27 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 16°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Arif Şentürk Aydınlık’a konuştu-1: Kırcaali'yle arda arası deryalar

Şentürk ilk türküsünü beş yaşında öğrenmiş, Makedonca... O günleri ‘Sokakta bağıra bağıra türkü okuyordum. Üç dil biliyordum. Türkçe, Makedonca, Arnavutça. Anadilim gibi’ diye anlatıyor

Arif Şentürk Aydınlık’a konuştu-1: Kırcaali'yle arda arası deryalar
A+ A-
EMİNE SAĞLAM AKFIRAT

TRT’de uzun yıllar çalışmış değerli sanatçımız İbrahim Can ile birlikte kapıdan içeriye girdik. Karşımızda dinç, sempatik, gülen gözleriyle bir Rumeli delikanlısı; TRT’de mahalli sanatçı unvanıyla yıllarca bize en güzel türküleri söylemiş Arif Şentürk. Salgın nedeniyle sarılamadık ama İbrahim Can da ben de salondaki diğer arkadaşlarla bakışlarımızla kucaklaştık. Arif Şentürk denince, Rumeli türküleri gelir aklımıza, onun sesiyle bütünleşmiştir adeta. Onun sesinden Rumeli Türklerinde yaşanan acıyı, sevinci hissederiz içimizde. Hele “Deryalar”, “Drama Köprüsü” türküleri… Söyleşimize evsahipliği yapan Rumeli Bizim Derneği Genel Başkanı Muharrem Çınar’a bizi değerli sanatçımız ile hoş bir mekan içinde ağırladığı için çok teşekkür ediyoruz.

  • Arif Şentürk kimdir?

Söyleyeyim o zaman, Arif Şentürk kimdir? 1941 yılında Makedonya Kumanova kasabasında doğmuşum. Kasabamızda dört ayrı okul vardı. Makedon, Sırp, Arnavut ve Türk okulu. 1947 yılında altı yaşında Türk okuluna başladım. 2. Dünya Savaşı'ndan yeni çıkılmıştı. Savaş döneminde çocuklar okula gidememişti. Okulda büyük çocuklar da vardı, en ufakları bendim. İlkokul ve ortaokulu orada bitirdim. Çok fakir demeyeyim ama fakir bir ailede, iki kız, üç erkek beş kardeşin en büyüğüyüm. Türkiye’ye geldikten sonra bir erkek kardeşim daha oldu. Çocukluğum dolu dolu geçti. O dönem herkeste bisiklet vardı, bizde yoktu. Ama biz başka şeylerle mutlu olurduk. Babam at arabacısıydı. İneklerimiz vardı. Ben okuldan çıktıktan sonra arkadaşlarımın beklediği ovaya çıkardım. Hep beraber hem inekleri otlatırdık hem de birlikte oynardık.

  • Çocukluğunuzda müzikle ilginiz var mıydı?

Müzik bizim ruhumuzda var. Annemin ismi Fikriye Laguciç. Düğünlerde türküleri anneme de okuturlarmış. Nur içinde yatsın annemden birkaç türkü aldım. Babam çok iyi folklorcuydu. Babamın bir büyüğü amcam apayrı bir adamdı. Onlar parmakla gösterilirdi. Oynadıkları zaman bütün Kumanova halkı toplanır, izlerdi. Rahmetli babama; “Sizde nasıl bir ciğer var. Bir buçuk saat davulla kabadayı oyunları, bir buçuk saat de ince çalgıyla oynuyorsunuz” derlerdi. Klarnete, kemana bizim orada ince çalgı derler.

  • Düğünlerde ne çalarlardı?

Tef çalarlardı. Annemden aldığım türkü: “Turnamın kanatları ibrişimdir ibrişim”. Allah rahmet eylesin. O zaman elektrik yok, radyo yok. Ama ne var; gramofon var. Rahmetli annem Saadettin Kaynak’ın bir türküsünü okurdu. “Yaralı cana benziyor…”

  • Nereden öğrendi bu türküleri?

Radyo olmadığına göre düğünlerden öğrenmiş olabilir. Ortaokul sona giderken Döndü diye bir kızımız vardı. Bir türkü okumuştu. “Lambada şişesiz yanmaz mı? Cicim bana yar bulunmaz mı?” Bu bir Elazığ türküsüydü. Belki oralardan göç edenler türkülerimizi de beraberinde getirmiş olabilirler.

  • Anneniz yerel sanatçı mıydı? Kadınların toplandığı yerlerde türkü mü söylüyordu?

Anneme de türkü söyletiyorlardı ama başka söyleyenler de vardı. O dönemde radyo yoktu. 1950’den sonra bize elektrik bağlandı. 1952’de radyo satın aldık. Zaten savaştan çıkılmış, kıyamet kopmuş, yokluklar, ölümler… Ben ilk olarak Makedonca bir türkü öğrendim.

  • Kaç yaşında?

Beş altı yaşlarında. Hem de sokakta bağıra bağıra okuyordum. Üç dil biliyordum. Türkçe, Makedonca, Arnavutça. Anadil gibi.

'GALATA KÖPRÜSÜ'

  • Makedonya’da iken İstanbul’u merak ediyor muydunuz?

Merak etmez miyiz? Çocuktum, çıkardım çarşıya…Bir mağazada güzel bir kutu vardı. Üzerinde Galata Köprüsü’nün resmi basılı. Her çarşıya çıkışımda mağazaya gider, o kutuya bakardım. Biz milliyetçi topluluktuk orada. Makedonlar korkardı bizden. Samimiyetle söylüyorum. Futbol veya hentbol oynarken Arnavutlarla çok çekişirdik. İyi hentbol oynardık. Hep biz galip gelirdik.

  • Kumanova’dan Zeytinburnu’na nasıl geldiniz?

Benim babam kırk yedi yaşındaydı o vakit. Türkiye’nin ne suyunu ne havasını ne ekmeğini ne tadını bilir. Hiç bilmediği Türkiye’ye, sırf evlatlarını kurtarmak için götürmek istedi. Baskı içinde yaşamamak için evi, arabaları ve bütün eşyalarımızı sattı. 19 Haziran 1956 Perşembe günü, saat dörtte Kumanova’dan bindik, cumartesi günü saat 13.30’da Sirkeci garında indik. Allah’ın işine bak ki Sirkeci’ye inince, karşımızda ilkokul öğretmenimiz Şevki Bey duruyordu. İyi bir öğretmendi. Biraz katıydı, bizi hırpalardı ama iyi bir adamdı. Onunla karşılaştık nur içinde yatsın. Neyse bizi büyük arabalara sığdırıp doğru Zeytinburnu’na götürdüler. Zeytinburnu’na bizden bir, iki sene önce teyzem yerleşmişti. Teyzemin evine gittik. Teyzemin evi iki oda bir sofa karanlık bir gecekondu. Kira tabi…Yolları yok. Benim de gençliğimin en zor zamanı. Bütün arkadaşlarımı, dostlarımı bırakmışım arkamda. Arkadaş sokağa çıkıyorum, yarım saat duruyorum içeriye giriyorum başlıyorum ağlamaya. Annem görmesin diye yastığı kafama örtüyor hüngür hüngür ağlıyorum. Niye geldik biz buraya diye… Neyse bir gün top oynuyorlar bizim sokakta. Ben de iyi top oynardım. Hem hentbol hem de futbol. Hatta lisansım bile var. Beni takıma kabul etmediler. Gir içeri yine ağla.

  • Çalışmaya ne zaman başladınız?

On gün sonra beni Laleli’de bir berberin yanına götürdüler. Berber dükkanında çıraklığa başladım. Sabah kalkıyorum beşte, altıda. Biniyorum trene Yenikapı’ya kadar geliyorum. Oradan yürüyüp dükkana gidiyorum. Yenikapı’dan eve çocukluktan kalma alışkanlıkla tramvayın arkasına yapışıyor bedavadan eve geliyordum. Derken aradan üç, dört ay geçti Kumonova’dan en samimi arkadaşım bizim mahalleye göç etti. İşte o zaman moralim düzeldi. O güne kadar yalnızdım, arkadaşım yoktu, kimseyi tanımıyordum. Para, pul yok. Çok zor bir durumdu. O arkadaşla en büyük zevkimiz bir hafta boyunca işte çalıştıktan sonra pazar günü gidip Tahtakale’yi gezmekti. Tahtakale’de gürültü, patırtı içinde Eminönü’ne doğru yürürdük. Paramız varsa balık ekmek yerdik, yoksa yemezdik.

  • Çalışmaya başladıktan sonra moraliniz yerine geldi mi?

