ARTIK YETER, BU ÜLKE NEREYE GİDİYOR!?

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi dün akşamüstü saat 16.00 sularında İzmir’in “Bayraklı” ilçesindeki "Adliye Sarayı" girişinde yine bir terör olayı meydana geldi.

1 polis, 1 de sivil olmak üzere 2 vatandaşımız şehit oldu.. 11 kişi de yaralandı.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dileğiyle milletimizin başı sağ olsun demekten başka bir şey bulamıyoruz.

Yaralılarımıza da acil şifalar diliyoruz.

Ama gerçekten olay çok vahim!

Bu terör saldırılarıyla, Türkiye’nin üzerine yeni yeni pazarlıklar yapılıyor…

Son 14 yıldır AK Parti iktidarının Türkiye’yi bir yerlere getirmiş olması….

Ve tabi ki, devletin başında bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iman nokta-i nazarında bütün dünya keferetül fecerelerine meydan okuması…

Gerçekten "iç ve dış hıyanet erbapları" bu gelişmeleri içlerine sindimediklerinden dolayı "ittifakla" saldırıya geçmiş durumdalar.

Onun için, “bu memleket, nereye gidiyor?” sorusuna da artık büyük bir ittifakla, "İman ve İslam ittihadıyla" toplumu birbiriyle kenetleyerek, cevap verilmelidir..

“Memleket nereye gidiyor?” sorusunun cevabı çok kolaydır aslında.

Zira memleket hiçbir yere gitmez, yerindedir de…

Fakat unutmayalım ki; 1909’daki İttihat Terakki Partisinin masonik kafaları Sultan Abdülhamit’i tahttan indirerek, Osmanlıyı I. Dünya Savaşına sokarak Osmanlıyı nereye götürdülerse, günümüzdeki mevcut terörle ittifak eden o partinin aynı uzantıları durumunda olan darbeci anlayışlar da memleketi yeni karanlıklara doğru götürme çabası içerisindedirler.

Hem de ABD mandası altında.

Yani ABD’nin CIA ajanlarıyla işbirliği yaparak….

Hiç kuşkusuz ki, terörü çeşitlere ayırarak her gün bir yerde terör olaylarının gerçekleştirilmesi hayra alamet değildir.

PKK’nın 1984’lerde 12 Eylül’ün bir mahsulü olduğu kuşkusuz bir gerçektir.

Aynı paralelde uzana gelen 28 Şubat da aynı ittifak içerisinde her gün biraz daha terör odaklarını hızlandırarak, ülkeyi 28 Şubat’a kadar getirmişlerdi.

Bunun arkasındaki güçte hepimizin malumudur…

TSK’nın bünyesindeki darbeci, Kemalist, Siyonist, laikçi, postmodern, Batı Çalışma Gruplarının varlığı inkâr edilemez.

Ve buna müştereken ve müteselsilen CHP anlayışıyla ulusalcıların işbirliğiyle bu kez kendilerini arka planda bırakmak üzere FETÖ terörünü öne sürdüler….

Günümüze kadar yeni bir yapılanma olarak FETÖ’yü kalkan olarak kullandılar..

Ve nihayetinde, 15 Temmuz haince girişilen darbeyi icra etmek istediler..

Ama halk, darbeye darbe yaptı..

Şimdi aynı anlayış farklı bir konseptle, yeni darbelere hazırlıklar yapmakta olduğunu artık “Sağır Sultan” dahi biliyor.

Bununla da yetinmiyorlar.

Bu kez ABD’nin en alçak projesi olan DEAŞ’ı eklediler.

Türkiye’yi DEAŞ’la karşı karşıya getiren ABD, hiç unutmayalım ki Türkiye’deki iç hıyanet tezgâhçılarından ayrı değillerdir.

Peki, DHKP-C nerede acaba?

Onun hiç ses sedası yok.

Çünkü o yoruldu.

Aslında arka planda başrol oynayan, tüm bu kirlenmeyi odaklayan DHKP-C terör örgütü olduğunu da unutmayalım.

Eğer hükümet, iktidar bunu görmüyorsa ve halk da bundan gafil, gerçekleri görmez ve duymaz bir halde yaşıyorsa, bize göre o da büyük bir gaflettir, dalalettir, hatta ihanettir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Bugün neler oluyorsa, dünkü günlerimizdeki yaşanan olayların bir uzantısıdır…

Hiç kimse şüphe etmesin.

Olaylar açık ve nettir..

Tüm hızıyla kendini gösteriyor, uzaklara gitmeye de hiç gerek yok.

Evet.

1909’da Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilişi…

1914’te I. Dünya Savaşı’nın gerçekleşmesi.

1915’te Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Ermeni olaylarının vuku bulması…

Yine 1915’teki Çanakkale Savaşındaki Osmanlının zaferle çıkmasıyla beraber, ne yazık ki bütün İtilaf Devletlerinin Osmanlının üzerine çökmesi…

Osmanlının elinde bulundurduğu Memalik-i İslamiye’nin elinden alınması…

Yine İtilaf Devletleriyle işbirliği yaparak taşeronluk görevini üstlenen içteki bu hain İttihatçı Paşalar bu kez 1918’de İngilizleri ellerini kollarını salayarak tek bir kurşun sıkmadan İstanbul’a gelip istila ettirme gafletleri…

İtilaf devletlerinin kirli ittifakı paralelinde Osmanlının tüm gücünü elinden almakla Mondros Mütarekesinin gerçekleştirilmesiyle Osmanlının varlığına son verdirildi.

Ama bu arada tabii ki Anadolu insanı, Milli Mücadele adına Kurtuluş Savaşına hazırlanmış ve ülkenin her tarafına dağılan İtilafçı hıyanet güçleriyle çarpışa çarpışa nihayet düşman keferelerini püskürtmüşler ise de bu kez 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması devreye girmiştir.

Sevr Antlaşması meydana gelince zaten Mondros Mütarekesi artık kesinleşmişti.

Mondros Mütarekesini az bulmuşlar, bu kez Sevr’i dayatmışlardı..

İşte o günkü o hal ne ise Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın da her zaman vurgulayarak söylemek istediği gibi; o günün görüntüleri bugün dik alasıyla yeniden bize yutturulmaya çalışılıyor…

Göz dikmiş hain emperyalist kefereler ittifak içerisinde diş biliyorlar…

Ama tek başlarına değiller…

Yine aynı metotla içteki taşeron münafıklarla işbirliği yaparak harekete geçmişlerdir.

Hedef; Recep Tayyip Erdoğan’ı ortadan kaldırmaktır…

Türkiye’yi yeni bir kaos karanlığına sokmak, bölüp, parçalayıp, yutmaktır.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Mondros Mütarekesinin rezaletini özetleyerek bazı başlıklar altında burada sizinle paylaşmak isterken, ardından gelen Sevr Antlaşması rezaletinin de bazı bölümlerini sizinle paylaşmak istiyorum.

Zira yakın tarihimizdeki bu her iki olayın tarihini bilmeyen bir millet, geçmişini unutmuş, gafil bir millet durumuna girer ve geleceğini kestiremeyecek kadar budala, aptal bir millet kılığına girmiş olur.

Onun için dikkatinizi şu noktaya çekmek istiyorum.

Her nedense Mondros Mütarekesiyle Sevr Antlaşması bir türlü Milli Eğitim müfredat ders programlarına alınmamış..

Okullardaki ders kitaplarına bir türlü konulmuyor…

Öğrencilere anlatılmıyor veya anlatılıyorsa da deveden kulak bile değil.

O da apayrı bir düzenin düzenbazlığına teşmil ediyor.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

433 maddeden oluşan Sevr Antlaşmasının önemli bazı maddelerinden bir kaçı..

Sahteciliğe, zorbacılığa, dayatmacılığa dayanan bu her iki antlaşmanın tümünü zaman zaman sohbetlerimizin içine alarak size aktarmaya çalışıyoruz.

İşte o maddeler biri-iki tanesi;

“Sınırlar (madde 27-36): Edirne ve Kırklareli dahil olmak üzere Trakya'nın büyük bölümü Yunanistan'a; Ceyhan, Antep, Urfa, Mardin ve Cizre kent merkezleri Suriye'ye (Fransız Mandası); Musul vilayeti en kuzeydeki kazası İmadiye dahil tamamen El Cezire'ye (Birleşik Krallık Mezopotamya Mandası, sonradan Irak) İstanbul Osmanlı Devleti'nin başkenti olarak kalacak.

Ermenistan (madde 88-93): Osmanlı, Ermenistan Cumhuriyeti'ni tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek (ABD Başkanı Wilson 22 Kasım 1920'de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan'a verdi.)

Arap ülkeleri ve Adalar (madde 94-122): Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecek;

Kürt Bölgesi (madde 62-64): İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat'ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti'ne bağımsızlık için başvurabilecek”

* * *

İşte bakınız, sevgili okurlar.

Kâinatı sarsan böylesine alçalışlara ne yazık ki “hezimet” adı konulmamıştır, hep sahte kahramanların sahte adları kullanılmış ve millete böylece “zafer” olarak yutturulmuştur.

Oysaki bu iki büyük hezimetten sonra 1923’teki “Lozan Hezimeti” gerçekleşince zaten otomatik olarak Mondros ile Sevr ortadan kalktı.

“Lozan Zaferi” yani “Hezimeti” her şeye bedeldir ve her şeyin başını çekiyor.

Ve ne yazık ki resmi tarihimiz, hezimete “Lozan Zaferi” diye övgü yağdırıyor…

Halka yutturuluyor.

Evet, sevgili okurlar.

Unutmayalım ki, her gün gemi azıya vuran terör saldırılarının tek hedefi var..

O da, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti'dır..

Bunları ortadan kaldırmakla Türkiye’yi yeni bir Irak veya Suriye durumuna getirme çabasıdır.

En derin saygı ve sevgilerimle

Hayırlı Cumalar…