osman’ın ailesine yazdığı mektuplardan bir bölüm sunmak istiyorum.

Son günlerde komutanında erine kadar bütün birliğin göstermiş olduğu yiğitlik ve fedakarlık sebebiyle bazı yeni terfiler gelmiştir. Ali Osman
Mülazimliğe (teğmen) terfi etmiştir.
‘’……….
………..
Asker olmamı hiç istemeyen rahmetli pederim, Harp Okulu’na gitmeden mülazim rütbesinde bir zabit olduğumu duysaydı bunu nasıl karşılardı kimbilir. Kıymetli bir hekim ve vatanperver bir şahsiyet olan pederim bana sık sık ‘ Askerlik, harp ve sulh esnasında farklı olan tek meslektir.’ dediğini hatırlıyorum. Vatan müdafası mevzu bahis olunca bilhassa şimdi burada karşı karşıya bulunduğumuz gibi birleşmiş hristiyan aleminin memleketimize tecavüzü durumunda bu milletin her ferdi bir asker olmak zorunda bırakılmıştır. İngilizler kendi sömürgelerindeki müslümaları da Çanakkale’ye getirmiş ve biz Müslüman kardeşlerine karşı harp ettirmektedir.

Gelecekte tarihçiler bu harp hakkında ne yazacaklar bilmem ama Çanakkale Muhabereleri Türklerin bi nefsi müdafaa mücadelesi olduğu kadar kardeşlerini körü körüne sadece Müslümanlık bağlarına dayanarak seçmeleri gerektiğinin kanlı bir hikayesi olduğu kesindir.

Çanakkale Cephesine geldiğimiz vakit, İstanbul’u sivilleri bilhassa benim gibi yabancı dilleri konuşan, yemek seçerek dadılarla, kalfalarla büyümüş yüzlerce paşazade genci –‘muhallebiciler’ diyerek alaya alan efratla şimdi artık can kardaşı olduk. Zaten bizim fırkada artık muvazzaf ve ihtiyat (yedek) diye bir taksimat kalmadı. Yoluna seve seve canımızı koyduğumuz bu şerefli mücadelede hepimiz et ve tırnak kadar kaynaştık. Anadolu’nun dört bir yanından çoluğunu çocuğunu bırakıp Çanakkale’ye koşmuş Anadolu yiğitleri, uşakları, dadaşları, kürtleri, can kurbanları burada yakınen tanıyıp sevmeyi öğrendim. Bu memleketin fertleri aynı ülküyü paylaşmaktadır. Bu vatan bizimdir ve onu birlikte müdafaa etmekteyiz.

Neferin maneviyatını yüksek tutabilmek için biz zabitler hergün traş oluyoruz. Açlık susuzluk, pislik gibi dertlerle baş edebilen evladınız tahmin edebildiğiniz üzere uykusuzluk denen afete karşı dayanıklı değildir. Uykusuzluk belasıyla başa çıkabilmek için sık sık siperleri gezip efratla sohbet ediyor, kendimi meşgul ediyorum. Yine de uyku beni çekiyor, can evimden vuruyor. Sağ kalır eve dönersem günlerce rahat döşeklerde uyuyacağımı hayal etmekteyim.
…………
Düşman, aralarda sadece on nefer boyu mesafecik bulunan siperlerimize bazen sardalya konserveleri veyahut reçel kutuları fırlatıyor. Bizimkilerde sigara paketleriyle karşılık veriyordu. Düşmanlar arasında hem de sıcak cephede böyle şakalaşmak cihanda duyulmuş şey midir? Bu şakacı düşmanın İngiliz veyahut Fransız değil okyanustaki sömürge adalarından toplanan Avustralyalı, Zelandalı hatta Kanadalı gençlerden meydana getirilmiş ANZAK ordusuna mensup askerler olduklarını artık biliyoruz. Bıraksalar  beraber eğlenmeye pek hevesli olan gençlerin arasında hiçbir ferdi husumet (kişisel düşmanlık) yoktur.

Değerli valideciğim bu güzel hayallerimi kağıda dökerken dışarıda bombalar patlamaya başlamış bulunmaktadır. Bu çileli mektuba son verir mukaddes ellerinizden öperim canım, hayali daima yanımda dolaşarak beni koruyan, kokusu burnumda tüten çok sevgili anacığım benim.

Sizi ebediyen seven oğlunuz
Mülazim Ali Osman
Çanakkale Cephesi