Evet geldi. Epey zaman geçti bizim kasabadan mahallemize çok gelenler oldu. Diğer kasabalardan da gelenler oldu. Biz kalabalıklaştık ve bütünleştik. Kalabalıklaşınca düğünlerimiz olmaya başladı. On bir kişi olmadığı için yedi kişiyle futbol takımı kurduk. Takımımız yıllarca Zeytinburnu amatör takımda oynadı. Güven Spor diye bir takım.

Neyse berber dükkanında bir iki sene çalıştıktan sonra Zeytinburnu, Yeşiltepe’de bir berber dükkanı açtım. On yedi yaşında, mahallede ilk berber dükkanı açan esnafım. Dükkan dolup, taşıyor. Arkadaşlarım tıraşa geliyorlar, sohbete ediyoruz. Yirmi dört saat İstanbul Radyosu açık. Ben yüzlerce Rumeli türküsü gibi Anadolu türküsü de biliyorum. Doldum artık bir yere kadar geldim.

İbrahim Can: Ama berberin ellerinin hünerli ve yakışıklı olması lazım değil mi?

İyiydik o zaman ya…

  • Şimdi de iyisiniz maşallah! Yetmiş bile göstermiyorsunuz.

Eskiden turp gibiydik, şimdi... Berber dükkanına çok insan geliyor. Epey bir çevre edindik. Diğer esnaf da gelmeye başladı.

  • “Deryalar” türküsü. Sizin türkü hikayelerini çok güzel anlattığınızı biliyoruz. Bizim okuyucularımıza da anlatır mısınız?

Bu türkülerin hikayeleri belli zaten. Mestanlı, Bulgaristan, Kırcaali’de bir kasaba. Hikaye bu kasabada geçiyor. Türkiye’deki filmlerden biliyorsunuz sevgiler, aşklar, fakir oğlan, zengin kız gibi. Mestanlı’da oğlan bir kızı istemiş vermemişler, istemiş vermemişler. En sonunda karar vermiş oğlan ile kız kaçmaya. Allah’ın hikmeti işte. Arda nehrinden karşıdan karşıya geçecekler, yer de derin. Sandalı da hazırlamışlar.

  • Yusuf ile Feride.

Evet Yusuf ile Feride. Kırcaali’nin dağlarında, ta yukarı kadar çıktık gördük oraları. Kaçacakları sırada yağmur yağmış. Tam bunlar binip karşıya geçecekler, sel bir geliyor alabora oluyorlar. Yusuf ölüyor, Feride kurtuluyor. Ondan sonra ağıt başlıyor…

  • Siz bu türküyü nereden aldınız, nasıl buldunuz?

Kaynak kişi ben sayılırım. Bizim semtimizde müzisyenler, def çalıp oynayanlar var. Bunlar yarım ağızla yalnız şunu okuyorlardı: “Aman bre deryalar, deryalar, biz nişanlıyız, ikimizde bir boydayız, biz delikanlıyız.” Başka söz bilmiyorlardı. Hatta aralarında yaşlı oyuncular vardı. Onlar; “Şu Eskişehir türküsünü çalın bana” diyorlardı. Halbuki Eskişehir ile türkünün ilgisi yok.

Benim akordeoncum rahmetli Abdul Aga var. Bir gün birlikte berber dükkanında oturuyorduk. Dedim; “Abdul abi ben Deryalar türküsü hakkında bir şeyler biliyorum. Gel seninle eksiklerini tamamlayalım dedim. Oturduk berber dükkanımda türküyü tamamladık. Bir gün sonra radyoya okumaya gideceğim… Okudum ve tuttu.

Arif Şentürk Aydınlık’a konuştu-1: Kırcaali'yle arda arası deryalar - Resim: 1

AMAN BRE DERYALAR TÜRKÜSÜNÜN UNUTULMAYAN HİKAYESİ

“Aman Bre Deryalar”, Rumeli halay havası olarak da nitelenir. Bizler, Arif Şentürk’ün sesiyle bu türküyü sevdik. Halen “Aman Bre Deryalar” dendiğinde hemen hemen herkesin aklına Arif Şentürk gelir. Her ne kadar halay havası dense de bu türkünün acıklı bir hikâyesi vardır. Türkünün sözlerine dikkat eden herkes hikâyedeki dramı anlayacaktır. Özellikle Trakya’da ve diğer bölgelerdeki Balkan göçmeni yurttaşlarımız arasında bu türkü düğünlerin kapanış şarkısı olarak çalınır, söylenir.

