Tabloyu bıçakladılar!..
Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nün beş öğretim üyesi ile öğrencilerin eserlerinin sergilendiği bir Yeni Yıl Karma Sergisi açıldı. Sergilenen onlarca tablo içinde yer alan bir “nü” resim, kimliği belirsiz kişiler tarafından bıçakla delik deşik edildi...
-Buraya kadar normal!..
Normal, çünkü biz bu ülkede heykellerin kırılmasına, resimlerin paramparça edilmesine, aşağılanmasına alışkınız... Diktatörün emriyle çıplak kadın tablosunun sergiden kaldırıldığını da gördük... Sanatın içine tükürdüğünü göğsünü gere gere söyleyen belediye başkanı ise, hem de bu ülkenin başkentinde beyliğini paşalar gibi sürdürüyor!.. Yani, demem o ki; olayın kendisi gayet sıradan, tamamıyla bu ülkede yaşanabilecek cinsten...
Normal olmayan, insanın içini acıtan, bu alçakça eylem karşısında gösterilen tepki!.. Siz bakmayın benim “tepki” dediğime, aslında ortada tepki filan da yok...
-Korku var!..
Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı, bıçaklanan tablonun sahibi olan öğretim görevlisinin adını bile açıklamaktan kaçınmış. Niçin? Öğretim üyesi “nü tablo” yaparak yüz kızartıcı bir suç mu işlemiş?!.. Dekan bununla da kalmamış, şu acınılası açıklamayı yapmış:
-Tahrip edilen eser, pornografik öğeler içermiyor..”
Türkçesi şöyle oluyor: “vallahi de billahi de düşündüğünüz anlamda açık saçık değil..” Vah ki vah!.. Zaten bıçaklanan tablo apar topar göz önünden kaldırılmış... Sayın dekan, Bu konunun basında çok tartışılmasını istemediklerini de söylemiş!. Bir bilim insanının neredeyse elle tutulur ürkmüşlüğüne bakar mısınız?. Ne bir kınama, ne bir sanatı korumaya, yüceltmeye yönelik çıkış...
-İşte teslimiyet budur!..

Kadına düşman insana düşman!.. 

İstanbul’da da insanlık değerleri paramparça edildi!..
İstanbul Beylikdüzü Fatih Sultan Mehmet Camii İmamı Hasan Hakyemez, cuma namazının ardından verdiği vaazda cemaatin gözünün içine baka baka aynen şunları söyledi:
-Çalışan kadın kocasını aldatır, nefsine hakim olamaz. Ey cemaat eşlerinizi çalıştırmayın..
İmam efendinin hesabına göre, çalışan, evinin bütçesine katkıda bulunan milyonlarca kadın “potansiyel o...” sınıfına dahil oluveriyor... Peki sonra ne oluyor?. Bu yaratık Birkaç kişinin tepkisiyle karşılaşıyor, tınmıyor.. Ne zaman ki, ancak hastalıklı bir yaratığın sarf edebileceği bu iğrenç sözler bir yerel gazetede yer alıyor, Büyükçekmece Müftüsü de harekete geçiyor. İmam efendiden yazılı savunma istiyor.. Herhalde ayıp olmasın diye bir de vaaz yasağı koyuyor, işlem tamam!. O imam, o camide, o cemaate namaz kıldırmaya devam ediyor!..
-Bu da gayet normal!.
Daha üç gün önce bu imamın bağlı olduğu İstanbul Müftülüğü yılbaşı kutlamalarının, piyango bileti almanın günah olduğunu söylemedi mi?. Diyanet İşleri Başkanı tepkiler karşısında “yılbaşının, İsa’nın doğumu demek olan Noel ile hiçbir ilgisi olmadığını, evrensel bir kutlama olduğunu” açıklamak zorunda kalmadı mı?. Biz şu son beş yıl içinde buna benzer bir yığın kepazelik yaşamadık mı?. İlahiyat profesörü sıfatını kazanmış karanlık kafanın “kızınızı dokuz yaşında evlendirebilirsiniz” fetvasını yaşamadık mı?. Dört yaşındaki kız çocuklarının sıkmabaşa sokulduğuna tanık olmadık mı? Normal olmayan, bu bilinçli, bu yaşam tarzımızı hoyratça elimizden almaya yönelik karanlık gidişe dur dememek, tepki göstermemek... Kadınıyla, erkeğiyle cumhuriyetin aydınlık yurttaşlarının kol kola girmesi, ayağa kalkması, karanlığı ezmesi şart!..
-Çok geç olmadan ayağa kalk ey halkım...

Korkularımız bizi bu günlere mahkum etti!..


Ne yazık ki kalkmadık, kalkamadık ayağa!..
Yıllar önce yazdıklarımız, söylediklerimiz bir bir gerçekleşti… Hep korkularımızın, kaygılarımızın esiri olduk… “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “azıcık aşım, kaygısız başım” özdeyişleriyle avunma yolunu seçtik… Bu sayede “Yılbaşı kutlamak gavur işidir” fetvalarından, yılbaşında toplu katliam yapılan ülke konumuna evrildik!.. “Kızınızı 9 yaşında evlendirin” fetvalarının “6 yaş sınırına” çekildiğine, dinci vakıf yurtlarında minnacık erkek çocuklarına toplu tecavüz edildiğine tanık olup utandığımız günlere eriştik!..
Korkularımızın, kaygılarımızın kokusunu alan sokak çakallarının, ciğeri beş para etmeyen medya sansarlarının neredeyse masalarına meze olduk!.. Kapınıza bağlamaya tenezzül etmeyeceğiniz itin, kopuğun maskarası konumuna düşürüldük!.. Bir baltaya sap dahi olamamış, külhanbeyi bozuntularının “beğenmiyorsanız defolup gidin” hönkürmelerine muhatap kılındık…
Geldiğimiz noktada şimdi de “vatanımızın tapusunu” istiyorlar… Tek bir kişinin kararıyla 80 milyon insanın “muma döndürüleceği” günleri “elma şekeri” gibi, hepimizi ahmak yerine koyarak önümüze sürüyorlar!.. Çocuklarımızın geleceğine elkoymak, Mehmetçiği, tıpkı spekülatöt Soros’un dediği gibi elalemin isteğiyle savaş alanlarına sürmek için yetki, daha çok yetki, ölümüne yetki istiyorlar!..
Bugüne dek, seçimlerde oy verdiniz… İstediğiniz partinin üzerine mührü bastınız. Hatasıyla, sevabıyla bedelini de ödediniz, ödedik… Ancak bu bir seçim değil, bu bir varoluş ya da yokoluş meselesi; ülkenin, ailenizin, kendinizin geleceği için sandığa gideceksiniz… Bu 4 yılda bir sandığa gitmeye benzemiyor, “bir daha ki sefere” deme lüksünüz hiç yok!.. İyi düşün ey halkım:
-Umutsuz, biçare daha da yaşamsal olanı vatansız kalmamak için çok iyi düşün!..