YAZARLAR

AKP liberalizmi, laiklik, feminizm

Yolsuzluk hırsızlık sayılmaz, kamu kurumuna ödenen konut fiyatının giderek yüksek oranlı ödeme gerektirmesi faiz sayılmaz gibi fetvalarla İslam, akçeli işlerde giderek devlet çıkarı için esneyen bir dine dönüştü. Diğer yandan bu çarpıklığı gizlemek için daraltılmış anlamıyla ahlak kavramı, giderek katılaşan ahlaki mutlakiyetçiliğe evrilmeye çalışıldı. Ve tabi ki kadınların ve muhaliflerin ensesinde boza pişirme aracı ahlaki mutlakiyetçiliğe.

Neoliberal dogmaların oluşturduğu “iktisat dini” egemen dünyaya. Tanrısı para olan yeni dinin uzağına düşemiyor bilindik dinlerin hiçbirisi. Tarikatların holdingleşmesiyle Müslümanlar arasında da bu yeni dinin yaygınlaştığını açıkça görebiliyoruz.

Rant ekonomisiyle yönetilen Türkiye’de nepotizmin (kayırmacılık) usul oluşuyla birlikte düşünürsek AKP iktidarını sürdürülebilir kılan beş on aile ve onların müntesip olduğu farklı tarikatların kamu kaynaklarıyla zenginleşmesi şaşırtıcı gelmiyor tabi. Paraya tapan neoliberal dinin ülkemizde ve dindarlar arasında kök salmasını kolaylaştıracak yönetim anlayışı zaten elde hazırdı, uygulanıyordu. Bizde öteden beri rant dağıtma imtiyazı işlevi gören hükümet etme hakkı, dindarların eline geçince vaatlerinin aksine değişen tek şey kamu kaynaklarının akış yönü oldu. Neoliberal dine intisap ettikten sonra para ve iktidar put edinildiği halde hala “ahlaki üstünlük bizde” söylemini sürdürebilmenin tek yolu indirgemeci ahlak anlayışına yönelmekti. Öyle de yaptılar. Ahlakın sadece iki ögesi kaldı paraya ve iktidara tapan Müslümanlar nezdinde. Biri devlet biri kadın olan bu iki öge belirliyor artık ahlakın neyliğini, bu ülkede.

İtibardan değil ama iş güvenliğinden tasarruf edilerek zenginleşen dindar sermayenin semirtilmesi için iş cinayetlerine göz yumulması ahlaksızlık değil örneğin. Ancak Çorlu tren kazasında kamunun ihmal ve kusuruyla öldürülenler adına adalet arayanlar ya da eril şiddetle mücadele mekanizmalarının uygulanması talebinde bulunanlar ahlaksız veya aile düşmanı olarak etiketleniyor. Adalet rant yaratmadığından olsa gerek yeni havaalanı inşaatında insanca yaşam koşulları ve ücretlerinin zamanında ödenmesi için harekete geçen işçiler bile devlet düşmanı, hain ilan edilmişti, indirgemeci ahlak anlayışıyla. Adalet arayana hain deme ahlaksızlığı, ahlaksızlık sayılmadığından ötürü.

Devletin ekonomi modeli ve devletin din politikası birbirini besleyerek o dini, İslam olmaktan çıkaralı çok oldu kısacası. Yolsuzluk hırsızlık sayılmaz, kamu kurumuna ödenen konut fiyatının giderek yüksek oranlı ödeme gerektirmesi faiz sayılmaz gibi fetvalarla İslam, akçeli işlerde giderek devlet çıkarı için esneyen bir dine dönüştü. Diğer yandan bu çarpıklığı gizlemek için daraltılmış anlamıyla ahlak kavramı, giderek katılaşan ahlaki mutlakiyetçiliğe evrilmeye çalışıldı. Ve tabi ki kadınların ve muhaliflerin ensesinde boza pişirme aracı ahlaki mutlakiyetçiliğe.

