22 Nisan 2017 00:31

Fransa ve İngiltere’de seçim rüzgarları

Avrupa, Fransa’daki cumhurbaşkanlığı seçimi ve Britanya’da sürpriz bir şekilde alınan erken seçim kararını tartışıyor.

Paylaş

Yarın Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 1. turu gerçekleşecek. Kasım ayında sağ siyasetin adayının belirlenmesiyle başlayan uzun ve sürprizlerle dolu bir kampanyanın ilk aşaması böylelikle tamamlanmış olacak. Pazar akşamı ikinci tura kalan adaylar belli olacak. Tüm kamuoyu yoklamaları 4 adaya işaret ediyor: Aşırı sağcı Marine Le Pen, merkez sağın adayı François Fillon, orta yolcuların adayı Emmanuel Macron ve emekçi kitlelerin adayı Jean-Luc Melenchon. 

SOL ADAYIN ŞANSI ARTTI

Melenchon bir yıl önce başlattığı seçim kampanyası ve ülkenin içerisinde bulunduğu koşullardan dolayı büyük bir umut olarak öne çıktı ve kamuoyu yoklamalarında yüzde 20 civarında oy alacağı görülüyor. Fakat sonuçlardan bağımsız olarak Melenchon’ın sol seçmenler içerisinde yeni bir umut doğurduğu şimdiden söylenebilir. Bu hafta seçtiğimiz yazıda bu umut büyük 1995 eylemleri ve 2005 AB Anayasası’na karşı yürütülen kampanya esnasında doğan coşkuya benzetiliyor. 

ALMANYA’NIN DA GÖZÜ FRANSA’DA

Almanya’da da bu yıl, en büyük eyalet olan Kuzey Ren Vestfalya ve ülke genelinde seçimler yapılacağı için seçim yılı. Ancak henüz ülke gündeminde sert bir seçim kampanyası başlamadı. Bu nedenle Fransa ve İngiltere’deki gelişmelere duyulan ilgi daha fazla. Almanya’dan da Fransa seçimleriyle ilgili Melenchon’u Almanya’nın gözüyle tanıtan bir yazı çevirdik. 

BRİTANYA’DA BEKLENMEDİK SİYASİ GELİŞME

Britanya’da ise Başbakan Theresa May’in erken seçim kararı, beklenmedik bir siyasi gelişme oldu. Erken seçime gidebilmek için parlamentonun üçte ikisinin onayı gerekiyordu ve hafta içi büyük bir çoğunlukla bu onay alındı. İşçi Partisi Milletvekili ve Muhalefet Lideri Jeremy Corbyn’nin en sadık yoldaşı olarak bilinen Diane Abbot, Guardian’daki yazısında, erken seçimin Başbakan May için bir risk ve Muhafazakar Partiyi kontrol altına almak için verilmiş bir karar olduğunu ileri sürdü. 


2017’NİN FRANSASI’NDA 1995 VE 2005 RÜZGARI MI?

Gildas Le DEM
Regards 

Fransa'da 1995 ve 2005 rüzgarı esiyor. İsyankarlık ve coşku havası egemen. ’95’te olduğu gibi kitleler on binler olarak bir araya geliyor. (...) 2005’te olduğu gibi emekçi kitleler, hatta daha da genel olarak Fransızlar, bazen anlaşılması zor olan önerilere (ALBA’ya üye olma, ekolojik dönüşüm, Avrupa ile olacak ilişkiler) sahip çıkıyorlar. Hararetli tartışmalara katılıyor, sosyal medyada siyasi taleplerde bulunuyorlar. Tekrar ortak mücadelelerde; neoliberal politikalara ve kemer sıkma politikalarına karşı hep birlikte mücadelede yan yana bulunma, omuz omuza vermeden mutluluk duyuyorlar. 

