05 Temmuz 2020 00:20

Avrupa'nın Gündemi | Almanya’nın AB konsey başkanlığı ile imtihanı

Almanya 1 Temmuz'da Avrupa Birliği Konsey Başkanlığı görevini devraldı. Fransa'da ırkçılık ve polis şiddeti tartışılmaya devam ediyor. İngiltere'de koronavirüs vakaların artması endişelendiriyor.

Fotoğraflar: Pixabay

Paylaş

1 Temmuz’da altı aylığına AB Konsey Başkanlığını üstlenen Almanya’nın bu dönemde yapmak istedikleri arasında AB’yi ekonomik ve askeri açıdan dünyanın süper gücü haline getirmek baş sırayı alıyor.

Fransa’da ülkenin sömürgeci geçmişi ve bunun bugünkü ırkçılığın temellerinden birisi olmaya devam etmesi üzerine tartışmalar sürüyor. İnsan hakları ligasının hazırladığı ve onlarca aydın, sendika ve örgütün imzaladığı bir metin, ırkçılığa karşı mücadele için önerilerde bulunuyor.

Britanya’da karantina uygulamaları son hızla gevşetilirken, bu hafta sonu berber/kuaförler, publar ve restoranlar müşterilere açıldı. Leicester şehri ise koronavirüs vakaları yükseldiği için tekrar karantinaya alındı. Britanya’nın kısıtlamaları tedbirsiz ve çok hızlı kaldırması, ikinci bir dalga endişesini artırıyor.


SÜPER GÜÇLER ÇATIŞMASI DÖNEMİNDE AB KONSEY BAŞKANLIĞI

German Foreign Policy

Almanya Dışişleri Bakanı Maas’a göre 1 Temmuz’da AB Konsey Başkanlığı başlayan Federal Hükümet “Birliğe daha önce benzeri görülmemiş değişiklikler getirmek” istiyor. Buna göre, sadece Kovid-19 salgını nedeniyle benzersiz bir çöküş yaşayan AB ülkelerindeki ekonomi yeniden güçlendirilecek. Maas, bunun “Birliği kalıcı olarak sağlamlaştırmak” için de önemli olduğunu söyledi. Bununla Berlin, salgına karşı mücadelede ulusal tek başına çabaların -özellikle de Almanya’nın çabalarının- AB’nin halk arasındaki itibarına büyük zarar vermiş olmasına tepki gösteriyor. Yakın tarihli bir ankete göre, İspanyolların yüzde 50’sinin AB hakkındaki görüşleri kötüleşti. İtalya’da bu rakam yüzde 58.

Hükümet ayrıca Birliğin “egemenliğini” güçlendirmeye ve onu sadece Çin’e karşı değil, aynı zamanda ABD’ye karşı daha bağımsız hale getirmeye çalışacak. Maas, Avrupa’nın küresel güç rekabetinde tek vücut olarak konumlandırılmasını” talep ediyor.

AB’NİN KALICI KRİZİ

Berlin Bilim ve Politika Vakfının (SWP) şu anki analizine göre AB yıllardır “kalıcı bir kriz” yaşıyor: 2008’in küresel mali krizi, 2010’daki avro krizi, 2015’teki “mülteci krizi”ni  korona krizi takip etti. Bunlar “AB’nin istikrarını ve dinamik hale gelmesini engelleyen ardışık sarsıntılar”dı. SWP’ye göre şu anda buna “pandemik yıkım” ekleniyor.

Federal hükümetin üstesinden gelmesi gereken pandeminin dramatik sosyal ve ekonomik sonuçları dışında, “en azından başlangıçta düzenli konsey çalışmasının sadece yüzde 30’unun gerçekleşebileceği” biliniyor. Başkanlığı Almanya’ya devreden Hırvatistan döneminde “Çok sayıda yasama dosyası korona krizi nedeniyle işleme koyulamadı”. Üçüncü olarak Birliğin küresel iktidar mücadelelerinin artmasının Alman başkanlığının çalışmalarını daha da karmaşıklaştıran ek sorunlar yarattığı da dikkate alınmak zorunda.

MORAL BOZUKLUĞU

Pandeminin erken evresinde, özellikle Almanya’nın başını çektiği çeşitli ulusal tek başına girişimler Almanya ve AB’ye karşı bazı üye ülkelerdeki halk arasında tepkiye yol açtı. SWP, bunun etkisinin devam edeceğini kabul ediyor. 9 AB üyesi ülkede Avrupa Dış İlişkiler Konseyi (ECFR) tarafından yakın zamanda yaptırılan bir anket, AB’nin kamuoyunda gözle görülür bir şekilde itibar kaybettiğini doğruladı. Korona krizinde ülkelerinin ana müttefikinin kim olduğu sorulduğunda, nispi çoğunluk “Hiçkimse.” cevabını verdi. AB sadece Polonya’da (yüzde 17 ile) ilk sıradaydı; diğer ülkelerde Dünya Sağlık Örgütünden sonra yalnızca tek haneli değerlerle ikinci sırada yer aldı, İtalya’da (Çin’in en sık yüzde 25 ile bahsedildiği yer), halkın sadece yüzde 4’ü AB’yi ana müttefik olarak görmekteydi. Kovid-19 salgını sırasında AB konusundaki görüşü kötüleşenlerin oranı yüzde 25 (İsveç) ile yüzde 58 (İtalya) arasında değişmekteydi; daha önce AB’ye çok sadık olduğu düşünülen İspanya’da bu oran yüzde 50 olarak belirlendi.

"BİRLİĞİ SAĞLAMLAŞTIRMAK"

Güney Avrupa’da AB’nin reddedilişindeki artma -bilindiği gibi İtalya’da göreli bir çoğunluk geçenlerde Birlikten ayrılma lehinde oy kullandı- ve korona krizinin Alman endüstrisi için önemli Güney ve Batı Avrupa satış pazarlarını etkilemesi dikkate alındığında, 750 milyar avroluk AB Kurtarma Fonu’nun hayata geçirilmesinde, Berlin’in özellikle İtalya ve İspanya’ya yönelik bazı tavizleri kaçınılmaz. Federal Hükümet bu nedenle Birliğin kurtarma Fonu için bir defaya mahsus olarak borçlanmasını ve fonların ilk kez hibe olarak verilmesini onayladı. Ayrıca, AB’nin ekonomik toparlanmasının başkanlığının odak noktası olacağını açıkladı. Bu amaçla, önce Kurtarma Fonu’nun kabul edilmesi ve 2021-2027 yılları için AB bütçesi üzerinde anlaşmaya varılması zorunlu. ECFR’de pazartesi günü yaptığı konuşmada Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Brüksel’in sadece kısa çalışma yardımlarını finanse etmekle kalmayıp, aynı zamanda Birliğin halk arasındaki itibarını geri kazanmak için asgari ücret getirmesi gerektiğini de açıkladı: “Birliği kalıcı olarak sağlamlaştırmak” önemliydi.  Aynı zamanda, ekonomiyi güçlendirmek için, “dijital inovasyon” gibi belirli alanlara özel destek vermek gerekecekti.

Ekonomiyi güçlendirme çabalarına ek olarak, Federal Hükümet, konsey başkanlığının bir parçası olarak AB’nin küresel siyasi etkisini en üst düzeye çıkarmayı hedeflemekte. Berlin açıkça diğer güçlerden, Çin ve ABD’den bağımsız “Avrupa egemenliğini” esas almakta.

Maas daha önce de bir röportajda “Avrupa’yı ABD, Çin ve Rusya arasındaki küresel süper güç rekabetinde tek vücut olarak konumlandırmayı başarmalıyız” demişti. Aksi takdirde başkalarının oyun topu olmaya mecburduk.

ORDU VE DAYANIKLILIK

Berlin’in AB’nin militarizasyonunu daha da ilerletme hedefi, Federal Hükümetin, gelecek yıl art arda AB Konseyi Başkanlığını devralacak olan Portekiz ve Slovenya hükümetleri ile birlikte kaleme aldığı “üçlü programda” görülebilir. Bu programda gelecekte “ortak güvenlik ve savunma politikası” nın “tüm yönlerinin” derinleştirileceği söyleniyor. Bu sadece AB’de “stratejik diyalog” ve savunma sanayisinin güçlendirilmesini değil, aynı zamanda Birliğin “Savunma girişimlerinin daha da geliştirilmesi ve koordinasyonunu” da içeriyor. Bir diğer önemli faktör, NATO ile “Diğer şeylerin yanı sıra askeri hareketlilik, siber güvenlik ve savunma, yetenek geliştirme, hibrit tehditler ve kapasite geliştirme” hedefleyen iş birliği. Son olarak, “Ordu, sivil makamları desteklemeli ve dayanıklılığı güçlendirecek tedbirlerde yardım sağlamalıdır ...”.

Dayanıklılık, sadece doğal afetler ve salgın hastalıklar için değil aynı zamanda uluslararası çatışmaların ve hatta savaşların artması durumunda toplumsal dayanıklılık anlamına gelir.

(Çeviren: Semra Çelik)


ADALET VE IRKÇILIK VE POLİS ŞİDDETİ ÜZERİNE GERÇEKLER

İnsan Hakları Ligası*
Liberation Gazetesi

Tüm dünya, George Floyd’un katledilmesini lanetlemek, anısını anmak ve farklı düzeylerde sistematik ve kurumsal ırkçılığa maruz kalan siyahi insanların artık “Nefes alabilmeleri”, yani insan gibi, diğerleri gibi hükmü geçmez bir şekilde özgür ve eşit yaşayabilmeleri için izinli ya da izinsiz sokaklara iniyor.

Bu göstericilerin özel olarak istedikleri ise kamu yetkililerinin ve yukardan aşağıya kadar “emir komuta zincirinde” olanların; şiddete, dış görünüme, kökene ya da oturduğu adrese dayalı aşağılanmalara, ölüme yol açabilecek kadar ileri gidebilen hoyratça davranışlara hoş görüşlü davranmamaları, korumamaları, cesaretlendirmemeleridir.

Fransa’da sosyal ilişkiler üzerindeki ağırlığı açık olan sömürgeci geçmişe rağmen; sosyal, bölgesel ve ırksal eşitsizliklerin iç içe geçmişliği defalarca kanıtlanmış olmasına rağmen, bu durumun mağdurlarının acı ve öfke çığlığına rağmen; bunu yansıtan derneklere ve gerçekliğini bizzat teyit eden (Resmi bir kurum olan) Haklar Savunucu’suna rağmen, bu gerçekliği inkar resmileşti.

Bu sorunlara karşı eşi görülmemiş bir gösteriden sonra İçişleri Bakanı kendi emrinde olan polislerin “Tüm Fransızları -ırkçılığa karşı da dahil olmak üzere- koruduğunu” ilan etti. Bu provokatörce söylemlerin polis ve jandarmalar içinde dış görünümü bir kimlik sayanları cesaretlendirdiği anlamına geldiği ise artık uzun zamandır biliniyor.

KANAYAN YARAYI DURDURMAK

Sosyal ve bölgesel ayrımcılıkları açık bir şekilde ortaya çıkaran ve güvenlik politikalarını uygularken birçok “polis hatasının” da üstünün örtüldüğünün farkına varıldığı sağlık krizinin sonuçları giderek hafiflerken, doğruyu söyleyerek kanayan yarayı durdurmak lazım.

Doğruyu söylemek, kamu yetkililerine (polislere de) ceza verilebileceğini cesaretli bir şekilde belirterek temel haklara saygı duyması ve duyulmasını sağlamak olduğunu hatırlatmaktır. Doğruyu söylemek, ırkçılık ve ayrımcılıkların gelişmesinde kurum ve politikaların rolünü kabul etmektir. Doğruyu söylemek, şiddet ve ırkçılık suçu işlemişlerin adını koymak ve bunların ceza almasını talep etmektir. Doğruyu söylemek, temel hakları, sosyal adalet ve sadece adalet için mücadele edenlere cevap vermektir.

Sivil toplum, hak suvunucusu dernekler, polis şiddeti meseleleri etrafında oluşmuş komiteler uzun zamandır bu yönlü önerilerde bulunuyorlar. Bunların bir kısmını Ulusal İnsan Hakları Danışma Komisyonu (CNCDH) ve (Başbakanlığa bağlı) Haklar Savunucusu da sahiplendi. Bu öneriler polisi, görevlerini, yöntemlerini, denetlenmesini derin bir reformdan geçirmek için bir temel oluşturuyor.

