Merkez Bankası, “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” şeklinde ifade edilen yerli ve milli iktisat yasasını çiğneyerek “kaçınılmaz hale gelen enflasyon artışını” frenlemek için faizi % 2 artırdı. Size bu ürkek kararın mantığını anlatayım. Türkiye “çift paralı” bir ekonomidir. Bu ülkede enflasyonu “TL’nin faizi değil, kur artışı” belirler. Bu ilişkiye de “devalüasyondan enflasyona geçiş” denir. Türkiye’de TL faizini artırmanın gerekçesi, hiçbir zaman, tek para birimli ülkelerde olduğu gibi, “yatırımları caydırıp, toplam talebi düşürerek enflasyonu frenlemek” olmamıştır. Maksat hep, döviz fiyatındaki spekülatif artışları baskılamaktır. Burada spekülasyon “Döviz alıp, kur artışını beklemek, TL’de kalıp faiz almaktan daha kârlıdır” diye düşünmektir.  Merkez Bankası Başkanı’nın işten atılmayı (?) göze alarak yaptığı bu faiz artışından sonra, döviz fiyatları, önce biraz sendeledi, sonra eski düzeyine geri geldi ve hatta onu da aştı. Küçük bir hatırlatma: 2002’nin Kasım ayında AKP iktidara geldiğinde, bir dolar eski parayla 1.700.000 TL idi. Bugün 7.8 YTL.  Yani dolar kuru, 18 yılda 4.7 katına çıkmış. Sloganı “Türkiye hazır, hedef 2013”olan AKP için hiç de övünülecek bir sonuç değil bu. Bakalım 2023’te dolar, “eski parayla” kaç milyon lira olacak?

KIRK YIL ÖNCE KIRK YIL SONRA

Bir an için geçmişe, mesela 1979’a dönelim. “Karaoğlan” halkçı Bülent Ecevit kasım ayına kadar Başbakan’dı. Benzin karneyle satılıyor, elektrik her gün programlı olarak 4 saat kesiliyordu. Kış aylarında yakıtsızlıktan sobalar ve kaloriferler doğru dürüst yakılamıyordu. Margarinden, ampule; hemen her malın kıtlığı çekiliyordu. Çünkü fiyatlar “tüketiciyi korumak için” devlet tarafından tespit ediliyordu. Bu yüzden karaborsa oluşmuştu. Döviz dahil, piyasada her malın iki fiyatı vardı. Dolar fiyatı bir yılda yaklaşık 26 TL’den 40TL (hatta 70 TL’ye) çıktı. Rezervde sıfırı tüketmiştik (bugünlere ne kadar benziyor). Akreditif bedellerinin transferleri Merkez Bankası tarafından 18 ay gecikmeyle yapılabiliyordu. İhracat gelirleri, ithalat giderlerini karşılamaya yetmediği için ülkeye fahiş faizle “sıcak döviz” çekiliyordu. Bu amaçla “Dövize Çevrilebilir Mevduat” (DÇM) diye, günümüzün Swap’ına çok benzer bir finansal hokkabazlık icat edilmişti. Sonunda çömlek patladı, IMF geldi.

DÖVİZ FİYATINI NE BELİRLER

Türkiye gibi çift paralı “dış-borç-kolik” ülkelerde döviz kurunu (veya parası döviz olan ülkelerin para birimlerinin çapraz kurlarını) “arz ve talep” belirler. Evet, fiyatı belirleyen “arz ve talep” kanunu halen yürürlüktedir ve ebediyen yürürlükte kalacaktır. Bir malın (döviz de son tahlilde bir maldır) talebi, iki bileşenden oluşur. Birincisi; o mala duyulan ihtiyaçtan doğan “operatif talep” ikincisi ise, o malın fiyatının artacağını düşünerek,  ihtiyacı olmadığı halde o maldan istifleyerek kâr etmeyi planlayanların yarattığı “spekülatif talep”tir. Döviz piyasasında bunlara “cari işlemlerden” ve “sermaye hareketlerinden” doğan talepler denir. Döviz fiyatını, kısa vadede “sermaye hareketleri”; uzun vadede ise “cari işlemler dengesi” belirler. İstikrarlı bir şekilde “faizler artsın” diye davul çalan yurdum iktisatçılarına göre döviz fiyatını hep “sermaye hareketleri” belirler. Çünkü onlar Türkiye’nin cari işlemleri nasıl olsa dengeye gelemez fikrindedir.

Son söz: Uzun vadenin son günü dün olabilir.