Fakat, ’95’in o soğuk günleri, 2005’in karanlık günlerinin tersine bu sefer umut rüzgarı cephe değiştirdi. Bu sefer, sadece saldırılara karşı direnme değil, kazanabilmek de mümkün. ’90’lı yılların o canlılığı, neoliberal Avrupa’ya karşı kullanılan “hayır” oyu, Yunan halkına ve demokrasiye 2015’te yapılan o hakareti silme arzusu... Tüm bunlar bu sefer cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Jean-Luc Melenchon’un kazanmasıyla siyasi ve kurumsal ifadesini bulabilir. 

Mitinglerde hep bir ağızdan haykırılan “direniş” sloganının yanı sıra artık bir de “Defolun gidin” sloganı atılmaya başlandı. Öz güvende bir artışın olduğunu görmek lazım. Ve bu adaylıkta bir totaliter proje görenlere karşı, 2011’in ilk baharında Tunus halkının başlattığı, özgürlüğün haykırışının dillendirildiğini belirtmek lazım. 

Bir kez daha, ’95, 2005 ve 2015’te olduğu gibi köşe yazarları dayanamayıp hiç akla gelmeyecek söylemleri köşelerine taşıdılar. Abartılı sözler, hakaret anlamına gelen benzetmeler ve her türlü şeytanlıklar havalarda uçuşuyor. Ve Jean-Luc Melenchon, geniş kamuoyuna Fidel Castro ya da Vladimir Putin olarak tanıtılmaya başlandı. 

Cumhurbaşkanı bile, sessizliğini bozarak (Melenchon’un adaylığı için) ‘geçici bir moda’dan, ‘pis kokular’dan bahsetmeye başladı ve Marine Le Pen ile Jean-Luc Melenchon’u aynı torbaya koymaktan bile geri durmadı (...) Sanki Melenchon tüm hayatı boyunca aşırı sağa karşı tüm mücadelelere katılmamış, 1990’larda eşcinsellerin haklarını tanıyan yasaları ilk önerenlerden birisi olmamış, kürtaj hakkını anayasaya yazmayı önermiyormuş ve geçerken belirtmek gerekirse, 2012’de Nicolas Sarkozy’nin yenilmesi için François Hollande için çağrıda bulunmamış gibi bugün aşırı sağ ile eş seviyeye indiriliyor, aynılaştırılıyor. 

‘SİYASİ VE DEMOKRATİK MUTLULUK’

Ama tüm bunların bir etkisi yok. Ona karşı genel bir seferberlik ilan edilmiş olmasına karşın, sağcı, aşırı sağcı hatta sağın solunda bulanan tüm köşe yazarların korkutma teşebbüslerine karşın, Sosyalist Parti’nin adayıyla saldırmazlık anlaşması bozulmasına karşın, solun hep kaybettiğini sandığı seçmenler, çekimser kalmak isteyenler, çevrecilere oy vermek isteyenler, eski sosyalistler, hatta sağa bile oy vermiş seçmenlerin bir kısmı artık Jean-Luc Melenchon’un adaylığına yüzlerini döndürüyorlar.. Konvansiyonel stratejiler uzmanı Veronique Reille-Soult’ın belirttiği gibi, Jean-Luc Melenchon aday olarak seçmenlere “güven”, “öz güven” veriyor. (...) Dinamiğinin nedenleri üzerine soru sorulduğunda, uzman adayın “namusluluğundan”, “dürüstlüğünden” bahsediyor ama insanların bir gelecek perspektifi arama ihtiyacını da eklemeyi unutmuyor. Jean-Luc Melenchon oyu aslında bir davaya inanç oyudur (...) Daha da fazlası, Jean-Luc Melenchon oyu “mutluluğu” yaygınlaştırma oyudur. Kuşkusuz kitlelerin mitinglerde buluşma mutluluğu, ama bunlara Jean-Luc Melenchon’un dikkat çekici öne çıkışları, demeçlerinin verdiği mutluluk, daha da önemlisi mücadeleleri ve farklı talepleri birleştirebilmesinin doğurduğu mutlulukları da eklemek gerek. 

