ANALİZ I Bir nükleer savaş mümkün mü?

1945’te binleri aynı anda katleden motivasyonun kendi benzerleriyle yarışa girdiği bir dünyadan kontrol beklemek bir yerden sonra saflık olacaktır. Dünya, “çılgınlıklara” 90 öncesi dönemden çok daha yakındır. Üstelik halihazırda var olan cepheler bir süredir “yeni teknolojiler”in reklamının yapıldığı yerler olmaktadır.

Anıl Çınar

Trump’ın yaklaşık bir ay önce yaptığı, ABD’nin Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan (INF) çekileceği doğrultusundaki açıklaması (http://haber.sol.org.tr/dunya/trump-rusya-ile-yapilan-nukleer-anlasmasindan-cekiliyor-249399), dünyanın yeniden “soğuk savaş” dönemindeki gibi bir silahlanma yarışına girdiği türünden yorumlara kaynak oluşturmuştu. Buna NATO’nun yeniden işlevlendirilmesiyle ilgili geçtiğimiz haftalarda ileri sürülen düşünceler eklenince dünyanın 90 öncesine yeniden dönüp dönmediğiyle ilgili kimi düşünceler de tekrar dile getirilmeye başlandı.

Aslında dünyanın Sovyetler Birliği’nin olduğu bir dönemden oldukça farklı olduğunu, dünyaya farklı güçler dengesinin yön verdiğini görmek hiç zor değil. Esasında, zaten sorun pek bu da değil. Fakat, “eski dünya”yı anıştıran, dünyanın kolayca ayırt edilebilir iki kampa ayrıldığını ima eden “soğuk savaş” teorileri emperyalist sistemin krizine dair ortaya çıkan kimi işaretleri gizliyor.

Bu işaretler, Rusya ve ABD’nin 30 yıllık geçmişi olan bir anlaşmayı bir diğerinin bozduğu yönündeki sataşmalarının arasında kayboluyor. Tıpkı yine benzer bir kavgaya konu olan ticaret anlaşmalarının içini önce kimin boşalttığı üzerine dönen tartışmalarda olduğu gibi. 

Şimdi buna Avrupa ordusuyla ilgili tartışmalar da eklenmiş bulunuyor. (http://haber.sol.org.tr/dunya/trumptan-macronun-avrupa-ordusu-onerisine-yanit-kustahca-250598)

DÜNYA NÜKLEER BİR UYKUDA MIYDI?

Konu nükleer silah ve savaş olduğunda ilk akla gelen, devasa nükleer bombaların insanlığın tamamını yok ettiği bir tür korku filmi senaryosu oluyor. ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’deki katliamları düşünülünce bu korkunun anlaşılır bir tarafı var.

Öte yandan ABD’nin Japonya’yı vurduğu nükleer saldırı aslen Sovyetler Birliği’ne bir mesaj vermek için yapılmıştı. Emperyalizm mesaj vermek için binlerce insanı katletmekten çekinmemişti.

Katliamın emrini veren ABD başkanı Truman’ın, Trump ile karşılaştırılabilecek denli bilgisiz ve kaçık bir figür olduğunu ileri sürmek saçma olmayacaktır. Yani bugün ABD’nin siyasi manevralarındaki gelgitleri Trump’ın zihinsel kabiliyetleriyle açıklamayı tercih edenler ya ne dediklerini bilmiyorlar ya da kasıtlı olarak bir şeyleri gizleme eğilimindeler. 

Zamanında Truman’a gösterilen direnç ve Truman’ın “başardıkları” oldukça öğreticidir.

Truman atom bombasının atılması emrini verdiğinde, Amerikan devletinin koridorlarında, onu destekleyen çok insan yoktu. Truman içkisi, kumarı, küfürleri, tehditleri ve aşağılamalarıyla tam bir ABD başkanıydı. Bugün ABD yayılmacılığının güç kaynağı olan CIA gibi kurumlar onun döneminde kurulmuş ya da şekillendirilmişti. Aslında Truman ülkeyi ve dünyayı bir şoka sokmuştu.

Başka türlüsü de mümkün değildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan prestijle çıkan Sovyetler Birliği, Stalin ve komünizm ABD’nin içinde bile büyük bir etkiye sahipti. Bu etkinin kolayca kırılamayacağı açıktı. ABD hem içeride hem dünyada yeni bir doktrin, antikomünizm kampanyası ve buna eşlik eden cadı avıyla yola koyuldu. Tüm bunlar için başkanın çok da kabiliyetli olmasına gerek olmadığı anlaşılıyordu. Taşıdığı bütün anlaşmazlıklara rağmen devlet aklını şekillendiren bir antikomünizm ve antisovyetizm, sermaye aklı ve Batı ittifakının kimi kadroları eliyle şekillendirilebildi. Truman yeni dünyanın gerekliliklerinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Üstelik kişisel özellikleri de bu iş için işe yarardı.