Bizler, farklı düşünce, köken, inanç, yaş, cins, meslekten olan yurttaşlar, CNCDH’ye bağlı bağımsız bir komisyonun oluşturulması ve mağdurların taleplerini dinlemesi, konunun muhatabı tüm kişi ve örgütlerle görüşmesi ve polisle vatandaşın ilişkilerini düzeltebilecek şiddet ve ırkçılığa karşı mücadele edebilecek öneriler sunmasını talep ediyoruz. Cumhurbaşkanı kısa bir süre önce sağlık krizinden sonra ulusa yeni bir başlangıç sunma isteğini yeniledi. Bu yenilik bugünkü ırkçı ayrımcılıklar ve onun yol arkadaşı şiddeti temizlemeden olamaz. Tüm yurttaşlar katılmaksızın olamaz. Bu yeniliğin gerçek ve adalete ihtiyacı var.

(Çeviren: Deniz Uztopal)

* İnsan Hakları Ligası’nın hazırladığı bu metni onlarca kişi, sendika ve örgüt imzaladı.


HÜKÜMET ROTASINI DEĞİŞTİRMEZSE YEREL KARANTİNALAR ARTACAK

David McCOY
The Guardian

Leicester'da yerel karantina hem iyi hem de kötü bir haber. Sonunda koronanın yerel kontrolü yönünde adımlar görüyoruz. Aynı zamanda, hükümetin eline yüzüne bulaştırdığı ve örgütsüzce ilerleyen salgın saptama ve pandemiyle mücadele yönetiminin sonuçlarına şahit oluyoruz.

Martta başlayan ulusal karantina gerekli ve etkiliydi. Salgın yavaşladı, epidemi eğrisi düzleştirildi, hastaneler başa çıkabildi. Fakat bu birçok ikincil zarara yol açan kaba bir yöntemdi, gevşetilmesi kaçınılmazdı. Güney Kore ve Almanya’da da görüldüğü gibi sosyal mesafe, daha iyi hijyen ve aktif bir test-takip-izolasyon sistemi önlemleri koronavirüs vakalarının başa çıkılabilecek bir oranda kalmasını sağlayabilir.

Bunun işe yaraması için ise test-takip-izolasyon programının etkili olması gerekli. Şu anda var olandan daha iyi bir vaka belirleme sistemine ihtiyacımız var; daha fazla vatandaşın test olması ve yerel sağlık kurumlarının belirlediği şüpheli grupları hedef alan bir test sistemi çok önemli. Böylece yerel kurumların küçük çaplı salgınları erkenden belirlemesi ve takip etmesi sağlanacaktır. Küçük çaplı salgınları tamamen engelleyemeyebiliriz fakat daha fazla büyüyüp kontrolden çıkan salgınlara dönüşmelerini engelleyebiliriz.

Hükümetin merkezci, parçalı, kafası karışık ve yarı-özelleştirilmiş test ve kontak-takip sistemi maalesef ve de kaçınılmaz olarak yavaş, yetersiz ve hantal kaldı. Yeterince test yapılmıyor, vaka belirlenmiyor ve kontak-takip oranları hâlâ düşük. Değişik kurumlar arası veri paylaşımı engelleri ve gecikmeleri test sonuçlarının açıklanmasındaki gecikmelere ekleniyor.

Bu merkezi sistem yerel sağlık sistemlerinin dezavantajına oldu. İdeal olarak, yerel sağlık kurumları -isim, yaş, cinsiyet ve etnik köken, ev ve okul adresleri, semptomların ne zaman başladığı gibi klinik detaylar dahil- birçok yeni vaka verilerine zamanlı ve tam olarak ulaşabilmelidir. Fakat bu veriler kimseye ulaştırılmıyor. Sağlık Bakanı Matt Hancock, Leicester salgının on birinci gününde hükümetin “Hâlâ salgının nedenini bulmaya” çalıştığını kabul etmek zorunda kalıyor.

