Analizin düzeyi…

Dünya siyasetini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışanlar gördüklerini hangi zaviyeden değerlendirmeleri gerektiği üstüne çok düşündüler. Kimileri sistemi analizinin birimi varsaydı, kimileri devleti, kimileri de bireyi. Bunlar kendi içlerinde de bölündü. Sistemi anlamazsak devlet davranışını, dolayısıyla da dünya siyasetini anlayamayız diyenlerden bazıları Hobbes’a, bazıları Marx’a, bazıları da Lock ve Kant’a bakarak sistemin etkisini çözmeye çalıştı. Kimileri baktığı yerde anarşi gördü, kimileri işbirliği, kimileri de sömürü.

Devlet ve birey düzeyinden analiz yapanlar da farklı davranmadı. Devleti değiştirirsek barış içinde yaşarız diyen de çıktı, bireyi eğitirsek iyi olur diyen de. Liderler, rejimler tartışıldı. Sonra sıra anlayışlara geldi. Koşulların değil de algıların önemli olduğu söylendi. Algıyı belirleyen faktörler üstünden açıklamalar yapıldı. Patrimonial değerlerden milliyetçiliğe pek çok değişken belirleyici olarak tescil edildi. Zaman zaman tarihin ve coğrafyanın kader olduğunu söyleyenler, ülkelerin siyasetini konumlarıyla açıklayanlar da çıktı.

* * *

Ama analizin düzeyi sorunsalı “çözülemedi”. Aynı olaya hala onlarca farklı açıdan bakmak, vuku buluşunu pek çok nedene bağlamak mümkün. Benim tercihim sistemsel açıklamadan yana. Dünya siyasetini bitmez-tükenmez bir mücadele alanı olarak tanımlıyorum. Kendimi hem dünya vatandaşı, hem de doğduğum, büyüdüğüm ülkenin parçası olarak görüyorum. İş birliği kaçınılmaz ancak temel kural çıkar çatışması ve güç mücadelesi. Başkası açık veya kapalı baskı yapıyorsa bu baskıya karşı çıkılması gerekiyor.

Liberallere de, Marksistlere de, Feministlere de hak veriyorum, sorunları söylem düzeyinde arayanlara da. Dünyanın daha yaşanabilir olması için kaynakların silahlara değil sağlığa, eğitime ve daha pek çok şeye harcanması gerektiğini biliyorum. Fakat başkası silahlanıyorsa, gücünü dayatıyorsa, tercihlerini tercihlerinizin üstünde görüyorsa güçlü olmak, hatta nükleer silah dahi edinmek gerekebilir diyorum. Bu yüzden SİHA’ları, elektronik harp yeteneklerini, milli gemi projelerini önemsiyorum.

Doğrusu objektif olmayı, bir fizikçi ya da kimyacı gibi gözlemlediğim olayı duygusal ve toplumsal tercihlerimden bağımsız olarak yorumlayabilmeyi çok isterdim. Ama bu bana imkansız geliyor. Her şeyden önce alanın önemli isimlerinden Robert Cox’a güvendiğim, objektif ve çıkarlardan bağımsız bir analizin mümkün olabileceğine inanmadığım için. Sonra da doğrunun, hatta iyinin ne olduğuna tarihsel olarak karar verildiğini, onun da içinde değer, çıkar taşıdığını gördüğüm için.

Ayrıca yorumumu üstüne oturtabileceğim çıkar dışında da bir kriterim yok. O da pek objektif sayılmaz. Nihayetinde birileri tarafından, genellikle de tepkisel tanımlanmış bir beklentiden söz ediyoruz. Yine de çıkar kriteri bana söylem analizi yapmaktan, eskiden denen bir şeyle bugün yapılanı karşılaştırmaktan, her zorluğu, her gerilimi dünyanın sonu olarak görmekten, dünya siyasetini salt uygulamacısına indirgemekten, ilintisiz olguları sıralayıp bağlantı kurmayı okuyucuya bırakmaktan daha objektif gibi geliyor.

Belki objektif olmayı bu kadar önemsemek de anlamsız. Olmamız gereken şey objektiflik değil rasyonellik, sebeple sonuç arasında bağlantı kurabilme, elimizdeki imkanlarla varmaya çalıştığımız sonucu değerlendirebilme. Mümkün olduğunca önyargılardan arınma, çıkarlara hizmet edenle etmeyen arasındaki farkı ortaya koyabilme. Meşruiyet sınırlarını zorlayan teşebbüslere karşı çıkma. Dünya siyasetinin kaba bir güç mücadelesinden ibaret olmadığını, normların ve kuralların olduğunu hatırlatma.

* * *

Bir de galiba nihayetinde insan olduğumuzu unutmama. Bu hem duygularımızı, değerlerimizi yaptığımız işe, analize karıştırmamamızın imkansızlığına, hem de hakkaniyete, adalete, merhamete işaret ediyor. Akdeniz’de bir Fransız gemisine gemileriniz radar kilitlediğini okuyunca, Libya’daki dengeler ülkenizin katkısıyla değişince, Katar’ın siyasi istikrarı ipoteğinize girdikçe, Irak’ta ve Suriye’de oyun bozan müdahaleler gerçekleştikçe seviniyorsunuz. Diğer yandan insan hakları sorunlarınızı, demokrasi açığınızı ve bunlar yüzünden ülkenizin ödemek zorunda kaldığı bedelleri gördükçe üzülüyorsunuz. Her şart altında objektif olmanız, hatta bazen rasyonel olmanız bile zorlaşıyor.

Ama iyi ki Pazar yazıları var da bazen kendinizle hesaplaşırken, bazen de kendinizden kaçabiliyorsunuz. İmdadınıza güzel bir müzik, iyi bir roman, etkileyici bir film yetişebiliyor. Kahramanlarını, onlar da olmazsa eşyalarınızı konuşturup huzuru yakalayabiliyorsunuz. Ya da bugün olduğu gibi huzursuzluğu paylaşabiliyorsunuz. Huzursuzluğun benim kadar sizin için de yeni normal olmaması temennisiyle huzurlu bir tatil günü geçirmenizi dilerken, vakti olanlara Cogito dergisinin son sayısını öneririm. Kapağının başlığı “Hasta Bir Dünyada Yaşlanmak”. Belli bir yaştan sonrakilerin huzurunu kaçırma potansiyeli olsa da içinde zamanın ruhunu yakalayan çok iyi yazılar var…

YORUMLAR (8)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
8 Yorum