İki şehrin vurulduğu nükleer saldırı Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı zamana dek aşağı yukarı kesintisiz bir “soğuk savaş” ve nükleer denge dönemini şekillendirdi. Öte yandan, devasa nükleer başlıkların varlığı ne dünya sathındaki geleneksel sıcak savaşların ne de diplomatik ve ideolojik harbin önünde engel oluşturabildi. 

Büyük bir yok oluşun önündeki engel büyük bir nükleer hesaplaşmanın iki tarafı da yok edecek olması olabilirdi; ancak asıl engel Sovyetler Birliği’nin ihtiyatlılığıydı. Evet, bazılarına garip gelecek şekilde, dünyayı Sovyetler Birliği koruyor, kapitalizmin kontrolsüz aklına şekil veriyordu. Ancak sosyalizmin dünyadaki iddiasının kaybolduğu bir dönemde imzalanan ve bugün kaldırılması gündemde olan anlaşma aslen Sovyetler Birliği’nin Avrupa üzerindeki basıncının dindirilmesi anlamına gelmişti. Anlaşma teklifini yapan ABD, Avrupa’nın egemen sınıflarını Sovyet gücünden korumuş oldu. Şimdiyse, bu kadar başarılı bir anlaşmanın bozulmak istenmesi Trump ve ekibinin yol yordam bilmezliğiyle açıklanıyor.

Halbuki, Sovyetler Birliği’nin olmadığı bir dünyada ne net bir koordinatlar düzlemi vardır ne de bu düzlemin yön verdiği kamplaşmalar. Bu yüzden artık işlevsizleşmeye başlamış bir anlaşmayı ilk kimin bozduğu üzerine ABD ve Rusya tarafından dile getirilen tartışmaların bir anlamı yok; çünkü iki taraf da askeri gücünü bir enstrüman olarak kullanmak doğrultusunda daha cüretkar hareket etmek zorunda. ABD, 45 sonrası dünyada kapitalist kampın ağabeyi olarak kurduğu Sovyetler Birliği karşıtı sistemden işe yaramayan artıkları yıkmak ve yeniden toplamak zorunda olduğu için ve diğer aktörlerin de eli armut toplamadığı için…

Peki bu nasıl bir dünyadır böyle?

GÜÇLER DÜNYASINDA HERŞEY MÜMKÜN MÜDÜR?

Bu emperyalist sistemin hegemonya krizi yaşadığı bir dünyadır ve bu noktada diyebiliriz ki Trump böyle bir dünya ve ABD’nin ürünü. Fakat Trump, Truman’dan farklı olarak, soruna verilmiş net bir yanıt olmaktan uzak. Bu anlamda hem ABD hem de Avrupa’da, Transatlantik ittifakının yeniden yola koyulması için Trump’ın gitmesini bekleyenler oldukça belirsiz bir geleceğe yatırım yapıyorlar. 

Bununla ilgili tartışmalar Kasım’da ABD’de gerçekleştirilen ara seçimler (http://haber.sol.org.tr/dunya/abd-ve-ingiltere-basininda-ara-secimler-250411) sonrasında yeniden alevlendi; ancak görünen o ki Trump ve ekibinin özellikle de dış politikada attığı ve atacağı adımlarda önemli bir değişiklik olacağını beklemek hata olacak. 

Ancak dış politikada önemli bir değişiklik beklenmemesinin arkasında esas olarak ABD’nin iç siyasi dengeleri yatmıyor. Asıl neden Demokrat ya da Cumhuriyetçi, ABD yönetiminde söz sahibi olan çevrelerin arasında mevcut gidişata net bir alternatif üretebilecek bir akıl toplamının oluşamıyor olması. Bugüne kadar (özellikle 90 sonrası dönem) ABD’nin ve ABD merkezli dünya sisteminin politikalarını şekillendiren çevrelerin denediği herşey, ABD’nin içeride ve dışarıda güç kaybettiği ve diğer aktörlerin güç kazandığı bir sistemi ve gidişatı devam ettirmekten başka bir işe yaramamış gözüküyor. 

Aynı gidişat Obama ile birlikte son demlerini yaşarken arkasında büyük bir prestij kaybı bıraktı. Buna sistemin dünyadaki geniş kitleler için ikna edici bir alternatif ve gelecek sunamadığını da eklemek gerekir. Bu doğrultuda krizini yaşayan emperyalist sistem, bu krizin ürünü olan ve bu krizi daha da besleyecek politikaların önünü açar. Bu bir gerekliliktir. Bu anlamda, yıkıcılık ve toparlayıcılık emperyalist hiyerarşinin tepesindeki ABD için bir zaman sorunu haline gelmiş durumda.

