26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Avrupa’nın sancılı Avrasya süreci

Ali Rıza Taşdelen

Ali Rıza Taşdelen

Gazete Yazarı

A+ A-

Son yıllarda ABD ile Avrupa Birliği (AB) ülkeleri daha doğrusu Birliğin motor ülkeleri Almanya ve Fransa ile ABD arasında çelişmelerin arttığına tanık oluyoruz. Bu çelişmelerin de daha çok Donald Trump’un ABD başkanı seçilmesinden sonra arttığını görüyoruz. Hatırlayalım; Atlantikçi çizgisiyle bilinen dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Trump ile nasıl karşı karşıya gelmişti. Avrupalı liderler savaş yanlısı saldırgan Hillary Clinton’un seçilmesinden yana tavır almışlardı.
Bugün Fransa ve Almanya, ülkelerinin çıkarlarına karşı bir politika izleyen Trump’a mı karşılar yoksa ABD derin devletine mi karşılar? ABD içinde Trump ile derin devletin çatıştığı bilinmektedir. Avrupalı liderlerle çatışan Trump neoliberal küresel sistemin iflas ettiği bir dönemde ve bu doğrultuda yaptığı seçim kampanyasıyla seçilmiştir. Elbette Trump ile Clinton arasında bir seçim yapmak bizim sorunumuz değildir. Trump seçildiğinde bu köşede (Aydınlık, 14.11.2016) şu değerlendirmeyi yapmışız:
TRUMP MI DERİN DEVLET Mİ?
Dünyanın en kanlı emperyalist ülkesi ABD’nin başkanı on yıllardır sürdürülen yayılmacı saldırgan politikasını ne kadar değiştirebir ki? Soruyu şöyle de sorabiliriz: ABD’yi başkan mı yönetiyor, yoksa tekelci burjuvazinin temsilcisi “derin devlet” mi? Elbette bir başkanın savaş makinesi emperyalist bir ülkenin devlet politikasını değiştireceğini düşünmek, emperyalizmin ne olduğunu bilmemektir. Değişen dünya dengeleri içinde Trump, bazı farklı taktiksel adımlar atabilir ama ABD’nin ana politikalarında bir değişiklik olmayacaktır.
Yeni dengelerin ve saflaşmanın yaşandığı yeni bir dünya doğmaktadır. Avrupa sancılı da olsa ABD’nin etkisinden kurtulma, Atlantik kampından uzaklaşma eğilimi göstermektedir. Ama bu emperyalist kampın üyeleri arasındaki ekonomik ve askeri ilişkiler güçlü ve bir o kadar da karmaşıktır. Emperyalizmin doğası gereği aralarında çelişmeler ve çatışmalar vardır. Bir kamptan kopup başka bir kampa yönelme veya her ikisinden bağımsız bir güç olma uzun bir süreçte veya dünyada yaşanacak olağanüstü bir gelişme sonucu gerçekleşebilir.
HEM AVRUPA ORDUSU HEM NATO
Örneğin Bugün Macron’un “Avrupa ordusu” söylemi Fransa’nın Atlantik’ten koptuğu şeklinde değerlendirilmektedir. Avrupa ordusu konusunda Merkel’in de Macron ile birlikte olduğu söylenmekte. Ama her iki lider için de NATO’dan ayrılmak söz konusu değil. Almanya ile Fransa arasında 1963 yılında imzalanan Paris Elysee Antlaşmasını derinleştirmek amacıyla 22 Ocak 2019’da Almanya’nın Aachen kentinde bir araya gelen Macron ve Merkel’in imzaladığı anlaşma sonrasında yapılan açıklamada, Avrupa ordusu oluşturulacağı belirtiliyor ama NATO ile ilişkilere değinilmiyor. Anlaşmanın birinci bölüm 4. madde 2. bendinde şöyle deniyor: “Avrupa’nın eylem kapasitesini güçlendirmeye ve kapasite boşluklarını doldurmak için ortaklaşa yatırım yapmaya ve böylece Avrupa Birliği ve Kuzey Atlantik İttifakını (NATO) güçlendirmeye söz verirler.”
Her iki lider de anlaşmanın Avrupa’da milliyetçiliğin yükseldiği şartlarda imzalanmasının önemine dikkat çekiyorlar. Merkel: “Çok özel zamanlardan geçiyoruz. Popülizm ve aşırı milliyetçi akımların yükseldiği, bir üyenin (İngiltere) birlikten çıkmak istediği zamanlar bunlar”. Macron: “Tüm Avrupa ulusalcı hareketlerin yanı sıra iklim ve göç gibi küresel sorunlar ile tehdit altındayken Fransızlar ve Almanlar olarak bu alanlardaki sorumluluğu birlikte üstlenmemiz şart.” diyor.
Hafta sonu Almanya’nın Münih kentinde gerçekleşen Münih Güvenlik Konferans’ında konuşan Merkel “Avrupa’nın ve Almanya’nın NATO’ya ihtiyacı vardır” dedi. Aynı konuşmasında ABD’nin Alman otomobillerine gümrük vergisini artırmasını da eleştirdi Merkel. Fransa olsun Almanya olsun, kendi çıkarlarına dokunan ABD’yi eleştirmesi kadar doğal bir şey olamaz. İran ile nükleer anlaşmayı ABD’ye rağmen savunmaları da bu bağlamdadır. Almanya’nın Kuzey Akım 2 projesine karşı olan ABD’ye diklenmesi de.
Hani yeni bir dünya, yeni saflaşma diyoruz ya, Fransa ve Almanya bunun neresinde? Venezüela’da ABD darbesini destekleyen, ülkesinin bağımsızlığını savunan Maduro’ya diktatör diyen, Suriye’yi terk eden ABD’ye kızan Fransa ve Almanya, PYD/PKK teröristlerini ve İkinci İsrail’i savunan Fransa bugün bu saflaşmanın neresindedir?
Bardağın hem boş hem de dolu tarafını görmeliyiz. Önemli olan dünyada gelişmenin yönünü doğru tespit etmektir. Dünyamız Doğu, yani Asya çağına girmiştir. Atlantik çökmektedir. Avrupa bu iki kamp arasında sıkışıp kalmıştır. Ama Avrupa’nın Asya’ya yönelmesi kaçınılmazdır. Bu süreç sancılı Avrasya sürecidir.