30 Mart 2020 00:34

Arap koronası: Yalanlar, sefalet ve baskı

Arap rejimleri koronavirüs salgınıyla toplum üzerlerindeki baskılarını artırırken, salgın öncesi yükselen halk hareketleri de sağlık ve yasaklar nedeniyle geri çekilmek zorunda kaldı.

Fotoğraf: Fatemeh Bahrami/AA

Paylaş

Ali KARATAŞ
Yusuf ERTAŞ

Al Kuds al Arabi gazetesi Arap dünyasında koronavirüsün aşırı özensiz ele alındığını yazdı.  Gazetenin başyazısında, Mısır’da rakam açıklayan İngiliz The Guardian gazetesinin muhabirinin sınır dışı edilmesine dikkat çekildi. Yazıda, birçok ülkenin salgını sakladıklarına değinildi. Gazete “Salgın halk hareketini geçici olarak erteledi, ancak hesap sadece ertelenmiş durumda” dedi.

Şarku’l Avsat gazetesinden Osman Mirgani, salgından çıkarılacak sonuçları dokuz maddede özetledi. Mirgani, “Bu felaket, askeri güçlerine önem verip sağlık hizmetlerini ihmal eden devletleri gün yüzüne çıkardı” yorumunda bulundu. Mirgani ayrıca İtalya’da yaşanan salgında müttefiklerinin yardım etmediğini ve Çin, Küba ve Rusya’nın yardıma koştuğunu yazdı.

Koronavirüs, Arap dünyasının baş gündemi olmaya devam ediyor.  Lübnanlı Yazar Muhammen Nureddin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilan ettiği paketten çalışan ve yoksul sınıfların memnun olmadığını yazdı. Nureddin, HDP’nin parlamentodaki Grup Başkan Vekili Meral Danış Beştaş’ın “Dünya virüsle mücadele ediyor ama AKP ise HDP ve halkla mücadele ediyor” sözlerini aktardı.

YALANLAR VE BASKILAR ÜZERİNE KURULU BİR DİZİ

Al Kuds al Arabi
Başyazı

Dünyanın en önemli ve en zengin batı ülkeleri de dahil olmak üzere birçok ülke koronavirüsü hafife aldı ve gerekli önlemleri almadı. Siyasi liderliğinin vatandaşlarının yüzde 60’ının enfekte olmasıyla sonuçlanacak “sürü bağışıklığı” fikrini öne attığı İngiltere’de de oldu gibi… Başbakan, vatandaşlarının “Sevdiklerine veda etmeye” hazır olmalarını istedi. Medya, ABD Başkanı Donald Trump’ın vatandaşlarına sunduğu 15 yalanı bildirirken, Trump halka işlerin kontrol altında olduğunu söyledi. Virüsün sıcak havalarda, nisan ayında zayıflayacağına dair güvence verdi. Yani bir mucizeyle virüs ortadan kalkacak.  Eğer ekonomik bir durgunluk meydana gelirse, intihar sayısı virüsten ölenlerden daha fazla olacak. Amerika’daki vaka sayısının dünyadaki en yüksek sayı olması bekleniyor.

Arap ülkelerine gelince, konu aşırı önemsiz bir şekilde karşılandı. Bu durum konuyu yayanlar ve sanatçılarda mizah konusu oldu. Suriye Sağlık Bakanı virüs tehdidi hakkında sorulan bir soruya kameraya gülümseyerek, “Suriye Arap Ordusu mikropların tümünü ülkeden temizledi” cevabını verdi. Mısır’da hükümet, ülkede herhangi bir bulaşma vakasının olmadığını iddiasını rakamlar vererek yalanladığı için The Guardian’ın Muhabiri Ruth Michaelsson’u sınır dışı etti. Yetkililerin salgının yayılmasını görmezden gelmeye çalıştıkları açıktır. Turizm sezonunu düşündüklerinden; ne dönüşlerinde virüs kaptıkları ortaya çıkacak turistlerin sağlığını, ne de sonradan vatandaşları ve ekonomi üzerine etkilerini dikkate alıyorlar.

