Niye hep barışmak zorunda kalıyoruz?

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Vergi barışı, imar barışı, “Cezayı sildik gel anaparayı öde kurtul” barışı... Barışmak için kavgalı olmak gerekir. Vatandaş devletle kavga ettiğinde ya hapsi boylar ya para cezasına çarptırılır. Vatandaş, para cezasıyla sonuçlanan kavgaların ardından adeta rutine bağlanmış şekilde af kararları çıkarıldığı için de “Beklemekte, ödemeyi ertelemekte yarar var” diye düşünür. Bunu düşündürten de siyasilerdir.

Genlerimize işlemiş, işlemesi sağlanmış mantık şudur:

“Bir gün bir siyasi iktidar ‘Seçim’ der, ‘Mahkemelerde milyonlarca dosya birikti, bunları eritmek gerekir’ der, ‘Yeni bir sayfa açalım’ der ve aslında af gibi bir barış uygulaması başlatır. O yüzden ödeme yapmak için aceleye gerek yok.”

Böyle düşünenler belki de yükümlülüğünü zamanında yerine getirenleri enayi gibi görüp içten içe kıs kıs gülerler.

Siyasetçiler aslında ekonomik aflar çıkararak bir dönem işlerini gereği gibi yapmadıklarını da itiraf etmiş olurlar. O ödemeler zamanında yapılsa, o cezalar zamanında tahsil edilmiş olsa bu aflara gerek kalır mı? Ve o paralar devletin kasasına zamanında girmiş olsa kamunun dengeleri çok daha sağlıklı oluşmaz mı?

“Sayın”lı haber dili mi olur?

Geçenlerde bir televizyonda ana haber bültenini izliyorum. O da ne; bazı unvanlar başına “sayın” getirilerek söyleniyor.

“Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan şurada konuştu”, Başbakan Sayın Binali Yıldırım şunları söyledi”, “CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu şu mesajları verdi” gibi...

Başka unvanlar da böyle “sayın”lı mı haberleştiriliyor bilmiyorum, benim duyduklarım bunlar.

Bir söyleşide hitap ederken “sayın” tabii ki kullanılır, kullanılmalıdır da. Ama haberde böyle bir dil söz konusu olabilir mi?

Bu televizyon kanalının hangisi olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı? Tahmin etmeniz herhalde hiç zor olmayacaktır.

Vazgeçsek artık şu eski paradan!

TL’den altı sıfır atılmasını öngören yasa Resmi Gazete’de 31 Ocak 2004 tarihinde yayımlandı, 1 Ocak 2005 tarihinde de altı sıfır atılmak suretiyle YTL’ye geçildi. 1 Ocak 2009 tarihinde ise paradaki “yeni” ibaresi kaldırılarak yeniden TL’ye dönüldü.

1 Ocak 2005’ten günümüze; paradan altı sıfır atılalı tam on üç buçuk yıl geçmiş. Bazı vatandaşlar alışkanlıklarını değiştiremediler, hala o bol sıfırlı paraya göre konuşuyorlar; olabilir, normaldir.

Ama ya siyasiler? Herhangi bir sayıyı küçük göstermek istediklerinde yeni paraya göre, aynı sayıyı büyük göstermek istediklerinde bol sıfırlı paraya göre konuşmak... Çok bayat bir taktik değil mi bu artık?

Aracın kasko değerine göre trafik cezası

Haberin doğru olduğunu kabul ediyoruz. Finlandiya’ya bağlı otonom bir yapıya sahip Aland adasında 50 kilometre hız sınırı olan bir yolda 71 kilometre hızla giden işadamına 63 bin 240 euro ceza kesilmiş.

Ceza çok yüksek; ama bu adada trafik cezası sürücünün yılda ödediği gelir vergisi üstünden hesaplanıyormuş. Yani aynı suça farklı ceza uygulanabiliyormuş.

İlk bakışta eşitlik ilkesine aykırı gibi görünebilir. Acaba öyle mi? Bizde vergiyi esas almak pek mümkün değil de hız sınırını aşmak gibi belli ihlallerde acaba araçların kasko değerine endekslenmiş bir ceza olsa nasıl olurdu? Düşünmek gerek.

Örneğin 50 bin lira değerindeki bir aracın sürücüsüne de, 500 bin liralık bir araca sahip sürücüye de hız sınırını yüzde 30’dan fazla aştığında 488 lira ceza kesiliyor. Para cezasının caydırıcı olmadığı görülünce ceza puanı uygulaması getirilmişti, o da pek işe yaramadı. Acaba kasko değerinin örneğin yüzde 1’i kadar ceza uygulansa, yani 50 bin lira değerindeki araca 500 lira, 500 bin lira değerindeki araca 5 bin lira ceza kesilse, nasıl olur?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar