|
Arap Birliği zirvelerinin çıkmazları ve Türkiye

Beyrut’ta dün toplanan Arap Birliği Sosyal ve Ekonomik Kalkınma Zirvesi Arap liderlerinin yokluğunda başladı. Zirveye sadece üç lider; ev sahibi Lübnan Cumhurbaşkanı, Katar Emiri Şeyh Temim ve Moritanya Cumhurbaşkanı Muhammed Veled Abdülaziz katıldı. Lübnan’da sekiz aydan beri bir hükümetin kurulamaması, ayrıca ülkede zirveyi kaldıracak yeterli güvenliğin olmaması gibi nedenler Arap liderlerinin katılımını etkilese de sorunu sadece bunlar ile izah etmek mümkün değildir.



ARAP BİRLİĞİ, ABD VE İSRAİL

Zirveye Arap liderlerinin katılmaması veya son anda vazgeçmeleri, bir takım hesapların ve derin telkinlerin neticesidir. Lübnan’da İran’ın desteklediği Hizbullah ve Emel’in varlığı ile Pompeo’nun son bölge ziyaretindeki İran karşıtı mesajları birlikte okunduğunda; zirvenin sönük geçmesinde ABD’nin telkinlerinin etkili olduğu söylenebilir. Bütün bunlara rağmen, Arap Birliği’nin yapısal sorunları ve daha önceki zirvelerden alınan kararların hayata geçirilememesi de bu zirvenin sönük geçmesinin diğer sebeplerindendir.

Beyrut’taki zirvenin gündemi her ne kadar sosyal ve ekonomik kalkınma ise de liderler katılmış olsaydı, siyasi zirveye döneceğinde kuşku yoktu. Bu durumda son zamanlarda Arap Birliği’nin dillendirdiği ve zirve öncesinde Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın da ilan ettiği Suriye’nin Arap Birliğine geri dönmesi zirvenin ana konusu olacaktı. Peki ne oldu?

Şimdilik ne Arap Birliği ne de ABD, Suriye’nin yeniden Birliğe dönmesini istememektedir. Çünkü bu durum onların İran ile mücadelelerine zarar vereceği gibi özellikle Körfez Ülkeleri ve Mısır’ın 2017’den beri İsrail ile kurduğu ilişkilerine de zarar verecektir. Diğer taraftan, Suriye konusunda Arap Birliği üzerinden bölgesel inisiyatiflerin hayata geçirilmesi, ABD’nin istemediği bir gelişmedir. ABD gerek Suriye ve gerekse Irak’ta sarsılan pozisyonunu restore etmeden bölgesel inisiyatiflere izin vermeyecektir. Tabii bölgede sarsılan imajını düzeltmesi ve yeniden Soğuk Savaş dönemindeki stabilizasyonu sağlaması halinde, bunun da sürdürülmesinin ancak -eskiden olduğu gibi- bölgesel bir gücün yaratılmasına bağlı olduğunun farkındadır. Geçmişte İsrail tek başına bu misyonu üstlenirken, günümüzde imkansız görülmektedir.

ABD’nin Kudüs meselesinde İsrail lehinde aldığı pozisyona rağmen, ABD iç politikasındaki bölünmeden dolayı iki taraf arasında güven bunalımı yaşanmaktadır. Diğer taraftan ABD’nin bölgedeki Arap müttefiklerinin de en kırılgan noktasının Filistin ve Kudüs meselesinde kendilerini güvende hissetmemektedirler. Şimdilik bölgedeki DAEŞ terörü üzerinden oluşturulan baskı ile işler yürütülse de bunun sonsuza kadar sürdürülmesi mümkün değildir. İşte bu ortamda, İran tehdidi bahanesiyle geliştirilen en iyi çözüm; İsrail, Körfez Ülkeleri ve Mısır’ın oluşturacakları bölgesel ittifak ile ABD-İsrail menfaatlerinin korunmasıdır. Kanaatimce şu anda masadaki yegane formül budur.

