AİHM ifade özgürlüğü ile ilgili önemli bir karar verdi: Ali Gürbüz v. Türkiye - 52497/08, 6741/12, 7110/12 vd.

Başvurucu hakkında, yasadışı örgütlerin yönetici ve üyeleri tarafından yapılan açıklamalara sahip olduğu gazetede yer vermesi sebebiyle Haziran 2004 ve Nisan 2006 arasında 7 adet ceza davası açılmıştır. Başvurucu 7 sene süren 7 ceza yargılaması sonucu 7 kere para cezası ödemeye mahkûm edilmiştir. Başvurucu Anayasa Mahkemesi’nin gazete sahiplerinin cezai sorumluluğu olmadığı yönünde kanunda yaptığı değişikliğin (AYM kararı, E. 2006/121, K. 2009/90, kt. 18.6.2009) ardından başvurucu beraat etmiştir.

AİHM, Bakanlar Komitesi'nin Üye Devletlere gazeteciliğin korunması, gazetecilerin ve diğer medya mensuplarının güvenliğine ilişkin CM/Rec(2016)4 sayılı tavsiye kararına atıf yapmıştır: “İfade özgürlüğü hakkına müdahalenin korkuya yol açması, bunun otosansüre, nihayetinde de kamuoyu tartışmalarının kısırlaşmasına neden olması durumunda ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etki meydana gelir ve bu da bir bütün olarak toplumun zararınadır. Dolayısıyla Devlet yetkililerinin, kişileri kamuoyu tartışmalarına katılmaktan caydıran önlemler ve yaptırımlar uygulamaktan kaçınması gerekir (§§33). Mevzuat ve pratikteki uygulaması, ifade özgürlüğü ve kamuoyu tartışmalarında caydırıcı etkiye yol açabilir. Cezai yaptırımlar şeklini alan müdahalelerin caydırıcı etkisi, hukuk yaptırımlarına göre daha şiddetlidir. Devlet makamlarının hâkim konumları nedeniyle yetkililerin ceza yargılamasına başvurmakta aceleci davranmamaları şarttır. İfade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etki, sadece ölçülü olsun olmasın yaptırımlardan değil, beraatla sonuçlansa dahi yaptırım korkusundan bile ortaya çıkabilir zira bu korku kişinin ileride benzer açıklamalar yapmasına engel olabilecektir (§§34)”.

AİHM, tekrarlanan ceza davalarının söz konusu basın çalışanlarını sansürleme, böylece kamusal tartışmanın da bir parçası olan görüşleri yayma kabiliyetlerini sınırlama etkisi ortaya çıkarabileceğini belirtmiştir.

AİHM, olaydaki müdahalenin yasal bir dayanağı olduğu ve meşru bir amaç (ülke bütünlüğü ve ulusal güvenliğin korunması) güttüğünü belirtse de başvurucuya karşı ciddi suç isnatları ile uzun süre devam eden çok sayıda ceza davası açılmasının baskın bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanmadığına, izlenen meşru amaç ile orantılı olmadığına, dolayısıyla demokratik bir toplumda gerekli olarak değerlendirilemeyeceğine; sonuç olarak ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

Genel olarak, ifade özgürlüğü konusunda basına herhangi bir bireyden daha geniş bir koruma tanınmıştır. Bunun sebebi basının “kamunun bekçi köpeği” rolünü üstlenmesidir. Basının görevi, bir toplumda ve dünyada olan gelişmeleri, hükümetlerin, şirketlerin, nüfuzlu bireylerin işleyişlerini halka aktarmak olduğundan, basın çok çeşitli konuları tartışmak durumunda olup daha güçlü bir korumaya ihtiyaç duymaktadır.

Bu konuda AİHM’nin Jersild kararı emsal niteliktedir. Bu dava Danimarka’daki ırkçı “Yeşil Ceketliler” adlı bir topluluk ile gerçekleştirdiği röportajı yayımlayan bir gazeteciye ilişkindir. Başvurucu, Yeşil Ceketliler’i ırkçı görüşlerini beyan etmeye teşvik etmesi ve bunları dengeleyecek herhangi bir karşı görüş olmaksızın yayımlaması nedeniyle suçlu bulunmuştur. Mahkeme, Yeşil Ceketler’in ırkçı ve nefret söylemlerinin ifade özgürlüğünün korumasından faydalanamayacağını, ancak gazetecinin başkaları tarafından açıklanan görüşleri topluma ilettiği için cezalandırılmaması gerektiğini ifade etmiştir. AİHM, “Düzenlenip düzenlenmediği fark etmeksizin gerçekleştirilen röportajlara dayanarak yapılan haber muhabirliği, basının hayati önemdeki ‘kamunun bekçi köpeği’ rolünü oynayabilmesi için en önemli yöntemlerden biridir” demek suretiyle basının ifade özgürlüğünün kamu yararına katkısını vurgulamıştır (AİHM, Jersild v. Danimarka, Başvuru No. 15890/89, §§35).

AİHM pek çok kararında olduğu gibi, Sürek kararında da, “Basının, şiddet tehdidi karşısında milli güvenlik veya ülke bütünlüğünün korunması veya asayişsizlik veya suçun engellenmesi amacıyla konmuş olan sınırlamaları aşmaması kaydıyla, bölücü olanlar da dahil olmak üzere, görüş ve siyasi hususlarda bilgi vermesi bir zorunluluktur. Basının, anılan bilgileri ve fikirleri bildirme zorunluluğunun yanı sıra, halkın da bunları almaya hakkı vardır. Basın özgürlüğü, kamuoyuna siyasi liderlerin fikir ve tutumlarının keşfedilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağlamaktadır” diyerek basının görevlerini, basın özgürlüğünün kapsamının herkesin hoşuna giden bilgileri aktarmakla sınırlı olmadığı ve basın özgürlüğünün önemi vurgulamıştır (AİHM, Sürek v. Türkiye, (No: 1) Başvuru No. 26682/95).

AİHS m. 10 uyarınca “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar”. Yani, ifade özgürlüğü yalnızca kişilerin kendi düşüncelerini açıklayabilmesi ile ilgili değildir. İfade özgürlüğü ile korunan ayrıca başkalarının görüşlerini öğrenebilme, var olan bilgiye ulaşabilme imkanıdır. Toplumun süjeleri arasındaki bu bilgi alışverişi, bireylerin düşüncelerinin gelişmesi için olmazsa olmazdır. Kişilerin fikirlerinin oluşmasına sağladığı katkı dolayısıyla ifade özgürlüğü, katılımcı bir demokrasinin yapı taşıdır. Dolayısıyla basının bireylere özgürce bilgi aktaramadığı bir ortamda ne ifade özgürlüğünden ne de demokrasiden bahsedilebilecektir.