Veronique Reille-Soult bunu şöyle ifade ediyor: Jean-Luc Melenchon, kampanyasında, içeriği boşaltılmış kavramlara bir anlam verdi. Örneğin “Kim barışa karşı olabilir ki”, fakat bugün “barışın adayı” olarak tek öne çıkan Jean-Luc Melenchon oldu. Buna ek olarak, Hollande’ın 5 yıllık cumhurbaşkanlığına rağmen, demokratik ve halkçı talepleri, enerjileri ve duyguları birleştirerek zor olanı başardı ve sol kavramına yeniden mücadeleci bir anlam yüklemeyi başarabildi. Tam da sol popülizm diye adlandırılan budur ve umarız ki, Fransız ve Avrupa kurumlarını sarsacak bir gedik açar ve sessiz bırakılanlara yeniden bir soluk verir. En azından bu acayip seçim kampanyasının en iyi haberi bu oldu (...) Siyasi ve demokratik mutluluk azmi uzun zamandır ilk defa gelişti. 

(Çeviren : Deniz Uztopal)


FRANSA’NIN BERNIE SANDERS’I

Annika JOERES
Die Zeit

Fransa'nın en yetenekli hatiplerinden biri olan adam Marsilya Limanındaki bir seçim mitinginde kendini dinleyen 70 bin kişiyi Akdeniz’de ölen mülteciler için bir dakikalık saygı duruşuna çağırdığında çıt çıkmadı. Jean-Luc Mélenchon’un belki de en büyük yeteneği konuşması kadar gereken yerde susmasını da bilmesi. 

Mélenchon, pazar günü yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimine sol parti La France Insoumise’nin adayı olarak katılıyor. Son tahminler ikinci turda seçilme şansının çok yüksek  olduğunu gösteriyor. Rakipleri, aşırı sağcı Marine Le Pen, muhafazakar François Fillon ve liberal Emmanuel Macron. 

Fillon, Mélenchon’un azılı bir komünist olduğunu söylüyor. Le Pen, mültecileri Fransa’ya dolduracağı korkusunu yayıyor. Patronlar Örgütü Başkanı Pierre Gattaz ise ülkeye yoksulluk ve yıkım getireceğinden söz ediyor. Mélenchon’un cevabı; “Yoksulluk ve yıkımı getirmek mi? Bugün milyonlarca Fransız yoksulluk ve yıkım içinde yaşıyor zaten” şeklinde. 

Hazırcevaplığı sadece ülke içinde değil ülke dışında da düşmanlarının artmasına yol açıyor. AB ve Avrupa politikası söz konusu olduğunda Angela Merkel’e çatmadığı bir konuşması yok. İki yıl önce “Bismarck’ın Ringa Balığı- Alman Zehri” adıyla bir kitap yayımlayarak Almanya’nın neoliberal politikasıyla diğer Avrupa ülkelerine yaptığı baskıyı teşhir etti. “Alman zehri zenginlerin afyonudur” tespitini yapmıştı. Fransa’nın NATO’dan çıkmasını, uluslararası tek yasal kurum olarak gördüğü Birleşmiş Milletler içinde kalmasını istiyor. 

PROGRAMINDA YENİ VE ESKİ İÇ İÇE

Bunlar 65 yaşında olan birinin ağzından çıkan sözcükler gibi değil ama belki de yeni ve eskiden oluşan bu söylemleriyle genç seçmenlerin sempatisini kazanıyor. Miting ve toplantılarda babacan, herşeyin doğrusunu bilen bir profil çiziyor, hikayelerden alıntılar yaparak konuşuyor. YouTube’da, diğer adaylarla karşılaştırıldığında, en fazla aboneye sahip ve her türlü tekniği kullanarak seçmenlere erişiyor. 

Mélenchon konuştuğunda on binler salonları dolduruyor, binler ise dışarıda büyük ekran karşısında kuyruğa giriyor. Çoğunlukla iki saat, elinde herhangi bir not olmadan konuşuyor ve dinleyenler hayranlıkla alkışlıyor, ayaklarıyla tempo tutuyor.

