25 Eylül 2020

Bakan, EBA'nın çökmesine neden "olumlu" dedi?

7 aydır, öğrencilerin 17'de birinin değil, çoğunluğunun erişeceği bir sistem neden kurulamıyor?

Biz 9,7 milyon çocuğun internete ulaşamadığını [1] konuşuyoruz ama ulaşanlarda bile durum çok kötü. Bunu pazartesi günü EBA'nın çökmesi ile daha fazla anladık.

Pazartesi günü başlayan 2020 - 2021 eğitim - öğrenim yılının ilk gününde EBA çökünce, Mehmet Yılmaz gayet iyi yakalamış; T24'deki yazısında "Bakan, öylece bakmaya devam etti!" diyor[2].

Evet Ziya Selçuk öylece baktı çünkü aynı dili konuşmuyoruz. Bakan Selçuk diyor ki [3]:

"Bu bizim için olumlu bir haber çünkü inanılmaz bir talep var. Taleple birlikte yoğunluk oldu, üzerinde çalışılıyor."

Bakan Selçuk'un olumlu dediği haber şu:

  • EBA'nın kapasitesi ancak 1 milyona yakın. [3]
  • Demek ki, 1 milyon ya da biraz fazla öğrenci EBA'ya hücum etmiş.

Evet "1 milyon kapasiteli bir sisteme 1 milyonun üzerindeki talep" için biz de olumlu diyebilirdik ama diyemiyoruz. Çünkü hikâyenin tamamı bu değil maalesef.

Milli Eğitim Bakanlığı açıklamasına göre, 18,2 milyon öğrencinin olduğu ve bunun yüzde 8,7'sinin özel okullarda okuduğu [4] belirtildiğinde göre;

  • 17 milyon öğrenci devlet okullarında.
  • Muhtemelen 9,7 milyonunun internet erişimi olmasa da, 8,5 milyonunun olabilir.
  • Bunların şu anda en önemli şansları EBA.
  • Ama sadece 1 milyonu EBA'ya ulaşabiliyor.

Yani Ziya Selçuk'un olumlu bulduğu "1 milyon çocuğun EBA'ya ulaştığı" konusuna biz şöyle bakıyoruz:

"Yani 16 milyon ulaşamıyor mu? Daha doğru bir deyişle 16 milyon çocuk dijital uçurumda mı?"

 

İlla "canlı" mı gerekli?

Tabii ki bu sözlere şöyle cevap vermek mümkün:

"İlla canlı gerekli değil, canlı olmayan var, EBA TV var."

Tamam da şu anda yüz yüze eğitim vermediğimiz için, canlı lazım. Yok "canlı olmasa da olur" diyorsanız, bundan sonra okulları kaldıralım, çocuklar kitaptan okusun, TV'den ya da YouTube'dan filan seyredip öğrensin. Ne gerek var okullara bir sürü para vermeye, önlük almaya, kitaplara para vermeye!

EBA, eğitimin yüz yüze olduğu dönemde, bir nevi ders notu deposu gibi kullanılan bir sistemdi. Bakanın söylediğine göre de aynı anda bağlanma sayısı o günlerde 40 bin. Ama şimdi Korona durumunda, olay değişiyor. Bir olağanüstü felaket durumu var ve MEB'in bunu çözmesi lazım.

Ne zaman biteceği belli olmayan Korona salgınına karşı, Milli Eğitim aşağıdaki seçeneklerden hangisini yapıyor?

  • Bitsin diye bekliyor.
  • Nasılsa olan biteni kimse anlamıyor, diyor.
  • "Aman bu da geçer. Boşver çocukların hayatından 2-3 yıl kaybolsa da önemli değil" diyor.
  • Kocaman bir yaraya küçücük bir bant takıyor.
  • Gerçek çözüm arıyor.

Sizce bunların hangisi?

Evrensel Hizmet Fonu'ndaki milyarlar yerine Dünya Bankası'ndan 160 milyon dolar yeter mi?