Dinlerin devrimci özünü tahrip eden öğretiye dönüşme aşamasıyla dogma halini alışı dünyanın en eski sorunlarından. İnsanı, toplumu hareketsiz bırakan, cendereye dönüşmüş dogmatizmle mücadelenin yolu sekülerizmle açılmıştı. Vaktiyle sadece din kurallarını devlet yönetiminden uzaklaştırma işleviyle tanıdığımız laiklik, bugün çok daha farklı bağlamlarda konuşuluyor. Örneğin laik devletlerin bireylere inanmama özgürlüğü getirdiği kadar dinlere, inançlara da özgürlük getirdiği üzerinde duruluyor. 19’uncu yüzyıldan günümüze değişen uygulamalar gösterdi ki inanç ve ibadet özgürlüğü de laik sistemle mümkün. Devlet otoritesi gibi din otoritesi karşısında da özgürleşmenin getirisi dinin devrimci özüne ulaşma kolaylığıydı. Ruhban sınıfını aradan çıkarma imkanı sunarak inananları özgürleştirdi laiklik. Kimse İslam’da ruhban sınıfı yok demesin. Mezhepler, tarikatlar ve Cumhuriyet döneminde Diyanet, ruhban sınıfı işlevi gördü daima. İslamın Şia kolunda ise İmamet ve sosyal sınıf halini almış mollalar toplumun ruhban sınıfını teşkil etti öteden beri.

Bizdeki yarım yamalak laiklik ve aynı kıvamda demokrasi bahşeden siyasal sistem bile dindarlara, ruhban sınıfının uzağında dini yaşam imkanı sunmuştu. AKP iktidarıyla birlikte dindarın, ruhbana bağımlılığının arttığı söylenebilir.

Ne var ki toplum da on yedi yıl önceki gibi değil. Zamanın akış hızıyla doğru orantılı değişiyor bireyin düşünce dünyası. Kabul edilebilir ölçülerdeki kuşak çatışması olağanın dışına taşıyor toplumumuzda. Gençlerin değişimi ailelerine kıyasla dramatik farklılaşmalar yaratıyor. Keza kadınlar da aynı şekilde. Medeni Kanun'la kazanılmış haklarından vazgeçmeyi düşünecek tek bir AKP’li kadın dahi bulunacağını sanmıyorum. Üstüne bir de muhalifleri eklersek dindar camiadaki değişimin gençler, kadınlar ve hak savunucuları eliyle gerçekleşmekte olduğu görülür. Laiklik vasıtasıyla ve ruhbanlar aleyhine yaşanan değişim, elbette ki dogmaları parçalamayı hedefliyor.

Yeni boyutlarıyla laiklik, iktisat dininin dogmalarını da aynı yöntemle aşındırma gücüne sahip olabilir. Kapitalizmin getirisi ve neoliberalizmin günümüze taşıdığı zenginleşme biçimiyle insanın köleleştiği düzene itiraz için de laiklik ilham verici olabilir. Dini dogmaların sorgulanma yöntemi, iktisadi dogmaların sorgulanması için de elverişli olacaktır.

Öyle zannediyorum ki başka bir siyaset ve başka bir ekonomik model arayışı için laiklik kadar feminizm de insanlığın yeni reçeteleri arasına girmeye aday. İkisi de hukuki eşitliğin gerçek hayatta karşılık bulmasını hedeflerken izledikleri yolda farklılıklar var laiklik ile feminizm arasında. Hele ataerkillik ile dini dogmaların ne denli özdeşleştiğini düşünürsek. Laiklik dini, devlet alanından uzaklaştırma, ayırma, dışlama şeklinde çalışıyor. Feminizm ise ataerkiyi yıkmak için kurulu düzene karşı oyunbozan rolü üstleniyor. Kurulu düzene ilişkin var olan bilgiyi yapı söküm ve yeniden inşa yöntemleriyle toplumsal düzeni bir taraftan bozarken aynı anda yeniden kuruyor.

Hem dünyada hem ülkemizde geçirdiği değişimle laiklik artık aşkın olana inancı dışlamakla izah edilemeyecek hale büründü. Tersine farklı inançların bir arada yaşamasını mümkün kılan ortak zemine dönüştü. Ve bu haliyle her biri diğerini tekfir etmekle meşgul tarikat ve cemaatlerden bağımsız dindar yaşamı mümkün kıldı tıpkı din dışı yaşamı mümkün kılma özelliğine sahip olduğu gibi.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.