Avrupa Birliği'ne üyelikten beklentiler devam etmiyor

A -
A +

Türkiye 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kapısını çaldığında, bu başvurunun üç temel sebebi vardı. İdeolojik, ekonomik ve siyasi.

Avrupa’daki kurumlara üye olmakla çağdaşlaşma arasında bir bağlantı olduğu düşünülüyordu. Uzun yıllar Türkiye’de Avrupalılaşma, Batılılaşma ve Çağdaşlaşma kavramlarının eş anlamlı addedildiğini unutmayalım. Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinin üye olduğu AET’ye ortak olmanın Türkiye’yi çağdaşlaşma hedefine yakınlaştırılacağı düşünülüyordu.
Ekonomik açıdan, AET ülkeleriyle ticaretin kolaylaşacağı, Türkiye’ye Avrupalı yabancı sermaye girişinin hızlanacağı tahmin ediliyor, daha da önemlisi o tarihlerde azalan Amerikan ekonomik yardımının yerine Batı Avrupa’dan yüklü miktarda yardım gelmesi bekleniyordu.
Siyasi açıdan ise, AET’ye müracaat eden Yunanistan’ın gerisinde kalmamak en önemli hedefti. 1950'lerin ortalarında hız kazanan Kıbrıs ihtilafından dolayı, Yunanistan’ın AET’nin desteğini arkasına alarak Türkiye’nin karşısına dikilmesi istenmiyordu.
İlk başvurunun yapıldığı tarihten bu yana geçen 58 yıl içinde Türkiye’nin AB üyeliğinden beklentilerinde önemli değişiklikler oldu. AB üyelerinin sayısındaki artışa bağlı olarak “kulübün dışında kalmama” arzusu ağır basmaya başladı. Ankara’ya göre, komünizmden kapitalizme geçiş yapan Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinin bile AB üyesi olduğu bir süreçte dışarıda kalınmamalıydı. Ayrıca Güney Kıbrıs AB’ye üye olurken, Türkiye’nin olamaması Doğu Akdeniz’deki stratejik dengeler açısından olumsuz sonuçlar doğurabilirdi.
Diğer yandan “AB üyeliğinin bir çağdaşlaşma projesi” olduğu vurgusu 21. yüzyılın başından itibaren daha güçlü dillendirilmeye başladı. Avrupa Birliği Bakanlığı’nın birçok resmî yayınında bu vurguyu görmek mümkündür. Bu dönemde Kopenhag Kriterleri’nin Ankara için ne kadar büyük önem taşıdığı minvalinde çok sayıda akademik ve siyasi konuşma ve yayın yapılmıştır. Bununla bağlantılı şekilde o dönemde “NATO üyesi ve AB’ye aday” bir Müslüman ülke olarak Türkiye’nin Orta Doğu’da model olarak alınabileceği sıklıkla söylenmekteydi.
AB genişlemesi ve küresel ekonomik krizin Avrupa’da yol açtığı sorunlar, aday ülkelerdeki “AB’ye girince daha yüksek ücretli işlerde çalışılabileceği” inancını ise yavaş yavaş ortadan kaldırdı. Yine de Ankara, üyelik sürecinin devam ettirilmesinin Türk vatandaşlarının AB ülkelerine vizesiz seyahatine imkân vereceği beklentisini sürdürdü. Hatta bu amaca yönelik olarak Brüksel ile geri kabul ve vize muafiyeti sözleşmeleri yapıldı. Görünen o ki, bugün AB ülkelerinin hiçbiri bu sözleşmelerin gereğini yerine getirmeye niyetli değil.
Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa ile Orta Doğu arasındaki etkileşimi artıracağını, Batı dünyası ile İslam dünyası arasında güçlü diyalog mekanizmalarının kurulmasına yardımcı olacağını söyleyenler de vardı. Medeniyetler Çatışması çığırtkanlığına en güzel cevabın Türkiye’nin AB üyesi olmasıyla verilebileceğine inanılıyordu. Fakat “Arap Baharı” sonrasında AB ülkelerinde yabancı düşmanı ve ırkçı siyasi hareketlerin daha da güç kazanması Türkiye karşıtlığını yükseltti. Yükselen mülteci sayısıyla birlikte, Müslümanlara karşı ayrımcı uygulamalarda artış gözlendi.
İlişkilerin yarım yüzyılı aşan tarihinde AB en başarısız sınavını 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında verdi. AB’nin kurum olarak ve üyelerinin tek tek sergilediği tutum Türk kamuoyundaki AB’ye üyelik isteğini hiç olmadığı kadar aşağıya çekti.
Böyle olunca, Ankara AB üyeliğinin Türkiye’ye ne gibi faydaları olabileceğini yoğun olarak sorgulamaya başladı. Eskiden, üye olabileceğimiz konusunda bir ümidi olmayanlar bile “sürecin kendisi üyelikten daha önemlidir” diyerek, üyelik müzakerelerini Türkiye’deki reformların arkasındaki ana dinamik olduğunu savunurlardı. Bugünkü AB tablosu karşısında ise üyeliğin mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. Üyelik müzakerelerinin Türkiye’ye net olarak ne sağlayacağını ise söyleyebilmek mümkün değil.
Uzunca bir süredir AB ile üyelik sürecinin sona erdiğini, iki tarafın da masadan ilk kalkan olmamak için beklemeyi tercih ettiklerini düşünüyorum. İlişkinin bu şekliyle sürdürülebilirliği kalmamıştır.
Yapılması gereken, masadan kalkmadan ve tarafların birbirleri için çok önemli ekonomik ve siyasi muhataplar olduğunu akıldan çıkarmadan Türkiye-AB ilişkilerinde paradigma değişikliğine gidilmesidir. Önümüzdeki en iyi alternatif Türkiye açısından eksiklikleri giderilmiş, güçlendirilmiş gümrük birliğidir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.