Yerel sağlık kurumlarıyla veri paylaşma isteksizliği endişe verici ve sıra dışı. İhtiyacı olanlarla paylaşılmayacaksa veri toplamanın ne anlamı var? Ayrıca hükümet veri kontrolüne, yerel sağlık ekipleri açısından, enfeksiyon kontrolünden daha fazla önem veriyormuş gibi görünüyor. Dahası, Kovid-19 veri deposu projesi dahilinde Ulusal Sağlık Sistemi (NHS) verilerini özel şirketlerle paylaşmaktan ise hiç çekinmiyor. Hükümet Amazon, Microsoft, Google, Faculty ve Palantir ile yaptığı anlaşmalarının sadece bir bölümünü yasal bir itiraz sonucu açıklamak zorunda kaldı.

Hükümetin kendi hata ve yanlışlarını kabul etmeyi sürekli reddetmesi de aynı oranda endişe verici. Hancock’un karantina kararı alınmadan önceki 10 gün boyunca Leicester’da fabrika, işyeri ve okullarda “hedefli müdahale” edildiği yönünde beyanı etkin yerel bir yaklaşıma işaret ediyor. Fakat birçok yerel politikacı, salgın ilk fark edildikten bir hafta sonrasına kadar hiçbir malumat almadıklarını söylüyor. Dahası, aynı zamanda açıklanan yeni yaya ve seyyar test merkezleri uygulamaları, Leicester bölgesindeki test sisteminin o ana kadar yetersiz olduğunu Hancock’un dolaylı bir yolla kabul etmesi demek.

Hükümetin pandemiyle mücadelede sergilediği medya manipülasyonu ve yaygara yöntemi belki de koronavirüsün kendisinden daha tehlikeli. Beceriksizlik, etkin bir hastalık kontrol stratejisi için vazgeçilmez olan, profesyoneller ve halkın güvenini yıpratıyor. Hükümet bu konuda sorunları görmezden gelip çözmezse Leicester’ın Britanya’da tekrar karantinaya dönen tek şehir olarak kalmayacağı kesin.

Toplum sağlığı çalışanları aylardır Kovid-19’la mücadele edecek, tecrübeli ve yeterince kaynağa sahip yerel sağlık ekipleri kurması yönünde hükümeti ikna etmeye çalışıyor. Bu ekipler yerel belediye toplum sağlık mekanizmaları içerisinde kurularak yerel test, takip ve izolasyon alanlarında sorumluluk yüklenip yeni vakaları takip edebilir ve yerel tavırları gözlemleyebilirdi. Sağlık ve sosyal bakım ekipleri aracılığıyla bölgesel ve ulusal kurumlarla irtibatta bulunabilirdi. Yerel toplumların ve gönüllü sektörlerin yardımını sağlayabilir, yerel akademik kurumların uzmanlığından yararlanabilir ve böylece doğru oranda teknik, stratejik, örgütsel ve bilimsel uzmanlıktan yararlanabilirdi.

Bu sistemler ülke çapında birkaç hafta içinde kurulabilirdi. Doğru, güvenilir ve eksiksiz, güncel veri transferini bu yapılara gerçekleştirecek bilgi sistemleri de çabucak kurulabilirdi. Bir kontak-takip ve toplum sağlığı çalışanları ağı oluşturulup, Leicester’da yeni bir karantinaya girilmesine engel olacak adımlar atılabilirdi.

Bununla birlikte, yerel belediyelerin sorumlulukları küçümsenemez. Belediyeler son 10 yıllık kesintiler dolayısıyla zayıf ve etkisizler. Leicester gibi bölgelerde yerel yönetimlerin epidemiyi kontrol etmesini ve yerel bir karantinayı etkin bir koordinasyonunun beklemek için; hükümetin hem kaynakları ve karar yetkilerini dağıtması hem de yerelcilik ve güven fikrini benimsemesi anlamına gelir.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

ÖNCEKİ HABER

HDP Sözcüsü Ebru Günay: Amaç muhalefeti susturmak

SONRAKİ HABER

Özel Türev Gülnazlı Engelli Bakım Merkezinde çocuklara şiddet uygulandığı iddiası

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...