Bundan daha da kötüsü, salgın tüm insanlığı tehdit etmesine rağmen bazı Arap rejimleri böylesi bir süreci kendileri için daha büyük bir tehdit olan kitle hareketlerini “Ele alma” fırsatı olarak değerlendirdiler. Bu hareketlerin liderleri, göstericilerin hastalanmasını önlemek için gösterileri, oturma eylemlerini durdurmaya karar verdi. Arap atasözünün dediği gibi “Halime eski alışkanlıklarına geri döndü”.

Yetkililer, güvenlik güçleri ve ordu göğüslerini şişirdi ve hareketin sona erdiği sonucuna vardılar. Geleneksel güvenlik önlemlerine yeniden dönüldüğünü görüyoruz. Tehlike nedeniyle ülke ve vatandaşların sağlığını korumak örtüsü altında “sefil sözler” güçlü bir dönüş yaptı. Salgının yayılmasını önlediğini iddia eden baskı ile Arap rejimlerinin nişanı olan baskıyı birbirinden ayırt etmek artık mümkün değil.

Bundan dolayı Suudi savcılığı, medya aracılığıyla sokağa çıkma yasağını ihlal etmenin 5 yıl hapis ve 3 milyon Riyal cezaya çarptırılan “büyük bir suç” olduğunu fotoğraflarla ve videolarla yaymaya başladı.

Uluslararası insan hakları örgütleri ve siyasi partiler Arap hapishanelerindeki tutukluların serbest bırakılması talebinde bulundu. Buna yanıt olarak Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi’nin, cami imamı gibi dua ile başladığı uzun televizyon konuşmasından sonra Mısırlı yetkililer, virüsten kurtulmak için dua yürüyüşü düzenleyen bir gazeteciye ve muhalif aktivistin iki kardeşine ve bazı ailelere karşı tutuklama kampanyası başlattı. Bunun yanı sıra ayrıca 6 ilden göstericiler, “Yanlış haber yayma” suçlamasıyla tutuklandılar.

Irak makamları ve güvenlik güçleri virüs şüphelilerinin sayısını verdiler. Polis ve güvenlik görevlileri, virüs bulaşan iki kişiyi tutukladılar. Gözaltına alınan kadınlar, uygun olmayan yerlerde tutuldu. Bu kadınlardan biri kaçmak zorunda kaldığında ailesi terörist olarak kovalandı. Virüs kapanların bir kısmı öldüğünde, belediyeler ailelerin mezarlarına gömülmeleri taleplerini reddetti. Böylece hastalığın yarattığı sefalet, yetkililerin baskısıyla bir araya geldi.

FELAKETTEN ÇIKARILACAK 9 DERS

Osman MİRGANİ
Şarkul Avsat*

Korona felaketi, dünya için bir sınavdı. Peki biz kendisinden ne öğrendik? Gelecek için hangi dersler çıkarıldı?

Birincisi; bunun gibi salgın ve pandemiler ile mücadelede, insanları koruma ve hiç kimseye acımayan, devletler arasında ayrım yapmayan, sınırları hiçe sayan virüsü yenme savaşında ön hatlarda ordular ve cephaneler yerine doktorlar, hemşireler, hastaneler ve tıbbi ekipmanlar yer alır. Bu felaket, askeri güçlerine önem verip sağlık hizmetlerini ihmal eden devletleri gün yüzüne çıkardı. Acil durum hazırlıkları ve düzenlemelerini gözden geçirmenin, insanları korumak için gerekli tıbbi malzemeleri sağlamanın, insanlığı gittikçe daha çok tehdit eden mutasyona uğramış virüslerin yol açtığı tehlikelerle yüzleşmenin acil bir ihtiyaç olduğu anlaşıldı.

İkincisi; dünya en başından bu krizi, kolektif bir biçimde kendisine karşı konulması gereken bir küresel kriz olarak ele almadı. Aksine dünya ülkeleri kendisine de sıçrayana dek Çin’de yaşananlara seyirci kaldılar. Dar çıkarlar ve siyasi hesaplar bir yana bırakılıp en başından kolektif ve eş güdümlü bir duruş benimsenseydi belki de krizin bu kadar büyümesinden, kontrol edilemeyen ve dünyanın dört bir yanına ulaşan bir pandemiye dönüşmesinden kaçınabilirdik.