İşte türkünün hikayesi:

Yusuf ile Feride birbirlerini çok severler ve kendi aralarında nişanlanırlar. Ancak aileleri bir türlü evlenmelerine razı gelmez. Yusuf bir plan yapar. Arda Nehri’ni sevdiğiyle geçerek izlerini kaybettirip yeni bir hayat kuracaklardır. Bu durumu Feride’ye anlatır.

Birlikte bir gece kaçarlar. Kayıkla Arda Nehri’nden geçmek için dayılarının köyü Kırcaali’ye giderler. O gece orada geçirirler. Aynı yatakta yatarlar. Ama kızın babasının rızası olmadığından, nikah kıyılmadığı için birbirlerine dokunmazlar. Yusuf, belindeki kamayı ve boynundaki cevşeni (Üçgen şekilde muska) çıkarır yatağın ortasına koyar. Bak Feride: “Ben senden yana dönersem, Kur’an çarpsın, kılıç kessin. Sen benden yana dönersen kılıç kessin, Kur’an çarpsın” diyerek yemin edip uyurlar.

Sabahleyin saat sekiz suları erkenden, Arda Nehri’ne inerler. Arda boyunda bağlı duran kayığı bulurlar. Onunla karşıya geçmek isterler. Akşamdan yağan yağmur, Arda Nehri’nin sularını yükseltmiş ve sel yüksek dalgalar yaratmıştır. Feride, Yusuf’un kolundan tutarak: “Dalgalar çok yüksek bu kayık bizi karşıya geçirmez. Ne olursun dönelim geri” der.

Yusuf, “Geri dönersek vururlar bizi. Merak etme ben bu suları çok iyi bilirim” diye yanıtlar. Kayığa binerler. Azgın dalgalarla boğuşarak karşıya geçmeye çalışırlar. Güçlü bir dalga gelip, kayığı ikiye böler. Feride bir çığlık atar. Yusuf Feride’nin elini tutarken diğer eliyle, abasını ve su içinde kalınca ağırlaşan poturunu çıkarır. Büyük güçlükle azgın dalgalarla boğuşarak, Feride’yi Arda kenarına getirmeyi başarır. Ağaç dallarına tutunmasını ister. O arada güçlü bir dalga gelir. Yusuf’u alıp deryanın içine atar ve Yusuf gözden kaybolur. Feride arkasından bağırır. “Yusufummmm!.. Demedim mi sana kayığımız batacak.”

Onun o sesine köylüler gelir. Feride iki elinin arasına aldığı başını sallayarak bu ağıtı söyler. Feride bir daha evlenmez. Genç kızların, aşıkların, sevgilerin, kavuşamayanların dert ablası olur. Bu ağıt zamanla “Deryalar” olarak bilinen meşhur Rumeli Türküsü olur. İnsanı kimi zaman uzaklara götürür; kimi zaman da uzun uzadıya bir iç çektirir ki; nehirler, deryalar, dağlar hürmet eyler.

Arif Şentürk’ün meşhur ettiği türkü:

KIRCAALİ'YLE ARDA ARASI DERYALAR

Kırcali'yle Arda Arası

Saat Sekiz Sırası (Yusuf'um)

Civanda Arda'lılar Ağlıyor (Yusuf'um)

Yoktur Çaresi

Aman Bre Deryalar

Kanlıca Deryalar

Biz Nişanlıyız (Deryalar)

İkimiz De Bir Boydayız

Biz Delikanlıyız

Çıkar Abanı Poturunu

Dalgalar Artacak (Yusuf'um)

Demedim Mi Ben Sana (Yusuf'um)

Kayığımız Batacak

Kırcali'yle Arda Boylarına

Kimler Gidecek (Yusuf'um)

Garip Yusuf'un Annesine

Kim Haber Verecek

(Zavallı Feride'nin Annesine)

(Kim Haber Verecek)

*

Potur : Arka tarafında kırmaları çok, bacakları dar bir pantolon

Kırcali, Arda : Yer adları

Yöresi: Rumeli

Kaynak Kişi: Arif Şentürk

Derleyen: Mehmet Özbek

Notaya Alan: Mehmet Özbek

Makamsal Dizi: Cargah

Konusu: Ağıt

Ses Genişliği: 6 Ses

Arif Şentürk Aydınlık’a konuştu-1: Kırcaali'yle arda arası deryalar - Resim: 2

HAFTAYA: ‘DRAMA KÖPRÜSÜNÜ GECE Mİ GEÇTİN BRE HASAN’
Son Dakika Haberleri