Bu hafta da Almanya meselesi yazısına devam ederek, Bediüzzaman’ın tesbiti ile çok önemli bir kıyamet alâmetine işaret etmek istiyorum.
Bu meselenin tesbit, teşhis ve izahına dair bazı teşvik, takdir ve duâlar aldım. Bunlar benim için müşevvik bir güçtür.
Bugün etrafımıza şöyle bir baktığımız zaman, İslâm âlemi ile aramızda dostluk ve güven kalmadığını görüyoruz. Hani bir düşünür “bir istinat bulsam dünyayı yerinden oynatırım” demiş ya. Bugün devletler de bir birlerine istinad ederek güç bulabiliyorlar. Veya küçük devletler, güçlü bir devlet iş birliği yaparak gücünü artırıyor. Sekiz milyonluk İsrail’in Amerika’yı istinad ederek yüz elli milyonluk İslâm âlemine meydan okuduğu gibi. Bu konuda Türkiye de dünya siyasetinin stratejik noktalarından birisidir.
Türkiye gibi bir zamanlar dünyaya hükmetmiş bir devleti yalnızlaştırarak güçsüz bırakmaya kimsenin hakkı yoktur. Bugün Türk ekonomisinde veya siyasetinde bir başarı varsa o da, Almanya’nın öncülüğünde olan AB’ye girmek için çıkarmak zorunda olduğumuz uyum yasaları sayesindedir. Günümüzün kompleks problemlerinin, tek adam düşüncesiyle değil ancak, çoklu bir zekâ ile çözülebileceği âşikârdır. Bugünün kutuplaşan dünyasında, bizim de güçlü müttefiklere şiddetle ihtiyacımız vardır.
Şimdi Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki rolüne gelince:
Bir kere şu tarihî gerçeği herkes bilmeli ki, Rusya’nın sıcak denizlere inme hayali, asırlarca bitmek bilmeyen bir rüyasıdır. Onun da yolu Türkiye üzerinden, yani boğazlardan geçmektir. Türkiye barajını aşan bir sel, bütün âlem-i İslâm’ı boğar. Cenab-ı Allah Türk milleti gibi bir gücü, dünya coğrafyasının en çetin kavşak noktasına koymuş, İslâm âlemi için bir istinad noktası haline getirmiştir. Onun için bu milletin sorumluluğu o nisbette büyüktür.
Rusya, böyle bir fırsatı İkinci Dünya Savaşı’nda yakalayıp, yeniden şansını denemek istedi.
Rusya’nın o zamanki avantajlarını şöyle sıralayabiliriz:
1- Biz Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlûp çıkmışız.
2- Elde silâh ve mühimmatımızı da İstiklâl Savaşı’nda ve iç çekişmelerde harcamış ve iyice güçsüz kalmışız.
3- Bir de Türkiye’de rejim değişmiş, binlerce insan da bu yüzden idam edilmiş, insanlarımız kurtardık dediği ülkede esir duruma düşürülmüş, N. Fazıl’ın dediği gibi, “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” haline getirilmiştir. Değil silâh sanayii kurmak, silâhı satın alacak gücümüz kalmamıştır. Savaş tehlikesine karşı tedbiren vatandaşın zarurî gıdası olan buğdaylar toplanıp depo edildiği için, millet açlık ve kıtlığa mahkûm edilmiştir. İşte durum özetle bu derece vahimdir ve bir düşman için bundan daha büyük fırsat bulmak ancak hayaldir. Ve bundan daha iyi fırsat olmaz deyip haliyle bizi tekrar tehdit etmeye başlamıştır.
Türkiye, çaresizlikler içinde kıvranırken, yine Almanya imdadımıza koşmuştur.
İslâm dostu, Almanların bir zamanlar başbakanlığını yapmış ve “ İslâmiyet güneş gibi doğdu, diğer dinleri ateşin odunu yutması gibi yuttu ve bu yutmak İslâm’ın hakkı idi, zira ben gökyüzünden indirilen diğer kitapları da tetkik ettim, bozulmaları sebebiyle değil bir devletin, bir ailenin bile huzurunu temin edecek hususiyet bulamadım, ancak Müslümanların kitabı Kur’ân-ı Kerîm’i tetkik ettiğimde her kelimesinde akıllar ötesi binler hikmetler gördüm, böyle bir kitab beşer sözü olamaz” diyen, Prens Bismark’ın talebeleri devreye girmiştir. Alman İmparatoru Hitler’e, “Rusyanın bu tehdidi karşısında Türkiyenin dayanacak gücü yok ve bu gidişle Ruslar, Türkiyeyi aşıp hayalleri olan Akdeniz ve Kızıldeniz gibi sıcak denizlere inerse, bütün petrol yataklarına sahip olarak dünyanın süper gücü olur. Dinsizliği de (ateizm ve komünizmi) dünyaya hâkim kılar! Dünyada buna engel olacak tek kuvvet Almanya’dır.” diyerek, Hitler’i ikna ederler.
Bunun üzerine Hitlerin verdiği resmî ilânı, Bediüzzaman şöyle nakleder: “Allah’a istinad edip dinsizliği kaldıracağım, İslâmiyet ve İslâmları himaye edeceğim” diyen bir hükümet, yüz milyon küsûr iken, dörtyüz milyona yakın nüfusa hükmeden, Çin ve Amerika’ya ve onların müttefiki olan Bolşeviklere galibane öldürücü darbe vuran o hükümetteki muharip cemaatin şahs-ı manevisi ile (Almanya’nın savaş gücü ile) mücâdele ettiği dinsizlerin ve taraftarlarının şahs-ı manevileri tecessüm etse yine minare boyunda bir şahsa nisbeten küçük bir insanın nisbeti gibi olur. Bir rivayette “Deccal dünyayı zapteder” manası “Ekseriyet-i mutlaka ona taraftar olur” demektir. (Yani Alman tarafında iki veya üç küçük devlet var iken, ateizmin tarafında başta süper güçler olan Rusya, Çin, Amerika ve İngiltere ile birlikte 17 devlet var) demektir. Yani hadis-i sahihdeki, “minare yanında çocuk meselesi” işte budur. Şimdi de öyle oldu.” (Kastamonu Lâhikası s. 84-85 yeni tanzim)
Bunun sebep ve sonuçları ilerde daha açılacaktır.
İşte tarihçi ve filozofların aklının ermediği, Almanya’nın böyle süper güçlere karşı nasıl çıktığının sırrı budur.
Şimdi Rusya ve müttefiklerinin neden Almanya’ya düşman olduklarının daha iyi anlaşılması lâzım.
İşte Almanlar savaşı üslendiği halde İnönü’nün, Almanlara yardım etmediği gibi, topladığı buğdayları açlık çeken halka dağıtmayıp nemlendi diye denize döktürmesi de, ayrı bir skandaldır.
Galiba böylece; Deccalizmin, kuralı olan, “en etkili terbiye açlıktır” metodunu uygulamış olur. Bunlar; o kara günlerin acı gerçekleri olarak böyle anlatılır.
Bediüzzaman’ın; bu sahih hadis-i şerif-i şerh ve te’vili devam edecek.