ANNELER VE ERKEK ÇOCUKLARI 
Uzun yıllardır gözlemlediğim ancak bir erkek çocuğu annesi  olarak bizzat kendimin de durumun içerisinde bulunmamdan kaynaklı ,sorumluluk hassasiyetimin artmasıyla kaleme alma ihtiyacı duyduğum bu makalemi hem kendime (henüz 1,5 yaşındaki oğluma) hem de tüm erkek çocuğu yetiştiren annelere atfediyorum.
Neden çocuk yetiştirmede değil de ‘Erkek çocuğu’ yetiştirmedeki tutumları ele aldığımı şöyle ifade edeyim.Çünkü biz kadınlar çoğunlukla kendimizi erkekler üzerinden tanımlarız.Buna bir çok hemcinsim karşı çıksa da...Aksi takdirde neden onlarla bu kadar yarış içerisine girip kendimizi ispatlama gayretine düşelim ki?Birbirimizden bu kadar farklı yaratılmışken neden onlarla aynı özelliklere sahip olmak için anormal gayret gösterelim ki?
Bu durumu tarihsel süreçle ele alıp bir de şöyle okuyalım:
Annennem çok sabırlI,itaatli neredeyse güzel huyların hepsini bünyesinde barındıran bir bayandı.Dedem ise hiddetli,kadına pek değer vermeyen,onu aşağılayan,sabırsız vs. otoriter ve baskıcı bir adam.Türk toplumunda hiç yabancı olmayan rol modeller değil mi?(genel olarak)
Ben büyüdükçe şahit oldum ki meğer annennem bu durumu öyle içselleştirmiş öyle benimsemiş ki kendi erkek çocuğunu da aynen bu şekilde yetiştirmiş.Meğer annennem kız çocuğunu erkeklerden ayırt edermiş.Yani bu durum doğudaki kadar katı olmasa da erkek çocuğunun bir üstünlüğü varmış meğer onun zihninde.Ve bu üstünlüğün getirdiği korku ve değersizlik hissi.Kadınlar ezilen ve kısıtlanan varlıklar,erkekler ise üstün ve özgür davranan varlıklar.Bu geri çekilmişliğin getirdiği sıkıntılar üst seviyelere ulaşınca toplumsal olarak başka arayışlara giren yeni nesil kadınların Feminizm ideolojisi altında haklarını aramaya başladığına şahit oluyoruz.Bu ideoloji her ne kadar bizim toplumumuzda ortaya çıkmasa da,toplumumuzun önemli bir kadın kitlesini etkilemiş ve tutumlarını belirlemiştir.
Peki Feminizm çözüm mü?
Bence değil.Çünkü nasıl ki erkek egemen toplum erkeği kutsuyor kadını indirgiyor ve ailede huzuru sağlamıyorsa; Feminizm de kadını kutsayıp erkeği indirgiyordu.Dolayısıyla bu da huzur ve mutluluk getirmiyordu. Sadece haklarını elde eden ancak kendi içerisinde yalnızlaşan kadınlar oluşturuyordu.Günümüzde yaşanan aile facialarının ve evlilik problemlerinin temelinde olan sıkıntının bundan kaynaklandığını düşünüyor ve bu durumun doğru anlaşılmasını  gerçekten çok önemsiyorum.
Evet kadınlardaki ezilmişlik ve değersizlik önkabul  iken,artık bu kavramların yerini bireysellik,özgürlük ve kendini ezdirmeme kavramları şekillendi zamanla.Şimdi kadın erkeğin neredeyse her davranışını aleyhine değerlendirip tepki geliştirmeye çalışıyor.
İnsanın nasıl ki geçmişe yönelik bir bilinçdışı (hafızası) var ise toplumların da bilinçdışı hafızası (collective unconscious) vardır ve davranışlarımızın çoğunu(%80) bu hafızadaki kayıtlı olan veriler belirler.Birçoğumuz neye neden tepki verdiğimizi fark etmeyiz.Hele bir de bu noktada EGO larımız devreye girerse ki problemlerimizin temelinde olan şeyin en kısa ifadeyle bu olduğunu düşünüyorum (EGO MÜCADELESİ),artık yaşadığımız sorunlar bizi sürekli geriye götüren unsurlara dönüşür.Oysa ki aslında sorunlarımızı doğru okuyabilmemiz durumunda her sorun gelişimimiz için bir fırsat içermektedir.
Ayrıca toplumumuzda kadın olarak şikayete yatkınlığımız çok fazla.Durumu çözümlemek adına değil de, soruna odaklanıp haklılık gerekçeleri üretmek adına.Sorunlarımızın odak noktası ise tabii ki eşlerimiz (yani erkekler)
Genel olarak eşlerimizin vurdum duymazlığından,ilgisizliğinden,bizi önemsemeyişinden,ev işlerinde yardımcı olmayışından,bizi duygusal olarak ihmal ettiğinden ve en önemlisi bizi hemcinslerimizle  aldatma durumundan endişelenir ve şikayet ederiz.