ARAP BİRLİĞİ TUTKALI VE TÜRKİYE

II. Dünya Savaşı’nın akabinde kurulan Arap Birliği teşkilatını bir arada tutan en önemli faktör, birlik üyelerinin aynı kimlik, kültür ve dil dairesinde olmaktan ziyade İsrail karşıtlığı olmuştur. İsrail-Arap Savaşları bu birliği uzun süre diri tutmuştur. 1967 yenilgisi ve ABD’nin öncülük ettiği 1979 Camp David anlaşması bile bu faktörü devre dışı bırakamamıştır. Ancak devrimden sonra İran’ın İslam ve Arap dünyasına devrim ihraç etme iddiaları, İsrail nefretine alternatif olmuştur. Nitekim İran’ın Arap siyaseti ve özellikle Şii hilali kurma emelleri, Arap Birliği’nin kimi üyelerini hızla İsrail’e yaklaştırmıştır.

Tarihinde, bu günkü kadar Arap-İsrail yakınlaşmasına şahit olunmamıştır. ABD’nin desteğinde, Körfez ülkelerinin başlattığı İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi, bir çok alanda işbirliğine dönüşmüştür. Bugün bölgedeki güncel problemlerin tamamında, iki taraf arasında farklı düzeylerde diyaloglar ve istihbarat alışverişleri sürdürülmektedir. Özellikle Yemen savaşında ve Mısır’ın Sina’daki terörle mücadelesinde, İsrail’in askeri ve teknik donanım yardımı ile eğitim ve danışmanlık verdiği bilinmektedir. Sahadaki sorunlar yüzünden rejimlerini güvende hissetmeyen ülkeler, bu ilişkilerinin kazaya gelmesini istemedikleri apaçıktır. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın bile bu zirveye katılmamasının başka bir izahı yoktur. Zira Arap Birliği zirvelerinin Araplar arasında dayanışmadan ziyade ayrışmalara ve yeni problemlere de sebep olduğu bilinmektedir. Geçmişteki zirvelerde yaşanan ve ikili ilişkileri veya üçüncü tarafları etkileyen olaylar hala hafızalarda olduğu için şimdi Arap liderleri bu riski göze alamamışlardır.

Öyleyse, burada Türkiye’yi ilgilendiren husus nedir?

Bölgesel gelişmelerin tamamında Türkiye taraftır. Dolaysıyla meydana gelen her gelişmenin Türkiye’yi de ilgilendirmesi tabiidir. Zaten ne ABD ne İsrail, ne de Arap Birliği’nin Türkiye’yi dikkate almadan hareket etmesi mümkün değildir. Ancak benim dikkatleri çekmek istediğim başka husus vardır. Yukarıda da söylediğim gibi, yapısal sorunları yüzünden Arap Birliğini bir arada tutan faktörün yani İsrail düşmanlığının devre dışı kalması; İran’ın bir şekilde pasifize edilmesi gözleri yeniden Türkiye’ye çevirecektir. İsrail ile anlaşabilen ve gerçekçi prensiplerden yoksun olan Arap Birliği’ni bir arada tutmanın yeni faktörü ise Türkiye karşıtlığı olacaktır. Arap Birliğinden çıkan ses, Arap sokağını yönlendirmekten de oldukça uzaktır. Bu yüzden Türkiye düşmanlığı kesinlikle Arap toplumlarının istediği bir şey değildir. Ancak kimi Arap rejimlerinin ve onları destekleyen güçlerin gündeminde de olduğunda kuşku yoktur.

#Arap Birliği
#Türkiye
#Suriye
#İsrail
5 yıl önce
Arap Birliği zirvelerinin çıkmazları ve Türkiye
Tümgeneral Taşkesen olayına tersinden bakılırsa...
Özlem ya da kökten bağlılık!
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…