Yani Trump’ın, ABD açısından işlevinden kaybetmiş anlaşmalardan ve kurumsallıklardan çekilme kozunu oynarken, mevcut sistemin gelişme imkanı sunduğu özellikle Çin gibi güçleri dengesizliğe itme amacıyla hareket ettiği söylenebilir. Fakat yükselen güçlerin karşısında oluşturmak istediği ve oluşturmak zorunda olduğu potansiyel bloğun üyeleri bu yıkıcı ve yapıcı sinyaller karmaşasında yönünü bulmakta zorlanıyor. Fakat bu ne tek başına Trump’ın suçu ne de bir başkası yekpare bir stratejiyle ortaya çıkabiliyor. 

Böyle bir ortamda Rusya’nın nükleer cephaneliğinin önündeki engel olması gereken bir anlaşmadan geri çekilineceğinin ilanı ile ABD’nin NATO’yu yeniden toparlama ve işlevlendirme arayışı iç içe geçebiliyor. ABD’nin kanatları altında palazlanmış ve orduya büyük yatırımlar yapma zorunluluğundan uzak Avrupa’nın (özellikle Almanya’nın) elini taşın altına koyması için biraz Rus tehdidi hissetmesi, ticaret savaşlarının ilanıyla kendine getirilmesi gerekiyor.

Ancak, Sovyetler Birliği merkezli cepheye karşı oluşturulmuş NATO’nun artık bu güçte bir motivasyondan yoksun olduğunu unutmamak gerekir. Rusya’nın İngiltere gibi ülkelerde kafasına estiği gibi hareket edip ajan öldürebildiği türünden bir bilginin pazarlanması-> link: (http://haber.sol.org.tr/dunya/rus-buyukelci-skripal-saldirisini-ingiliz-...) ile “komünizm tehditi” aynı etki gücüne sahip değil. Üstelik bu sinyal karmaşasına bir de ayrıca Merkel’in siyasette sona geldiğini açıklaması ve Macron’un bağımsız bir Avrupa ordusuyla ilgili çıkışı eşlik ediyor.

Yeni dünyanın gereklerini fark eden bazı “realist” yorumcular ise Trump’ı amaçlarından dolayı değil bu amaçların gerekleri doğrultusunda doğru düzgün hareket edemediği için eleştiriyor. (https://foreignpolicy.com/2018/11/14/trumps-problem-in-europe-isnt-optics/).

YENİ NÜKLEER SAVAŞ

Böylesine dengesiz ve çok kutuplu bir dünyada güçler dengesinin belirleyenleri tek başına  ekonomik ya da askeri olmaktan öte durumda. Gücü oluşturan araçlar ve güçler mücadelesi arasında çözülmesi zor bir trafik var. bulunur. Bu yüzden ticaret savaşlarının, gümrük tarifelerinin ya da hakim finansal sistemi zorlayan “ambargo”ların mantığını salt ekonomik düzleme sıkıştırmak doğru olmaz.

INF’ten çekilineceği çıkışı da benzer biçimde değerlendirildiğinde meselenin salt Rusya değil Çin, Avrupa ve Ortadoğu’yla da ilgili olduğu anlaşılabilir. Zaman yarışı ve karşılıklı ittifak bozma manevralarının tansiyonu yükseltme eğilimi, Rusya’nın açıktan, Çin’in ise daha gizliden belli ettiği yeni ve “stratejik” nükleer kapasitelerindeki artışın sadece sözde kalmayabileceğini de işaret ediyor. 

1945’te binleri aynı anda katleden motivasyonun kendi benzerleriyle yarışa girdiği bir dünyadan kontrol beklemek bir yerden sonra saflık olacaktır. Dünya, “çılgınlıklara” 90 öncesi dönemden çok daha yakındır. Üstelik halihazırda var olan cepheler bir süredir “yeni teknolojiler”in reklamının yapıldığı yerler olmaktadır.

Dünyayı ve insanlığı bu tehlikeden, bu çılgınlıktan kurtarmanın yolu ise dünyayı Trump’lardan, Putin’lerden, Macron’lardan arındırmaktan değil tüm bu karakterleri üreten sistemi ve düzeni tamamen reddetmekten geçiyor. Çünkü “oyun” kendisini reddetmeyenlere kendi kurallarını dayatır. 

Ayrıca, sabit bir direk bulmanın mümkün olmadığı bir dünyada başka bir türün, bir sosyalist çıkışın etkisi sanıldığından büyük olacaktır.