Geçtiğimiz hafta içinde birbiri ardına afetler yaşadık. Elazığ ve çevresinde yaşanan deprem, Van’da çığ düşmesi ve en son Sabiha Gökçen’de iniş sonrası yaşanan uçak kazası, hem devlet kurumlarında hem onun dışındaki birçok yapı ve kurumda afetlerle baş etme açısından işlerin iyi gitmediğini bir kez daha gösterdi.

Ara sıra buradan hatırlatıyorum. Toplumsal yaşam üç biçimde düzenlenir. Merkezinde devletin durduğu hiyerarşi, emir-komuta mekanizmasını işe koşar, kurala ve emire uymazsanız, cezalandırılırsınız. Piyasa fiyat mekanizmasıyla çalışır; piyasadaki diğer güçlerle yarışamazsanız, fiyat mekanizması sizi oyun dışı bırakır. Topluluklar ise güven esaslı yatay düzenleme yaparlar; birbirinize güvenir yaslanırsanız, güveni sarsarsanız oyun dışı kalırsınız!

Felaketlerin diğer toplumsal müdahale alanlarından temel bir farklılığı var. Felaketler tıpkı savaşlar gibi merkeziyetçi ve hiyerarşik bir müdahale anlayışını doğası gereği öne çıkarır. Kurtarmanın bir hız sorununa dönüştüğü yerde merkeziyetçi bir müdahale ve koordinasyon biçimi elzem hale gelir. O nedenle hiyerarşik bir düzenleme biçimi olmadan başarılı müdahale mümkün değildir. Bu gerçekliği daha öncesinden değilse, en azından 1999 Marmara Depremi’nden bu yana farkındayız. Eğer yeniden ve acı biçimde hatırlamak gerekiyorsa, işte orada Van’da 5 kişiyi kurtarmak isterken kurtarma ekibinde yer alan 36 kişinin çığ altında yaşamını yitirilmesi bilgiyle donatılmış merkeziyetçi müdahale anlayışının gerekliliğini yüzlere çarpıyor.
Afetler alanın çarpıcı bir başka özelliği ise bir düzenleme aracı olarak piyasanın doğrudan yer almakta zorlandığı nadir alanlardan biri olmasıdır. Piyasanın asıl mahareti, afetlerin hazırlayan ana güç olmasıdır. Uçak kazası tartışılırken, ne derece doğru bilinmiyoruz ama havayolunun piyasa baskısı altında pilotları inilmeyecek durumlarda inişe zorladığı yönündeki spekülasyonlar yeterince sarsıcı değil mi? Dahası piyasa güçleri affet sonrasındaki yeniden yapılanmaları da kendi mantığına uydurmayı bugüne kadar maharetli biçimde başarmıştır. Ancak benim piyasa güçlerinin afetlere yönelik etkisi konusunda asıl vurgulamak istediğim boyut, diğer iki düzenleyici gücü kendi mantığına uydurma konusundaki yeteneğidir. Bu konudaki klasik örnek depreme dayanıksız yapıların, haddini aşan imar haklarının gerisinde, kamu otoritesini de baştan çıkaran piyasa güçlerinin varlığıdır.

Ancak bu yazıyı kaleme alma nedenim, sosyal medyanın da tetiklediği bir başka olumsuzluğa dikkat çekmek. Özellikle muhalif belediyeler Elazığ Depremi sırasında ciddi bir performans sergilediler. İktidarın alternatifi olmak açısından bu performans oldukça önemli etki yaptı. Ne var ki, bölgeye yardım ve kurtarma ekibi gönderen belediyelerin sosyal medya aracılığıyla yaptıklarını görünür hale getirme çabalarının bıçak sırtı bir uğraş olduğunu da görmek gerekiyor. Hiyerarşi ile yatay örgütlenme arası bir yerde konumlanmaya çalışan belediyelerin, sosyal medyada bir anda piyasanın yarışan güçlerine benzer görüntüler vermeye başladıklarını farkına varmaları gerekiyor! Afet yerleri dayanışmanın mekanı olduğu ölçüde bu tür görünürlükler bir noktadan sonra bir samimiyet soruna dönüşmeye başlıyor. Sadece yardım konusunda değil, sosyal medyanın kullanımı konusunda da yarışmacılığın dışına çıkan bir başka modele ihtiyaç var! Bu alanda verilen görüntünün güven tesisi açısıdan sıkıntı kaynağı haline gelmemesi gerekiyor.

Madem gerçek dayanışmacılıktan söz ettik, o zaman ne piyasanın ne de hiyeraşinin bulandırmadığı bir başka dayanışma için çağrı yapalım. BirGün Gazetesi o katıksız duruşun bir temsilcisi olarak ayakta duracaksa, dayanışmayla duracak. Şimdi BirGün’e üye/abone olma zamanı hem de göstere göstere…