31 Ağustos'ta Milli Eğitim Bakanlığı'nın Dünya Bankası ile bir proje yapıp 160 milyon dolarlık bir fon aldığı ve bununla 2023 yılına kadar EBA'yı 5 milyon kişilik kapasiteye çıkaracağı kaydediliyor [5].

EBA, Fatih Projesi ile hayatımıza girdi. Projenin içerik tarafıydı. İçeriğin 10 yılda geldiği yer de çok parlak değil. Yani interaktif ve çağa uygun bir eğitim yerine, eski moda eğitimi internete taşımış durumdayız.

MEB'in Korona öncesi canlı kapasitesi 40 bin iken, şimdi 1 milyona çıkmış ama hep söylüyoruz; "Evrensel Hizmet Fonu var" ve toplanan 12 milyarın üzerindeki paranın yarısından fazlasının harcanmadığı belli[6]. O zaman madem Dünya Bankası'nın 160 milyon doları ile iş yapıyoruz da, Korona nedeniyle 7 aydır, öğrencilerin 17'de birinin değil, çoğunluğunun erişeceği bir sistem neden kurulamıyor?

Çünkü bir yandan 1915 Çanakkale Köprüsü ya da İstanbul Kanalı gibi inşaatlar sürüyor. Bunların ne acelesi var? Şu anda kimse Çanakkaleye gidip, vapur kuyruğuna girmiyor. İstanbul Kanalı ise istemeyen vatandaş sayısı çok fazla. Bunlara ödenen/ödenecek para neden eğitime çevrilmiyor? Asıl gelecek öğrencilerimizde.

Yani 160 milyonluk proje, kocaman bir yaraya bir bant takmakla aynı değerde bir çözüm.

Ne olmalıydı?

Evrensel Hizmet Fonu, Korona patladığında hemen Milli Eğitim Bakanlığı'na tahsis edilerek;

  • Başarısız Fatih Projesi'nin "hiç olmazsa"sı EBA'nın içeriği zenginleştirilmeliydi.
  • Milli Eğitim Bakanlığı sunucu ve erişim altyapısı zenginleştirilmesi ve talebe uygun bir şekilde dağıtık bir yapıda geliştirilmeliydi.
  • Kapasite ne olursa olsun öğrencilerin büyük çoğunluğuna ulaşabilir duruma getirilmeliydi.
  • Kapasite 16 milyon olmasa da, öğrencilerin vardiya halinde erişebilecekleri bir planlama yapılmalıydı (tabii ki 16 milyona karşı 1 milyon ile bu olmaz). 

Spikerler öğrencilerin lehine mi konuşmalı, bahane mi üretmeli?

Habertürk'te bir programa denk geldim. Spiker, "Fatih Projesi benzeri bir projeyi başaran ülke var mı, alınan tabletler satıldı ve tabletler 3 senede eskiyor" gibi  bahaneler üretiyordu. Kimin lehine bilmem ama öğrencilerin lehine değil.

Cevabı buradan verelim: Başaran ülke var mı bilmiyoruz ama biz madem tüm dünyanın kıskandığı ülkeyiz, başarmalıydık. Zaten başaramayacak bir şey yok. Milyar kullanıcılı kaç tane sistem var dünyada.

Tabletler veliler tarafından satıldı öyle mi? Peki sistemin oturmadığı bir yerde işe yaramayan tabletler satılmaz mı? Fatih projesinde un varken, şeker yoktu, su varken un yoktu. Helva bu nedenle yapılamadı. Okullara network çekildi ama tablet yok. Tablet dağıtılan yerlerde internet çalışıyor muydu, içerik ne durumdaydı?

Sonuçta eğer o veliler, tabletlerin çocukları için işe yaradığını düşünselerdi, tonla para verip, cep telefonu aldıkları gibi ya da dersanelere sırf çocuk okusun, üniversiteye girsin diye tonla para verdikleri gibi onu da alırlardı, parayı da verirlerdi.

Tabletlerin üç senede eskimesi konusuna gelince... Doğrudur bilgisayar türevleri çabuk eskir ama o zaman eskiyor diye bilgisayar / tablet almayalım mı? Kullanılır, miyadı dolar ve yenisi alınır (cep telefonuna bu kadar para veren ülke onu da alırdı değil mi?).

Bu arada siber saldırı cevabını da unutmayalım. Bunun gerçek olduğundan şüphe duyduk. Açıklama yapar, detay verirlerse seviniriz. Çünkü bu tür yani dDOS olan siber saldırılar anında söylenir. iki gün geçtikten sonra değil.

Eğitim felsefesini düşünmek gerekli

Gelelim "Eğitim Felsefesi" konusuna. Bu konuda iki akademisyen dikkatimi çekti. Birisi Doç. Dr. Yelkin Diker Coşkun[6], diğeri sınav sistemini konuştuğumuz Prof. Dr. Kürşat Çağıltay[7][8].

Konu şu: Yaklaşık 40 yıldır eğitim sistemimiz "sınav geçmeye" dayalı, öğrenmeye değil. Oysa asıl olan öğrenmektir. Lise son sınıftaki öğrenciler bir ara, son dönemde rapor alıp, okula gelmeyip, dersanelerde "test tekniği" ve "çıkması muhtemel sorular" üzerinde çalışıyorlardı.

Bu çok üzücü bir durum. Bir an önce çocuğu olsun, olmasın, hepimizin eğitim sisteminin düzelmesi için hükümetten talepte bulunmamız ve zorlamamız lazım. Ülkemizin geleceği açısından önemli.

Ve..... "#FonlarıDoğruYerdeKullan" ile "#EvrenselHizmetFonunuÖğrencilereTahsisEtŞİMDİ" kampanyaları yürütmemiz lazım.



[1] Evrensel Hizmet ya da Deprem Fonu; Hükümetler Fonları Amacına Uygun Kullanmalı

[2] Bakan, öylece bakmaya devam etti!

[3] EBA çöktü: Ziya Selçuk 'olumlu haber' dedi

[4] MEB Açıkladı, Türkiye’de 18 milyon öğrenci var

[5] EBA’nın Canlı Sınıf Kapasitesi Anlık Yaklaşık 1 milyon

[6] Doç.Dr.Yelkin D.Coşkun : Pandemi Bize Eğitim Felsefemizi Sorgulatmalı

[7] Prof.Dr.Kürşat Çağıltay : Salgınla Türkiye’de Uzaktan Eğitim Değil, Acil Durum Eğitimine Geçtik

[8] Korona Döneminde Üniversitelerde Sınav Konusu

 

Yazarın Diğer Yazıları

Depremi yaşayan 4 ilde nüfus 300 bin azalmış

Bölge nüfusundaki yüzde 7-8'lere varan azalma, sığınmacı açmazı ile birlikte düşünüldüğünde, Hatay başta olmak üzere bölgenin geleceği ve özellikle güvenliği açısından odaklanılması ve strateji geliştirilmesi gereken bir konu olarak önümüzde duruyor

Bakan "Türkiye emin ellerde" diyor, ama öyle mi?

USOM ya da Ulaştırma Bakanlığı gerçekten ülkemizin vatandaşlarının "emin ellerde" olması için çalışmak isterse, öncelikle operatörler-bankalar-savcılık-kolluk arasındaki eksik olan koordinasyon ve süreçleri tanımlamakla işe başlayabilir

Mahalli yönetim seçimlerin analizi (I)

Ekonomisi ve diğer tüm alanları güzel bir ülkede yaşamak istiyorsanız "cahil halk" retoriğinden kurtulun, iyi bir yurttaş olarak seçim kanunlarını, siyasi parti kanunlarını ve de ilgili mevcut gelişmeleri vs. yakından takip edin. En önemlisi gerçek verilere güvenin. O zaman "yine mi" mutsuzluğunu yenmek mümkün olur