Üçüncüsü; salgının küreselleşmesinden sonra dahi her ülke kendi içine kapandı. Birçok ülkeden, vatandaşlarını korumak için kendi kaynaklarına ihtiyaçları olduğu gerekçesi ile müttefiklerinin yardım taleplerine karşılık vermedikleri şikayetleri yükseldi. Söz gelimi, Çin’den sonra virüsün en büyük merkez üssüne dönüşen İtalya’nın yaşadığı tüm sıkıntılara ve zorluklara rağmen Avrupa Birliği (AB) başlangıçta adeta felce uğradı, etkili ve koordineli bir biçimde hareket edemedi. Bunun üzerine Pekin hemen harekete geçerek Roma’ya sağlık ekipleri ve tıbbi ekipmanlar gönderdi. Onu Rusya ve Küba takip etti.

Dördüncüsü; birçok Batılı hükümetin krize verdiği tepki, siyasi kaygılarını, piyasa ve şirketlerin çıkarlarını insani kayıpların önünde tutuyormuş gibi görünmelerine neden oldu.

Beşincisi; kriz ABD ile Çin arasındaki çatışmayı derinleştirdi ve Başkan Trump yönetimini eleştiri oklarına maruz bıraktı. Zira kriz sırasında dünyanın lideri olarak öne çıkması, bu gibi acil durumlarda siyasi hesapları bir yana bırakarak yardım elini uzatmaya hazır bir etik liderlik modeli sunması gerekirken ABD’nin kendisine ve vatandaşlarına yardım etmekten aciz ve zayıf olduğu ortaya çıktı.

Altıncısı; felaket küresel ekonomi ve piyasaların kırılganlığını, 2008 yılındaki finansal krizden tam anlamıyla çıkılamadığını gün yüzüne çıkardı. Kovid-19virüsünün 4 trilyon doları aşan kayıplara, iş ve üretim çarkının bozulmasına, birçok endüstri dalının durmasına, korkunç sayıda insanın işinden olmasına yol açmasından sonra dünya, önümüzdeki yıllarda büyük baskılarla karşı karşıya kalacak.

Yedincisi; salgınların ve pandemilerin taşıdığı tehlike, daha fazla insanının canını alma kapasitesine sahip olduğu, düşman ve dost arasında ayrım yapmadığı, insanlar arasında ırk, renk ve din farkı gözetmediği için geleneksel savaşlardan daha büyüktür. Ayrıca ne bir ülke tek başına virüsün yayılma hızı ile başa çıkabilir ne de başka ülkeler buna seyirci kalmakla yetinebilir.

Sekizincisi; ilaç politikaları -özellikle de büyük krizler döneminde- yeniden gözden geçirilmelidir. Korona krizi ışığında, kesinlikle büyük kârlar elde edecek bir aşı ve ilaca ulaşmak için şirketler arasında hummalı bir yarış başladı. Oysa bu aşıyı bulmak için çabalar birleştirilseydi kuşkusuz bu dünya için daha yararlı olurdu. Belki de hükümetlerin bu yönde bir müdahaleleri ve girişimleri olmalıydı.

Dokuzuncusu; yeni tip koronavirüs insanlara yarasalardan veya yılanlardan bulaşmış olabilir ancak aynı zamanda geleneksel terörün biyolojik silahları kullanma aşamasına geçiş yapması olasılığı gibi büyük bir tehdide karşı da dünyayı uyarıyor. Bu, doğal ya da üretilmiş olsun, virüslerle mücadeleye hazırlık çalışmalarını yoğunlaştırmak için mevcut krizden çıkarılan derslerden yararlanmayı ve iş birliğini yoğunlaştırmayı gerektiriyor.

* Şarkul Avsat Türkçe sayfasından kısaltılarak alınmıştır.

TÜRKİYE KÜRTLERİNE KARŞI POLİTİK KORONA

Muhammed NUREDDİN
Al Halic

İstisnasız tüm dünya, Dünya Sağlık Örgütünün (DSÖ) pandemi olarak nitelendirdiği koronavirüs salgınıyla meşgul. Dünyanın hiçbir ülkesi bu salgının dışında değil. Hastalık on binlerce kişiyi biçmiş durumda. Ülkeler cesetleri saklamak veya gömmek için yer bulamıyor. Ne zengin ne de fakir ülkeler bu salgının dışında. Salgın bir tek kurşun bile sıkmadan bütün yerküreyi vurdu. Silah üretmek ve satın almak için milyarlarca dolar harcanırken “korona” meselesi; belki de Çin hariç ülkelerin bu ölümcül salgına karşı aczini yansıtıyor.

Türkiye de yaşananların dışında değil. Geçenlerde virüsün ülkeye ulaştığı ilan edildi. Hükümete korona vaka ve kayıplarının gerçek sayılarını saklamakla suçlamalarının gölgesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilan ettiği yardım paketinden “çalışan ve fakir sınıflar” memnun değil. Açıklanan paketi, zenginleri ve yandaşları koruma paketi olarak tanımladılar.  Bir taraftan bunlar yaşanırken siyasi alanda farklı bir süreç yaşanıyor.

“Korona” ile meşguliyetin zirvesinde, HDP’ye bağlı birkaç belediye başkanı görevden alındı. PKK ile ilişkilendirerek teröre yardım gerekçesiyle tutukladılar. Böylece HDP’nin kazanmış olduğu 65 belediyenin 47’sine kayyum atanmış oldu. Partinin elinde sadece 18 belediye kalmış oldu.

Kürt belediye başkanlarının görevden alınması 31 Mart’ta yapılan belediye seçimlerinin sonuçlarının açıklanmasından hemen sonra başladı. HDP bu seçimlerde Kürt illerinde büyük bir başarı kazanmıştı. Ayrıca bu seçimlerde muhalefet aralarında İstanbul’un da bulunduğu büyük şehirlerde başarı kazanmıştı. HDP’nin liderleri, görevden almaları “siyasi fırsatçılık” olarak nitelendirdiler ve koronavirüse eşit bir tehlike olduğunu belirtiler. Muhalefetteki CHP, seçimle gelen belediye başkanlarının ancak seçimle gidebileceğini ifade ederek görevden almaları eleştirdi.

HDP’nin parlamentodaki Grup Başkan Vekili Meral Danış Beştaş, görevden almaların nedeninin belediyelerin korona ile mücadelede elde ettikleri başarıyı vurmak amaçlı olduğunu söyledi. Beştaş, “Dünya virüsle mücadele ediyor ama AKP ise HDP ve halkla mücadele ediyor. Virüs gibi bir gündemi yok. Belediyelerimiz korona ile mücadelede gerçekten büyük bir başarı elde ettiler. Bu konuda aslında belediyelerimize ödül verilmesi gerekirdi. Başka bir ülkede olsaydık, demokratik adil bir ülkede olsaydık belediyemiz parmakla gösterilir, ödül verilirdi” dedi. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını virüse benzetti. 

Türkiye’deki Kürt siyasi varlığının tasfiyesi; ister parlamento, ister belediye seçim sürecinin uygulanabilirliği hakkında açık sorular doğurdu. HDP’nin birçok milletvekili ve Eski Genel Başkanı Selahattin Demirtaş uzun süreden beri içeride. Bundan daha fazlası geçen yıl martta gerçekleşen belediye seçimlerinden sonra tutuklama kampanyası hiç bitmedi. Bundan daha da önemlisi belediye başkanlarının terörü desteklemekle ilgili dosyaları varsa, aday olmalarına niye izin verildi? Aslında istenirse Türkiye’de her Kürt aktivistin içeri alınması için bir dosyası hazır. Yapılanlar MHP ve AKP tarafından temsil edilen aşırı milliyetçilerin planının bir parçasıdır. Plan; Türkiye’deki Kürt hareketinin fiziksel varlığını bazen askeri operasyonlarla, bazen seçildikleri yerlerde görevden alarak veya hapse atarak tasfiyeye dayanıyor.

ÖNCEKİ HABER

Antep’te Kaplanser Halı’da bir işçi koronavirüs şüphesi ile karantinaya alındı 

SONRAKİ HABER

Ankara'da taksi ve internet uygulamalarıyla şehirlerarası yolculuk yasaklandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa