YAZARLAR

Arkasına sığındığımız etiketler

Türkiye’de etiket çok... Politik mücadele, kimin etiketinin daha iyi bir örtücü olduğu mücadelesi neredeyse. Bazılarını iktidar ve muhalefet aralarında paylaşamıyorlar. Vatan mesela... Al sana güçlü bir başka etiket. Vatan için canlar feda da vatan ne? Neresi vatan? Herkesin vatanı aynı mı? Vatan gerçekten kimin vatanı?

Bir soruyla başlayacağım; sizden isteğim sevgili okurlarım bu yazıyı okurken o soruyu ve soruya yanıtınızı aklınızın bir köşesinde tutmanızı isteyeceğim. Kendi yanıtınızı değerlendirmenizi bir de... Bakalım sizler ne düşüneceksiniz?

Sorum şu: Arkadaşlarınızla, dostlarınızla, ailenizle bir kahve arasında, bir çilingir sofrasında ya da bir ev ziyaretinde bir araya geldiğinizde söz dönüp dolaşıp politikaya geldiğinde -ki çocukluğumdan beri katıldığım hiçbir sosyal ortamda politikanın merkezde olmadığı bir sohbete tanık olmadım- söz içinde başvurulan, sizin de kaçınamadığınız etiketlerin ne kadar farkındasınız? Bu yazıda ben en sık başvurulan birkaçını, bu tür etiketlerin ne işe yaradıklarını dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.

Önce küresel olarak yaygın olanlardan biriyle başlayacağım. Demokrasi... Öyle bir etiket ki bu, tarif et deseniz kimse edemez, ama politik yelpazedeki ideolojik yeri ne olursa olsun hemen herkes kendisini en birinci demokrat kabul eder. Şöyle sokakta bir dolaşıp rastgele birkaç kişiye sorun isterseniz. Herkese göre demokrasi iyi bir şeydir ama sorsanız niye iyidir diye, kimse açık seçik bir cevap veremez. Dünyanın her yerinde, bir yönetim herhangi bir kararını demokrasi adına alınmış olduğu iddiasıyla savunuyorsa akan sular durur. Her ülkenin kendi bağlamı içinde birtakım özel anlamlar da yüklenerek arkasında her daim sığınabileceğimiz geniş gri alanlar bırakan en elverişli etiket bugün hala demokrasidir. Demokrasi öyle büyüleyici bir etikettir ki yapılan işin, alınan kararın maliyetini mükemmel biçimde gizler. Demokrasi adına insan hakları ayaklar altına alınabilir; eşitsizlik çeşitlilik olur; yoksulluk toplumsal düzen meselesi değil, (demokratik) düzenin rekabet koşullarına ayak uyduramayan kitlelerin kendi başlarına açtıkları bir bela... Bireyler, demokratik düzenin dışında kalmayı seçtiklerinde demokrasi ne yapsın değil mi ama?

Demokrasi, günümüz dünyasında kapitalist düzenin etiketidir. Ekonomik krizle sarsılan her ülkede, acı reçetelerin acı ilaçları (!) halka demokrasi adına içirilir. Batı’nın göçmen politikası, o ilmek ilmek işlenerek yüzyıllar boyu mücadele ile yaratılmış demokratik düzenin kendi iç dengelerinin bozulması korkusuyla şekillenir. Yeni türden bir ırkçılık, demokrasinin hassas dengelerinin korunması mazeretinin ardına kolayca saklanır. Göçmen, ancak bu pek ince, pek hassas demokrasiye uyduğu takdirde kabul görebilecektir ki kaç göçmen aslında bu uyum yeteneğine sahiptir? Demokratın kendisi böylece demokrasinin başat düşmanı haline gelmektedir. O has demokrat etiketi, ardındaki katışıksız ırkçıyı her şeyden daha iyi gizler.

Kendi sohbetlerinizi, politikacıların söylemlerini bir düşünün. Örneğin seçimleri hatırlayın. Şimdi yaklaşmakta olan yerel seçimleri de akılda tutun. Herkes demokrat, rakibi demokrasi düşmanı... Ama her sözün bir turnusol kağıdı var. Eşitsizlikler, yoksulluk meselesi, göçmen sorunu, Kürt sorunu, azınlıklar sorunu, üretim ve emek sorunu... Bütün bu meselelerle demokrasi etiketine bakmayı deneyin, etiketin parlak yüzeyinde oluşan çatlakları görüyor musunuz? O çatlaklardan sızan şeye bir bakın bakalım ne göreceksiniz? Bakarken unutmayın, bu ülkede darbeler bile demokrasi adına, rayından çıkan demokrasiyi yoluna koymak üzere yapılmıştı. Bunlardan sonuçlarını hâlâ yaşamakta olduğumuz 12 Eylül, bu toplumda ezici bir destek de bulmuştu üstelik. Yakın zamanlarda da benzer bir deneyimi yaşıyoruz. 15 Temmuz sonrası her ihlal, demokrasi adına yapıldı. Demokrasi kılıfına sokulan bir OHAL ile binlerce insan hapsedildi, işlerinden atıldı, sivil ölüme mahkum edildi. Yine herkes suskun. Onaylayıcı bir suskunluk bu. Demokratlıklarına toz kondurmayanlar, terörist, hain ilan ettikleri insanlara yapılanları olumluyor. Ne adına, güya demokrasi adına!

