YARGITAY

4. HUKUK DAİRESİ

Esas Numarası: 2019/1011

Karar Numarası: 2019/2823

Karar Tarihi: 15.05.2019

EVLİLİK BİRLİĞİ DEVAM EDERKEN ÜÇÜNCÜ KİŞİYLE BİRLİKTE OLMA İDDİASINA DAYALI MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ - Davacının Resmi Nikahlı Eşinin Davalı İle Zina Yapması Nedeni İle Eşinden Boşandığı - Davalının Kendisi İle Evli Olduğunu Bildiği Halde Eşi İle Zina Eyleminde Bulunması Nedeni İle 25 Yıllık Evliliğinin Bittiğini Bildirerek Bu Nedenle Uğradığı Maddi ve Manevi Zararın Ödetilmesini İstediği - Sadakat Yükümlüğünün Evlilik Sözleşmesinden Kaynaklandığı - İhlal Edilmesi Durumunda Yalnızca Sözleşmenin Taraflarının Yani Eşlerin Birbirlerine Karşı İleri Sürebileceği Nisbi Hak Niteliğinde Olduğu - Mutlak Bir Hak Mahiyetinde Olmadığından Herkese Karşı İleri Sürülemeyeceği -Aldatılan Eş Yansıma Yoluyla Zarara Uğradığını da İddia Edemeyeceği - Üçüncü Kişinin Aldatan Eşe Karşı Herhangi Bir Hukuka Aykırı Eylemi ve Verdiği Herhangi Bir Zarar Bulunmadığından, Yansıma Yoluyla İstenebilecek Zararın Olmadığı - Evlilik Birliği Devam Ederken Eşlerden Biri İle Evli Olduğunu Bilerek Birlikte Olan Davalıya Karşı Açılan Davanın Reddi Gerektiği

ALDATILAN EŞİN YANSIMA YOLUYLA ZARARA UĞRADIĞINI İDDİA EDEMEYECEĞİ - Sadakat Yükümlüğünün Evlilik Sözleşmesinden Kaynaklandığı - İhlal Edilmesi Durumunda Yalnızca Sözleşmenin Taraflarının Yani Eşlerin Birbirlerine Karşı İleri Sürebileceği Nisbi Hak Niteliğinde Olduğu - Mutlak Bir Hak Mahiyetinde Olmadığından Herkese Karşı İleri Sürülemeyeceği - Aldatılan Eş Yansıma Yoluyla Zarara Uğradığını da İddia Edemeyeceği - Üçüncü Kişinin Aldatan Eşe Karşı Herhangi Bir Hukuka Aykırı Eylemi ve Verdiği Herhangi Bir Zarar Bulunmadığından, Yansıma Yoluyla İstenebilecek Zararın Olmadığı - Evlilik Birliği Devam Ederken Eşlerden Biri İle Evli Olduğunu Bilerek Birlikte Olan Davalıya Karşı Açılan Davanın Reddi Gerektiği

Özeti: Sadakat yükümlüğü, evlilik sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, ihlal edilmesi durumunda yalnızca sözleşmenin taraflarının yani eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nisbi hak niteliğindedir. Yani mutlak bir hak mahiyetinde olmadığı için, herkese karşı ileri sürülemez. Aldatılan eş yansıma yoluyla zarara uğradığını da iddia edemez. Zira, üçüncü kişinin aldatan eşe karşı herhangi bir hukuka aykırı eylemi ve verdiği herhangi bir zarar bulunmadığından, yansıma yoluyla istenebilecek zarar da sözkonusu olamaz. Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalıya karşı açılan davanın tümden reddi gerekmektedir.

