Bugünlerde kiminle konuşsam, “korona yayılıyor, tedirginim” cümlesini duyuyorum. Artık her günümüzün sıradan manzarası haline gelen kalabalıkları, kimi şehir efsanesi kimi gerçek olan bir çok veriyi/haberi de hesaba katınca, bu tedirginliğe hak veremeden geçemiyorum.

Dünya ilk kez bir salgın deneyimi yaşamıyor.

Haliyle, bir salgın sürecinde yaşanması beklenen her şey büyük ölçüde biliniyor.

Bir asır önce 1. Dünya Savaşı’nın sonunda ortaya çıkan İspanyol Gribi salgınında yaşananlara bakmak dahi bize muhteşem bir yol haritası sunuyor.

Üç dalga halinde yaşanan salgında 50 milyon insanı öldürdü. Dünya nüfusunun üçte birine bulaştı. O tarihlerde de salgınla mücadelenin üç sloganı bugün olduğu gibi “sosyal mesafe, maske ve temizlik” olmuştu. Üstelik öyle örnekler yaşanmıştı ki bugün yaşananların karbon kopyası gibi..

Korona salgını başladığında çok konuşulmuştu ama ikinci dalganın arifesinde bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum.

1918 yılında Amerikan askerleri ülkelerine dönerler. Philadelphia isimli kentte törenle karşılanırlar. Kimse Avrupa’dan dönen askerlerin taşıdığı felaketi önemsememektedir.  Virüs 200 bin kişiye bulaşır. Hastaneler 72 saat içinde tamamen dolar. Çok kısa süre içinde 2 bin 600 kişi ölür.

Diğer taraftan St. Louis isimli şehirde tören yapılmaz, toplaşmalar yasaklanır. İşyerleri kapanır, hastalar evlerinde tedaviye alınır. Bulaşma ve ölüm rakamları Philadelphia’nın yanına bile yaklaşmaz.

Gelin görün ki St. Luis’i yönetenler başlangıçta elde ettikleri başarıyla o kadar çok övünür, o kadar zafer havası yayarlar ki insanlar rehavete kapılır. Kısa süre içinde St. Luis’de de bulaşma ve ölüm rakamları hızla artmaya başlar.

Ne demişler?

Tarih tekerrürden ibarettir.

Lafı dolandırmaya gerek yok!

Bir çok ülke gibi Türkiye de virüse karşı erken zafer ilan etti.

Üstelik, bizimkiler zaferi canlarını ortaya koyarak salgınla mücadele eden sağlık çalışanlarından, anayasamızdaki sosyal devlet uygulamalarından çok, hükümetin tek şirketten aldığı “milli solunum cihazlarına”, ihalesiz yaptırılan sahra hastanelerine, hasta garantisi verilen pırıltılı, devasa hastane binalarına bağlandı.

Konu siyasete o kadar alet edildi ve “hükümet bu işi kotardı”  görüşü o kadar çok dillendirildi ki bir ara “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu başarıyı seçime tahvil etmek isteyebilir, erken seçim olabilir” yorumunu yapanlar dahi oldu.

Zafer ilanının doğal sonucu olarak da hepimize bir rehavet çöktü.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca aksini anlatmak, uyarılarını duyurmak için çırpınsa da bizler, “bu iş bitti” havasına girdik.

Siyaset zeminlerinden pompalanan aşırı özgüven ile rehavet birleşince de hem virüs hem de ikinci dalga kapımıza dayandı.

Vakit, bir an önce silkelenip kendimize gelme vaktidir.

Lütfen maskenizi çıkarmayın, sosyal mesafeye dikkat edin ve temizlikten ödün vermeyin!

Yemek yarışmamız dahi siyasetimiz gibi


Bu aralar reyting listelerinde ilk sıralarda MasterChef diye bir yemek yarışması var. Biri İtalyan, ikisi Türk üç şef, adaylar arasından yarışmacı seçiyorlar.

İkinci dalga korkusundan yeniden eve kapanınca, kızımın da önerisiyle “hep siyaset hep siyaset nereye kadar” diyerek ben de izlemeye başladım.

Ancak ne göreyim, yemek yarışmasının ülkenin siyasetinden hiçbir farkı yok.

Şeflerden biri, otoriter liderleri mumla aratıyor. Yarışmacıyı dışarıya kovuyor. Kalanlara fırça atıyor, bağırıp çağırıyor.

Siyasetçilerin, devleti yönetenlerin rakiplerine karşı en çok kullandığı “bedelini misliyle öder” cümlesini bir yemek yarışmasında duyacağım hiç aklıma gelmezdi.

Ülke genelindeki “düşünce özgürlüğü” sorunu belli ki yarışma mutfağında da geçerli. Zira otoriter şefin “Mutfakta en son ustaya karşı konuşulur. Onu da ancak mantıklıysa söyleyeceksiniz. Siz sonuçta birer çıraksınız. Kafanıza göre iş yapmayın” cümlelerini duyduğumda, karşımda bir siyasetçi konuşuyor sandım.

Belli ki reyting için “otoriter şef”, “yumuşak şef”, “objektif şef” olarak rol dağılımı yapılmış ama sertliği de bu kadar abartmamak lazım.

Bir yarışma programında misliyle ödenecek bedel ne olabilir ki? Siyasette ustaya fikrini söylemek zaten sorun, bırakın mutfakta hiç olmazsa gençler fikirlerini söyleyebilsin!