Peki eşlerimizi eleştirdiğimiz tutumlarında, onlara bu zemini hazırlayan yine biz bayanlar olduğunun aceba ne kadar bilincindeyiz?
Bu sıkıntılardan yakınıp hayatımızın önemli bir kısmını (neredeyse hepsini) bu sıkıntılarla meşgul geçirirken,eşlerimiz çoğu zaman bizim için hayati sorun olan bu durumları sorun olarak görmez bile.Bu tür vakıalarla çok karşılaşmışımdır, 15-20 yıllık evliliklerde de 2 yıllık evliliklerde de durum aynıdır.Çift gelir ve bayan başlar hararetle anlatmaya.Adamın yüzünde bir gülümseme ifadesi ve sonunda söyleyeceği tek söz : 'Ya bence bi sorun yok’.Ve çoğu zaman erkekler kendilerini eşinin sorunlarından bağımsız algıladıkları için seansa ya hiç gelmezler,ya da bir kez teşrif ederler.Çünkü asıl sorunlu eşleridir(yani bayandır) ve tedavi olması gereken de odur.'Git tedavi ol da gel' denir.Bu durum bayanı çileden çıkaran en büyük unsurdur.
Peki, erkekleri bu noktaya getiren, kadınlarının sorunlarına karşı bu kadar duyarsızlaştıran nedir? 
Birincisi ,bu erkekleri yetiştiren annelerdir(yani yine biz bayanlar)
Çünkü emin olun kocalarından olumsuz tutumlara maruz kalan kadınların çoğu ,erkek çocuklarını yine böyle duyarsız ve vurdumduymaz yetiştirmektedir.Yani erkek çocuklarına sığınarak ,aşırı değer vererek onları  bencilleştirir,bu duruma alışan ve kafasında böyle bir kadın profili oluşan erkek de böyle bir bayan arayışına girer.Toplumumuzda dikkatinizi çekmiştir ki anneler erkek çocukları tarafından genellikle azarlanır,aşağılanır.(bu durum kız çocukları için de geçerli olsa da toplumun genelinden elde edilen tespit budur) Ancak anneler yine de onları mazur görür.Bu durumu da annelik içgüdüsü olarak nitelendirir ve katlanırlar.Çoğu erkek evlendikten sonra bu olumsuz tutumunu eşine karşı sergilemeye ve eşinden de annesinin verdiği tepkiyi beklemeye başlar. Annesini de  aşırı  yüceltmeye. Öyle ki annesi göz göre göre haksızlık yapsa dahi tepkisiz kalarak eşini bunalımlara sokar.Böyle durumlarda bayanların en büyük hatası da kendilerini uygun şekilde ifade edemeyip,haklarının eşi tarafından savunulmasını beklemeleridir.Ancak artık devran dönmüştür.Kadınlar eski kadın değildir,zaman da eski zaman değil.Böyle durumlarda kadın baskın karakterse adamın vay haline,erkek baskın karakterse kadının vay haline.
İkincisi kadınlardaki özgüven ya da özdeğer eksikliğidir.
Bu ne demektir? Kadının kendini indirgenmiş algılaması.Bu da hem yine toplumsal baskılardan, hem de kadının ilgiye aşırı muhtaç olmasından kaynaklanır.Kadın ilgi görmek amacıyla  erkeğe aşırı ilgi ve değer yükler.Karşılığını alamayınca da kıyametleri koparır.Ya içine kapanır pasifleştikçe pasifleşir,ya da aşırı tepkiselleşerek her gün evde kavga kopmasına sebep olur.Sorunlu kadın olarak nitelendirilen kadınlar böyleleridir.Oysa kendi değerini kendi içerisinde inşa edebilen kadın,duygusal bağımlılığını kontrol edebildiği ölçüde güçlü ve sağlıklı olabilir.Bu ille de ekonomik özgürlük ya da sosyal statü ile kazanılmaz.Çünkü sosyal statüsü yüksek bir çok bayan özdeğer algısı düşük olduğu için olumsuz  muamelelere maruz kalabilmektedir.Ancak  kadına göre suçlu ve sorumlu hep eşidir ve onu suçlar.Sorunu dışarıda gördüğü için de değişimi dışardan bekler ve bu bir ömür boyu mümkün olmaz.
Kendimizi değersizleştirecek kadar karşımızdakine (bu ister bayan ister erkek ister çocuk olsun) aşırı değer yüklediğimizde kendimizi onlara karşı pasifize eder,karşı tarafı bencilleştirir ve kendimize karşı vurdumduymaz hale getiririz.Çünkü hiçbir insan nefsi bu kadar değer karşısında sağlıklı ve dengede kalamaz ,haddini aşar,bencilleşir.Böylelikle de kendinden başka herkesi değersiz algılar,özellikle kendisine bu değeri yükleyeni.
