Aydınlanma serüveninde bir dönem: Tıp fakültelerinde kadavra bulunamıyor

Tıp eğitiminde kadavra çalışmaları insanlığın bilimsel serüveni için büyük bir önem taşıyor. Peki Türkiye'deki mekanizma, bu serüvenin neresinde, sayıları 85'i bulan tıp fakülteleri geleceğin sağlık emekçilerine temel anatomi kavrayışını ne denli kazandırabiliyor?

Evrim Gökçe

Geçtiğimiz günlerde El Arabiya'da yayınlanan bir habere göre İran’da, tıp fakültesi öğrencileri eğitimleri sırasında kadavra üzerinde çalışamıyor, dini yargılar fakültelerin kadavra teminini engelliyor, öğrenciler ise çareyi “karaborsa kadavra” satın almakta buluyordu.

İddiaya göre, karaborsada satılan kadavralar 3 bin doları aşıyor, maliyeti üstlenenler ise harçlıklarını birleştiren öğrenciler oluyordu.

Peki 85 tane tıp fakültesinin bulunduğu Türkiye’de durum nasıl?

Tıp eğitiminde kadavra kullanımı neden ve hangi basamaklarda önemli? Onlarca yeni tıp fakültesinin açıldığı ülkede, öğrenciler kadavra üzerinde çalışma fırsatı bulabiliyor mu? Tıp fakülteleri ihtiyaç duydukları kadavralara nasıl ulaşıyor ve pek çok kişi için en merak edilen soru; bedenini bilimsel eğitim ve araştırmalar için bağışlamak isteyenler hangi yolu izlemeli?

İNSAN: MUCİZE DEĞİL GERÇEK

Tıp eğitiminde anatomi bilgisinin yeri, bir temel teşkil ediyor. Lisans eğitiminin ilk yıllarında verilen derste, insan bedeni “mucize” olmaktan çıkıyor ve tüm gerçekliğiyle ulaşılıp kavranabilir bir hale geliyor. 

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi (AÜTF) Anatomi Anabilim Dalı’nda görev yapan Prof. Dr. Halil İbrahim Açar, tıp eğitiminde anatomi bilgisinin yalnızca lisans değil, uzmanlık eğitimi döneminde de çok kritik bir halka olduğuna dikkat çekiyor. Özellikle cerrahi branşlar, çalışmalarını öncelikle kadavra üzerinde deneyimliyor, bir insanın yaşamını kurtarmak için emek üretecek olan sağlık çalışanları, müdahale edecekleri dokunun tüm ayrıntılarına kadavra çalışmaları sayesinde vakıf oluyor. Dr. Açar, hiçbir maketin gerçek doku kadar ayrıntı sunamadığını belirtiyor. 

Öte yandan hekimlik disiplini, bir dokuya yaklaşımın taşıması gereken özen ve hassasiyet, kolektif bir emeğin dikkatle icra edilişi, maketler değil kadavra üzerinde kazanılıyor.

Bu noktada eğitimin niteliğini belirleyen parametrelerden biri, bir kadavra örneği ile kaç öğrencinin çalışabildiği. Lisans eğitiminde bir masanın etrafında 20 öğrencinin olduğu durumlarda, öğrencinin doku ile teması çok mümkün olmuyor ve öğrenciler daha ziyade seyirci kalıyor. Sayının 5-6 öğrenci ile sınırlandırılması gerektiğini vurgulayan Dr. Açar, mezuniyet sonrası eğitimde bu sayının daha da az olması gerektiğini belirtiyor.

2005'TEN SONRA KADAVRA TEMİNİ ZORLAŞTI

Dr. Açar, 2005’e dek, kadavra temini konusunda bir sıkıntı yaşamadıklarını belirtiyor. Bu konu yasalarla, alternatifsiz bir model olan kadavra ile eğitim lehine düzenlenmiş durumda. 2238 sayılı “Organ ve Doku alınması, Saklanması, Aşılanması ve Nakli Hakkında Kanun”, sahipsiz ve adli kovuşturma ile ilgisi olmayan cesetlerin, aksine bir vasiyet olmadığı takdirde 6 aya kadar muhafaza edilmesine, bilimsel araştırmalarda ve eğitimde kullanılmak üzere ilgili yüksek öğretim kurumuna verilmesini hüküm altına almış. Benzer bir düzenlemeye  Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin 10. madde 3. fıkrasının (c) bendinde yer verilmiş.