Taraflar arasındaki evlilik birliği devam ederken üçüncü kişiyle birlikte olma iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminat davası sonucunda, mahkemenin davanın kısmen kabulüne dair verilen 05/11/2013 tarihli kararı tarafların temyizi üzerine Dairemizin 07/05/2015 günlü ilamı ile davalı yararına bozulduğu, mahkemece bu defa 03/12/2015 tarihinde maddi tazminata yönelik bozmaya direnildiği, davalının temyizi üzerine dosyanın gönderildiği HGK'nun 12/12/2018 tarihli kararı ile mahkemenin direnme kararının bozulduğu ve manevi tazminata ilişkin uyulan kısım yönünden temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Dairemize gönderildiği anlaşılmakla dosyadaki evraklar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava; evlilik birliği devam ederken, üçüncü kişi ile birlikte olma iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece , davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, resmi nikahlı eşinin davalı ile zina yapması nedeni ile eşinden boşandığını, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde eşi ile zina eyleminde bulunması nedeni ile 25 yıllık evliliğinin bittiğini bildirerek bu nedenle uğradığı maddi ve manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkeme ilk kararında, dava dışı eşin davalıyla ilişkisi olduğundan bahisle davacı ile dava dışı eşinin boşanmalarına karar verildiği ve kararın kesinleştiği; eldeki davada davalı tanıklarının bu iddiayı çürütecek beyanda bulunmadıkları gerekçesiyle davanın maddi ve manevi tazminat yönünden kısmen kabulüne karar vermiş; taraf vekillerinin temyizi üzerine Dairemizin 2014/7745 esas 2015/5834 karar sayılı ilamı ile karar bozulmuştur. Bozma ilamında, davalının söz konusu eylemi nedeni ile davacının uğradığını iddia ettiği maddi zararları ile davalının eylemi arasında uygun nedensellik bağı bulunmadığından maddi tazminat isteminin bütünüyle reddi gerektiği; manevi tazminat yönünden ise davacının eşinden boşanmasına karar verilen mahkeme ilamı ile eşinin kendisine 8.000,00 TL manevi tazminat ödemeye mahkum edildiği gözetilerek eldeki davada hüküm altına alınan tazminat tutarının boşanma davasında hüküm altına alınan tazminat ile tahsilde tekerrür olmamak üzere ödetilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Mahkemece, bozma ilamının manevi tazminata ilişkin kısmına uyulması; maddi tazminata ilişkin kısmına ise direnilmesi yönünde hüküm kurulmuş; direnme kararı üzerine Dairemizin 2016/16910 esas 2017/539 karar sayılı ilamıyla dosyanın Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmesine karar verilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca 12/12/2018 tarihli 2017/4-1417 2018/1894 sayılı karar ile davacının maddi tazminat istemine ilişkin Özel Dairenin bozma kararının (2-a) bendine uyulması gerektiğinden önceki kararda direnilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilmiş; manevi tazminat istemine ilişkin uyulan kısım yönünden temyiz itirazlarının incelenmek üzere Dairemize gönderilmesine karar verilmiştir.

Dava konusu uyuşmazlık, evlilik birliği devam ederken, eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiden diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunup bulunmayacağı hususundadır.

Uyuşmazlığın esasının incelenmesine geçilmeden önce Yargıtay İçtihatları Birleştirme kararlarının bozma ilamına uyulması ile oluşan usuli müktesap hakka etkisi üzerinde durulmasında yarar vardır. Belirtilmelidir ki, mahkemenin, Yargıtay’ın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur (04.02.1959 tarihli ve 13/5 sayılı YİBK).

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır.

Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması durumunda Yargıtay bozma kararı ile oluşan usuli kazanılmış hak değer taşımayacaktır. 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararında (YİBK) "...sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan bütün işlere tatbikinin gerekli olduğuna..." karar verilmiştir.

Bunun gibi bozmaya uyulmasından sonra o konuda yürürlüğe giren yeni bir kanun karşısında bozma ilamına uyulmakla oluşan usuli kazanılmış hakkın da bir değeri kalmayacaktır. HGK'nın 12.03.1997 tarihli ve 1997/7-975 E., 1997/196 K. ve 06.11.1996 tarihli ve 1996/17-561 E., 1997/744 K. sayılı kararlarında bu hususa vurgu yapılmıştır.

Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi hâlinde usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK. 21.01.2004 tarihli ve 2004/10-44 E.,2004/19 K. ve 30.01.2013 tarihli ve 2012/1-683 E.,2013/165 K. sayılı kararları).

Görev konusu da usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır. Bu husus 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı YİBK'da "...kaide olarak usuli müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağına ve duruşmanın bittiği bildirilinceye kadar vazifesizlik kararı verebileceğine,..." şeklinde ifade edilmiştir.

Bu sayılanların dışında ayrıca hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzenine ilişkin konularda da usuli kazanılmış haktan söz edilemez.

Ayrıca maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması ile usuli kazanılmış hak doğmaz.

Bu açıklamadan sonra uyuşmazlığın esasının incelenmesine gelince; Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06/07/2018 tarihli ve 2017/5 E. - 2018/7 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere; TMK 185/3 maddesinde düzenlenen sadakat yükümlüğü, evlilik sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, ihlal edilmesi durumunda yalnızca sözleşmenin taraflarının yani eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nisbi hak niteliğindedir. Yani mutlak bir hak mahiyetinde olmadığı için, herkese karşı ileri sürülemez.

Davacı, kişilik hakkı ihlallerini düzenleyen genel hükümlere yani TMK’nun 24-25 ve TBK’nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin temel düzenlemesi olan 49/1 (BK. 41/1) ve kişilik değerlerinin zedelenmesine ilişkin TBK 58. (BK 49.) maddelerine de dayanamaz. Söz konusu yasa maddeleri gereğince haksız fiil sorumluluğundan söz edilebilmesi için, diğer şartların yanında ayrıca zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması yani emredici bir hukuk normuna aykırı olması gerekir. Somut olayda, eş olmayan davalı yönünden fiilin hukuka aykırılık şartı gerçekleşmemiştir.

Müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de uygulanması mümkün değildir. Zira, TBK’nun 61. (BK 50.) maddesinde birden fazla kişinin ortak kusurlu davranışları nedeniyle bir zarara yol açmaları durumunda müteselsil sorumluluğun söz konusu olacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda sorumluluğa gidilebilmesi için, aldatan eş ile birlikte olan davalının fiilinin de hukuka aykırı olması gerekir. Davalının dava dışı eş ile birlikteliği şeklindeki davranışı, aldatılan eş yönünden haksız fiil olarak nitelendirilemeyeceğinden müteselsil sorumluluk esasına göre de sorumluluğuna gidilemez.

Aldatılan eş yansıma yoluyla zarara uğradığını da iddia edemez. Zira, üçüncü kişinin aldatan eşe karşı herhangi bir hukuka aykırı eylemi ve verdiği herhangi bir zarar bulunmadığından, yansıma yoluyla istenebilecek zarar da sözkonusu olamaz.

TBK’nun 49/2 (BK.41/2) maddeleri gereği, fiilin emredici bir norma değil de sadece ahlaka aykırı olması durumunda, sorumluluğa gidilebilmesi için, failin zarar görene zarar verme kastıyla yani somut olayda, davalının davacı aldatılan eşe bilerek ve isteyerek zarar vermeyi amaçlamış olması gerekir. Sadece birlikte olduğu eşin evli olduğunu bilmesi bu tür sorumluluk için yeterli değildir.

Şu durumda; bozma ilamına uyulması ile meydana gelen usuli müktesep hakkın istisnalarından olan ve yukarıda anılan Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06/07/2018 tarihli ve 2017/5 E. - 2018/7 K. sayılı kararı uyarınca evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalıya karşı açılan davanın tümden reddi yönünde karar verilmesi için yerel mahkeme hükmünün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 15/05/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

legalbank.net