Türkiye’de etiket çok... Politik mücadele, kimin etiketinin daha iyi bir örtücü olduğu mücadelesi neredeyse. Bazılarını iktidar ve muhalefet aralarında paylaşamıyorlar. Vatan mesela... Al sana güçlü bir başka etiket. Vatan için canlar feda da vatan ne? Neresi vatan? Herkesin vatanı aynı mı? Vatan gerçekten kimin vatanı? Karpuz gibi ortadan yarılmış bir toplum için herkes vatan adına bir görev tanımlıyor kendine. Vatanın bekası adına insanlar öldürülebiliyor, hapsedilebiliyor, işkence görebiliyor, açlığa mahkum edilebiliyor. Ülkenin gençleri, burada ne işimiz var, diye sorulmadan komşudaki savaşa göz kırpılmadan gönderiliyor, ne için güya vatan için! Başkasının vatanı değil mi orası diye sormaya cüret eden hain ilan ediliyor, niye? (Güya) vatanın selameti için! Vatan diye diye vatanın satılmadık yeri kalmamış, kimsenin ruhu duymamış! Vatan etiketinin gizlediği bütün o yavuz hırsızlıkları etiketi az sıyırın göreceksiniz!

Bir de yerlilik ve millilik var. Kerameti kendinden menkul bir etiket bu da. Cesaretiniz varsa sorgulayın. Örttüğü gerçeğe bakmayı bir deneyin! En hafifinden kökü dışarıda olmakla suçlanırsınız. Tabii ajanlık ya da satılmışlık gibi başka yaftalar da cephanelikte hazır. İronik tabii... Lahmacunun etinden, kısırın bulguruna, çaya katık simidin ununa, çilingir sofrasının rakısına kadar neredeyse her şeyin dışarıdan geldiği ya da yerli olmayan şirketlerce üretildiği, futbol takımlarında neredeyse yerli oyuncu kalmamış bir ülkenin insanlarının yerlilik ve millilik taslaması! Sadece etiketin örttüğü gerçeğe bakmayı deneyin bir yeter.

Liste uzatılabilir. Müslümanlık ya da İslam, dindarlık gibi bir başka etiketimiz var ki bunun ardına nasıl, hangi biçimlerde sığındığımız tek başına birkaç yazının konusu olabilir. Burada değinmeyeceğim bu nedenle. Ancak bir tanesi var ki Cumhuriyet gazetesinde, Vakıf’taki yönetim değişikliğinin ardından yeniden baş rolü kaptı. Bahsetmeden geçemeyeceğim. Önce yukarıda saydığım bütün etiketlerle bir daha okuyun Cumhuriyet hakkında yazılıp çizilenleri. Hepsini. Bir de Atatürkçülük etiketi ile yancılarına verin dikkatinizi: Ulusalcı sol, laik ve demokratik Cumhuriyet... Ha bir de aydınlanma var. Solculuk da yaman bir (yancı) etiket hiç kuşkusuz.

Solun kendisini tarihle meşrulaştırdığını hiç duymamış olabilirsiniz ama burada işler pek öyle yürümüyor. Bizim bazı solcularımız, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına, kuruculara hayranlıklarından geleceğe bakmaya zaman bulamıyorlar, devrimi gelecekte değil geçmişte arıyorlar. Sonra da çağın popülist eğilimlerini bir türlü anlayamıyorlar. Marx’ın öğretisinin içerdiği sıkı Aydınlanma eleştirisinin de farkında olmadıklarından veya ustaca görmezden gelmeyi tercih ettiklerinden, Fransız Devrimi'nden kalma bir tür Jakobenliği solculukla karıştırıyorlar. İşte Cumhuriyet’in dönmekle pek övündüğü Atatürkçü çizginin, ulusalcı ama solcu etiketinin örttüğü de bu. Aydınlanma'nın aslında solla pek ilgisi olmayan değerlerini savunup, eğitim gibi kapitalist toplumsal formasyonunun sürekliliğinin bir garantisi olarak sol literatür tarafından devletin ideolojik aygıtlarından biri sayılmış bir kurumun önemini vurgularken aslında ne kadar da muhafazakar olduklarını gizliyor bu etiket. Üstelik bu etiketin gizlediği bir başka şey, bu halis Atatürkçü pozisyonunun Atatürk ile hemen hiç ilgisinin olmaması. Arkasına sığındıkları bu Atatürkçülük, 12 Eylül düzeninin icat ettiği, İslamcılıkla milliyetçiliğin birbirine eklemlendiği, içine kuruluş mitolojisinin fantezi evrenini tamamlamak üzere şırınga edildiği bir etiket aslında. 12 Eylül faşizminin, demokrasi adına demokrasiyi yok etmiş darbe düzeninin, şiddetini ve baskısını yayarken araçsallaştırdığı, o baskının, şiddetin, ihlallerin, ölümlerin örtüsü haline getirilmiş bir etiket.

Herkese etiketlerin ardını görebileceği keskin gözler dilerim. Kriz derinleşirken çok ihtiyacımız olacak....


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.