20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ankara... Ankara!...

Yavuz Alogan

Yavuz Alogan

Eski Yazar

A+ A-

Yıllarca, özellikle yaz aylarında güneş doğarken Atatürk Orman Çiftliği’nde bisiklet sürdüm. Her şey Söğütözü’nde AKP Genel Merkezi’nin, hemen karşısında da çift minareli bir Vahhabi camiinin inşasıyla başladı. Binanın yanı başındaki, içinde ördeklerin yüzdüğü bir göl, restoran ve çok güzel söğüt ağaçları olan doğal park halka kapatıldı. Üstelik parkın içinde, 1930’lardan beri eşyalarıyla birlikte muhafaza edilen, Mustafa Kemal’e ait bir “koliba” (kulübe) vardı. Hepsini gözlerden sakladılar. Sonra tarihi Gazi İstasyonu kebapçı yapıldı. 1925’te kurulan Şarap Fabrikası’na henüz dokunmadılar sanırım. Metruk, öylece duruyor.

Merkez Lokantası kapatıldığında resmen burnumun direği sızladı. 1930’larda açılmıştı. İlk gittiğimde galiba dokuz yaşındaydım. Duvarlarda Mustafa Kemal’in aynı mekânda çekilmiş fotoğrafları vardı. Annemin resimleri bana tek tek gösterdiğini, “Bak, şurada oturmuş... Şu kapıdan içeri girmiş” diye anlattığını hatırlıyorum. Sanki her an kapı açılacak, maiyetiyle birlikte içeri girecekmiş gibi belleğime kazınmıştı. Sonraki yıllarda, her gidişimde hatırladım.

RTE’nin saray inşaatı başladığında bisiklet turlarının tadı kaçtı. Önce muazzam bir köpek katliamı yaptılar. Sabahın seherinde sürüler halinde dolaşan hayvanlar evreler halinde gözden kayboldular. Ardından devasa kamyonlar tozu dumana katmaya, iş makineleri ağaçları kökünden sökmeye başladı. Efendimizin sarayı tarihi mekânın orta yerinde bir aykırılık abidesi, tarihe meydan okuyan rüküş bir heyûla gibi yükseldi.

Aslında çok iyi oldu. Kendilerini Mustafa Kemal’in Çankayası’ndan mekânsal olarak ayırdılar. Falih Rıfkı’nın Çankaya adlı kitabında, “Gazi Mustafa Kemal Çankaya’da havuzlu bir küçük köşkte otururdu” cümlesiyle anlatmaya başladığı mekâna zaten yakışmıyorlardı, tesettürlü mücevherli eşleri ve şerbetli görgüsüz resepsiyonlarıyla orada bir tuhaf duruyorlardı.

RTE’NİN KÂBUSLARI

Kendilerini Cumhuriyet Ankarası’ndan ayırdılar, böylece protokol yolu da değişmiş oldu. Haksız sayılmazlar. Kendinizi bir an için RTE’nin yerine koyun. Havaalanından geliyorsunuz, Ulus Meydanı’nda atına binmiş elinde dizgin Mustafa Kemal heykelinin yanından geçiyorsunuz, Zafer Meydanı’nda sizi kılıcına yaslanmış üniformalı Mustafa Kemal heykeli karşılıyor, Kızılay’daki binanın üzerinde “Cumhuriyet, fikren, ilmen ve bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister” sözünün altından geçiyorsunuz, hemen karşıdaki anıtta iki tunç adam Cumhuriyet Devrimi’nin ilkelerini koruyor; yola devam ediyor ve kartal bakışlı Tunalı Hilmi Bey’in heykelinin yanından geçiyorsunuz ve sizi Pembe Köşk’ün önüne bir heykel olarak dikilmiş İnönü’nün müstehzi bakışları karşılıyor; ışıklar içindeki Anıtkabir’i arkada bırakarak Gazi’nin Çankayası’na doğru tırmanıyorsunuz.

DAHA FECİ BİR KÂBUS OLABİLİR Mİ?

Protokol yolunun ve onu kesen caddelerin isimleri bile insanın beyninde uğultular yaratmaz mı? Şu isimlere bakın: Atatürk ve İnönü Bulvarları, Talat Paşa Bulvarı, Mithat Paşa Caddesi, Meşrutiyet Caddesi, Necati Bey ve Tunalı Hilmi Caddeleri, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı... İnsan aklını bozar, ezilir. Uyku tutmaz. Ya gecenin bir vaktinde, başında şayak kalpağı, Kuvvayı Milliye üniforması içinde çizmelerini gıcırdatarak yaklaşıp, Rumeli şivesiyle “Burada ne işin var bre çucuk” derse...

İşte bu yüzden adamcağız bunalıma girip kendisini Keçiören’den Çiftlik’e attı ve paniğe kapılarak o semtte Gazi’ye ait olan bütün izleri sildi.

Oraya kendi sarayını yaptırdı. Aslında çok iyi oldu. Bizim için simgesel anlamı çok daha büyüktür. Ona Saray olan yer, bize XVI. Louis’nin Bastille Kalesi’dir; Çar’ın Kışlık Sarayı’dır. Akıbeti de, kesinlikle, Bastille ve Kışlık Saray gibi olacaktır. Bundan en ufak bir kuşku duyamayız; hakkımız yoktur. Şehrimizin tarihine olan borcumuzdur.

Ankara’da bir çakma Beyaz Saray-Manhattan hattı kurdular: AOÇ-Söğütözü-Çukurambar. Hükümet erkânını, rüşvetçi/tarikatçı bürokratlarını, yeni yetme görgüsüz burjuvalarını, AVM’lerini, ne işe yaradığı belirsiz gökdelen rezidanslarını, otellerini, iş merkezlerini, saraylarını, hastanelerini, kebapçılarını bu bölgeye yığdılar.

Böylece, Ankara Kalesi-Anıtkabir-Çankaya’dan oluşan tarihi hattın karşısında saf tutmuş, mevzilenmiş oldular.

Haydi bakalım!...

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları
HDP sorunu 24 Ağustos 2019
Müşterek harekât 17 Ağustos 2019
Yeni bir dünya 06 Ağustos 2019
Üretim devrimi 03 Ağustos 2019
Demokrasi sorunu 30 Temmuz 2019