Bu düzenleme, 2005’e dek AÜTF özelinde kusursuz işlemiş ve fakültenin öğretim modelini aksatacak bir yetmezlik yaşanmamış. Hatta fakülte, periferdeki tıp fakültelerine de kadavra sağlanması için bir merkez haline gelmiş.

Ancak bu tarihten sonra, Adli Tıp Kurumu’ndan kadavra temini sıkıntıya girmiş. Dr. Açar, kurum ve bir dizi yetkili ile yaptıkları görüşmelerin sonuç vermediğini ve kadavra temini konusunda en önemli kaynaklarının şu anda işlemediğini belirtiyor.

Fakülteye Adli Tıp Kurumu'ndan yılda en fazla 1 ya da 2 kadavranın geldiğini söyleyen Dr. Açar, bu sayılarla bilimsel  ve yetkin bir eğitimin sağlanamayacağını vurguluyor. Bu nedenle bir başka çözüm aranmış ve “ithal kadavra” yoluna gidilmiş. Ancak bu beraberinde bütçe sıkıntılarını getiriyor. Bilimsel araştırmalar için ödenek ayırma konusunda üniversitelerin yaşadığı güçlükler düşünüldüğünde, 10-15 bin doları bulan kadavra bedellerini sağlamak hiç de kolay değil. Zaman zaman maliyetleri düşürmek adına tüm bir kadavra değil, çalışılmak istenen vücut bölümü ithal ediliyor. Aracı firmalar üzerinden kadavra ithal eder hale gelmek, akademik faaliyet yürütmesi gereken bilim insanlarını bir ticaret çemberinin de içine hapsediyor. 

Öte yandan hekimlere lisans eğitimi sonrası düzenlenen pek çok kurs, yüksek ücretleriyle anılıyor. Bu kurslardaki en büyük maliyet kalemini de yine, kadavra temini için harcanan büyük meblağlar oluşturuyor.

NASIL BAĞIŞÇI OLUNUR?

Peki bilimsel çalışmalara hizmet etmesi için bedenlerini bağışlayanlar olmuyor mu?

Dr. Açar, bağışçılarının olduğunu ancak bunun yaşanan sıkıntıyı çözemediğini söylüyor. Çünkü kişi öldükten sonra bu bağış mekanizmasının işlemesini garanti altına alan bir hukuki düzenleme yok. Bir tıp fakültesine gidiyor, bedeninizi bağışlamak için ilgili formu dolduruyorsunuz ancak sonrasında konu hakkında ailenizin-yakınlarınızın adım atması gerekiyor. Aile buna ikna edilmemişse, kişinin kararı bu noktada bir kırılmaya uğruyor ve bu değerli adım ne yazık ki anlamsızlaştırılıyor.

Bir diğer nokta ise üzerinde çalışılan kadavranın, çalışmalar sonlandıktan sonra nasıl muhafaza edildiği. Dr. Açar; ortalama 5-10 yıl üzerinde çalışıldıktan sonra, kadavraların kapatılıp toprağa verildiğini belirtiyor.

Tarihin her döneminde tıp eğitiminin temelinde yeri doldurulamaz bir önem teşkil eden kadavra çalışmaları, nitelikli sağlık emekçilerinin yetiştirilebilmesi için çok kıymetli. Geleceğin sağlık emekçileri, daha iyi bir yaşam sunabilmek için, bu bilgiye ihtiyaç duyuyor.

Tüm zorluklara karşın bir tıp fakültesinde anatomi kürsüsünün kapısını çalmak, bağışçı olarak bilimsel bilgiye erişime verilen eşsiz katkı, yaşamı ölümle anlamlandırabilmenin tek mümkün yolu gibi gözüküyor.