Programında yeni ve eski iç içe. Yeni olan tarımda kullanılan hayvanlara nasıl muamele edilmesi konusunda fikirlerini açıklaması, atom branşında çalışan tüm işçilere yenilenebilir enerji üreten firmalarda iş verilmesi, Avrupa’nın topraklarını zehirleyen pestisitin yasaklanmasını talep etmesi... 

Aynı zamanda geleneksel konulara da değiniyor; emeklilik yaşının tekrar 60’a indirilmesini talep ediyor. Taraftarları doğaya dayanabileceğinden fazla yüklenilmemesini içeren yeşil kuralı yazdıracağı yeni anayasayı alkışlıyorlar.  Zenginlerden alınacak verginin yüzde 100’e kadar arttırılmasından söz ediyor: “Paylaşmaya yanaşmayan zorunlu tutulacak” diyor. 

Bir keresinde; “Evet ben popülistim. Popülistliğim seçkinlerden iğrenmek şeklinde ortaya çıkıyor.” demişti. Halbuki kendisi de Jospin Hükümetinde iki yıl eğitim bakanlığı yaparak o seçkinlerin arasında yer almıştı. 2008 yılında sermaye ile çok uyumlu oldukları düşüncesiyle Sosyalistlerden (iktidardaki Sosyalist Parti kastediliyor) ayrıldı. Evet, Oskar Lafontaine ile karşılaştırılabilecek biri, zaten Lafontaine ile yoldaş ve arkadaşlar. 

‘HAYIR’IN HATİBİ

Alman dış işleri politikacıları açısından ise pek sevilmeyen biri. 2005 yılında Fransa’nın Avrupa Anayasası’na “hayır” demesinde kitleleri peşinden sürükleyen bir hatipti. Şimdi de Brüksel’de Avrupa Parlamentosunda serbest pazar sözleşmelerinin iptal edilmesi için çaba harcıyor. 

Seçim konuşmalarında sürekli olarak Almanya’ya haddini bildireceğini ilan ediyor. Almanya, yeni, sosyal içerikli AB sözleşmelerini imzalamaya yanaşmazsa Fransa’nın AB’den çıkması için referandumun zorunlu olacağını söylüyor. “Fransa’sız bir Avrupa düşünülemez. Değiştirecek güce sahibiz” diyor. Kimine tehdit gibi gelebilir ama sempatizanları onu bu radikal tavırları nedeniyle seviyor. Mélenchon, hayal kırıklığı içindeki solcuları ve seçimlere katılmayanları harekete geçirdi. Mart ayında Paris’te on binlerce kişinin katıldığı bir mitingde Paris Komünü’nün yıl dönümü olduğu için Enternasyonal marşını söylediğinde çok az kişi ona eşlik etti, çoğunluk bu işçi hareketinin en önemli marşını ya bilmiyordu ya da unutmuştu ama sonunda coşkuyla alkışladılar...

(Çeviren: Semra Çelik)


İŞÇİ PARTİSİ SEÇİMİ KAZANMAK İÇİN SAVAŞACAK

Diane ABBOT*
Guardian

Başnakan Theresa May’in erken seçim kararı modern çağdaki seçim kararları arasındaki en kötü kararlardan biri. Erken seçim olacak mı soruları karşısında, olmayacağını bir kaç kez tekrarlamıştı. Daha geçenlerde Başbakanın Sözcüsü, erken seçim konusunda böyle bir şeyin planlanmadığını ve böyle bir şeyin istenmediğini söyledi. Bu yüzden erken seçim kararı ülke için alınmış bir karar değil. Bu Theresa May’in kendi çıkarı için alınmış bir karar. Muhafazakar Partinin (iktidar partisinin) parlamentoda sadece 12 milletvekili fazlalığı var. Partisi, Brexit konusunda halkın düşündüğünden daha fazla bölünmüş durumda. Bu yüzden erken seçim kararı alarak bir kaçış yolunu seçti. 

Britanya halkı ihtiyaç duymadığı seçimleri pek sevmez, ve bu seçim de onlardan biri. Bu seçim kararı tamamen Muhafazakar Partiyi kontrol altına almak için alınmış bir karar. Bazılarınız 1974’deki Edward Heath seçimlerini hatırlayabilirsiniz. Maden işçilerinin grevleri karşısında yapılmış bir erken seçimdi. Maden işçilerine savaş açabilmek için halktan onaylanmış bir yetki talep etmişti ve seçim sloganı, “Ülkeyi kim yönetiyor?” şeklindeydi. Gereksiz bir genel seçimle yüzleşen halk, kim yönetiyorsa yönetsin dedi ama Edward Heath’in yönetemediğini gösterdiler ve hiçbir partinin parlamento içinde mutlak çoğunluğunu sağlayamadığı bir seçim sonucuyla bıraktılar. Başbakan Theresa May, kendisinin seçim macerasının aynı rezaletle gelişmeyeceğini umut ediyor olmalı. İşçi Partisinin stratejisi, Başbakan Theresa May’in fırsatçılığını öne çıkarmaktan daha fazlası  olmalı. Britanya halkı için bu bir dönüm noktası. Yolun bir tarafında başbakanın Brexit planı var. Şu ana kadar bu planda Britanya’nın Brexit sürecinde elinin güçlü olduğunu göstermeye çalıştı. Daha az “mülteci” olmasını istiyor ama AB’nin sunduğu ortak pazardan tamamen yararlanmak da istiyor. Bunun mümkün olmadığı şimdi daha da açık. Başbakan May gerekirse iş fırsatlarından, yaşam koşullarından ve ekonominin büyümesinden ödün vereceğini açıklıyor, yeter ki “mültecileri” kontrol altına alma macerasını gerçekleştirebilsin. 

Hiç şüphesiz, eğer Theresa May bu genel seçimi kazanırsa, Britanya’yı çok sert bir Brexit bekliyor; iş olanakları ve ekonomi için çok acımasız sonuçlar getirecek. 

Brexit tartışmasının ayrıştırıcı bir etkisi oldu. Fakat İsçi Partisi, en çok AB’de kalmaktan yana, hem de en çok ayrılmaktan yana tavır alan seçim bölgelerini temsil ediyor. Sadece Jeremy Corbyn’in İşçi Partisi gerçekten iş imkanlarını ve toplumu koruyabilecek bir Brexit etrafında ülkeyi bir araya getirebilir. 

Bu kampanya sürecinde Theresa May’in siyasi değerleri ve bunların İşçi Partisi ve Jeremy Corbyn’in dünya görüşüyle nasıl ters düştüğü tartışılmalı. Britanya’nın dünyadaki yeri ile ilgilenenler fark etmiştir ki Theresa May, hem mecazi olarak hem de kelimenin tam manasıyla ABD Başkanı Donald Trump ile el ele hareket ediyor. 

Trump’ın Kuzey Kore ile ilgili yaptığı gösterişlerden sonra, dünya barışı ile ilgili endişeleri olanların kesinlikle Jeremy Corbyn’nin İşçi Partisine oy vermesi gerekiyor. 

Hiç şüphesiz, İşçi Partisi bu genel seçime giderken akıntıya karşı mücadele ediyor. Aylarca süren bölünmeler yaşadık, üstelik Westminster’in ev sahipleri ve düzen yanlısı sol-liberal çevrelerden ilkel bir düşmanlığa maruz kaldık. Fakat bu ülkenin hiç bir zaman bu kadar çok İşçi Partisine ihtiyacı olmamıştı. Bu genel seçimde de kazanmak için savaşacağız. 

* İşçi Partisi Milletvekili

(Çeviren: Çağdaş Canbolat)

ÖNCEKİ HABER

Çiğli'den bir işçi emeklilik yaşını ve istihdamı yazdı

SONRAKİ HABER

Belgeselci Kazım Kızıl tutuklandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...