Demek ki ölçüsünü kaçırdığımız sevgi,ilgi ve iyilik karşımızdakine yapacağımız en büyük kötülük,zulümdür.
Gelelim  ‘iffet,namus’  kavramına;
Bu toplumun iffet/ahlak  algısını şekillendiren nedir?Yanlışın cinsiyeti var mıdır?İffet ve namus kavramı sadece bayanlar için mi geçerlidir?Dinine düşkün olduğunu iddia eden bu toplumun Rabbi erkeklere :'Siz zina edin,gözlerinizi harama dikin ve her türlü aşırılığı(cinsel sapkınlığı) yapın,çünkü siz yaparsanız sorun olmaz.' Bayanlara da:'Siz iffetli olun,namusunuzu koruyun vs.' mu buyuruyor?
Düşünürseniz eğer,bayan ile erkeğin birbirlerinin cazibesine kapılma eğilimi varken(artı eksi çekim kuvveti gibi), toplum birini(kadını) bastırarak diğerine(erkeğe) daha da itiyor,diğerinin de çekim gücünü tamamen serbest bırakıyor.
Peki bu toplumdaki ahlaki çöküntünün önüne bu şekilde geçilebilineceği mi zannediliyor?Üstelik  bir de  sanal iletişim yollarıyla her tür gayri meşru ilişkiler meşrulaşıp yaygınlaşırken.Her yönden teşvik edilirken ahlak dışı olan her şey internetle,dizilerle,kliplerle,reklamlarla…
Modernizmin temelinde şekillenen bilim insana, bastırılan duygunun artacağını  bu yüzden hiçbir şekilde duyguların baskılanmaması gerektiğini empoze ediyor her yolla(örn:Açken sen sen değilsin,sınırsız özgürlük vaad ederek).Evet baskılanan duygu daha da artar ve bir şekilde başka yerden uygunsuzca ve artarak çıkar ancak bunun çözümü tüm içgüdüsel duygularımızın kontroldışı şekilde sınır koymaksızın açığa çıkarılması değildir.Bu da bir toplumsal felaketin habercisidir.Çünkü İnsan nefsinin tatmin olabileceği bir son yoktur .Dolayısıyla her şeyi her istediğin an yaşamak insanı mutlu etmek yerine daha da huzursuz eder ve felakete götürür.Rahatlık ve konfor adına sınırsız özgürlüğün cazibesi bugünkü neslin en büyük yanılgısıdır.
Oysa anlaşılması gereken şey duyguların yok sayılarak bastırılması  ya da olduğu gibi açığa çıkarılması  değil, uygun şekilde doğru yönlere  kanalize edilmesidir.İnsan ruh sağlığının dengede olabilmesi için ölçü ve dengeye ihtiyaç vardır, aşırılığa değil.
Zorluk ve sıkıntılar insandaki asıl potansiyellerin açığa çıkmasındaki yegane unsurlardır.Farkındalık bu şekilde zorluklara maruz kaldıkça gelişir,ya da hata yaptıkça.Ancak bunun fazlası da insanda denge kaybına, travmaya sebep olur.Rahatlık ve kolaylık ise insana tatlı gelir ancak hem kişilik olarak,hem bakışaçısı olarak insanı sığlaştırır,basitleştirir.
Anne-babalar!
Çocuklarımıza özellikle de erkek çocuklarımıza kendi potansiyellerini ortaya çıkarabilmeleri için fırsat verelim.Onlara iyilik adına,kıyamamayı tercih etmeyelim ki zorluklarla baş etme kapasiteleri gelişsin.Yetişkin birer birey olduklarında başkalarını suçlayan,sorunu hep dışarıda gören,sorumluluktan uzak insan yetiştirmek istemiyorsak böyle davranmak  durumundayız.
Unutmayalım ki 'Mahrumiyet en büyük niğmettir (eğiticidir) ''
Ne eskiden olduğu gibi çocuğu aşırı ilgisiz bırakmak doğru,ne de ilgi bombardımanına tutmak.
Son olarak söylemek istediğim:
Çocuklarımız bize ait varlıklar değil,sadece bizim vesilemizle hayata gelmiş varlıklardır.Yani farklı kişilikleri,hayat tarzları olacak olan bireylerdir.Onları kendi kişiliklerimizin uzantısı yapmayalım,yaşayamadıklarımızı onlarda yaşamak ,yapamadıklarımızı onların hayatında görmek gibi hatalara düşmeyelim.Onlara ‘kendi' olma’  fırsatı verelim.Tabii ki bunları yaparken onlara insani ve ahlaki değerler kazandırarak.
Çocuklarımızı terbiye edip yetiştirirken,kendimizin de ne kadar büyüdüğüne ve zaafiyetlerimizin terbiye olduğuna şahit olacağız.Kendimizi onlarla yeniden okuyup yapılandırabilmemiz için her çocuk çok iyi birer  fırsat olacak.Bu fırsatı iyi değerlendirmek dileğiyle…