Rahip tamam ama kriz tehlikesi devam

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Önceki iki ayın başlarındaki yazılarımın başlıklarına bakıyorum da bulunduğumuz durumu çok iyi özetliyor: Gerçekten de ağustos başında “yumuşak iniş için vakit azalıyor”du, eylül başında da artık “gecikmenin yararı yok, zararı ise çok”tu. Nasıl piyasa kurallarına uyup faizleri arttırmayı eylül başına kadar geciktirdiysek, ya da yeni program açıklamasını beklendiği gibi seçimlerin hemen ertesinde değil de ancak eylül sonunda yaptıysak, döviz krizine yol açan onca kırılganlığın üstüne finans piyasalarının merkezi durumundaki ABD ile zaten jeopolitik nedenlerle hassas olan ilişkilerimizi daha da geren rahip krizi de nihayet geçen hafta sonuçlanabildi. Ne var ki, aylardır ekonomide başka sorunlarımız yokmuş gibi döviz krizini hep bu rahibin tutukluluğundan doğan gerginliğe bağladığımız için olsa gerek, tahliye kararından sonra döviz kurundaki gevşemenin beklenen ölçüde olmayışına şaşırdık bu defa da. Oysa belli ki son zamanlarda yetkililerin karşılıklı yumuşayan demeçleri piyasalarda ABD ile rahip gerginliğinin kısa zamanda sonuçlanacağı beklentisi yaratmış, döviz fiyatlarındaki aşağı yönlü seyir bundan kaynaklanmıştı. Yani döviz fiyatında siyasi gerginliğe atfedilebilecek köpüğün büyük kısmı zaten alınmıştı. Anlaşılan yaz başında döviz yükselişe geçtiğinde iş dünyasından dostlarımla sohbetlerimizde tahvil faizlerinden ve ülkeler arası enflasyon farklarından hareketle spekülatif köpük giderildiğinde dolar kurunun 5.50 dolayında bir düzeyde olması gerektiği yolundaki öngörümüz isabetli. Yeni bir çatışma yaratılmadıkça kurun en fazla bu düzeye kadar inmesi muhtemel. Ondan ötesi mi? Cevabı aşağıda.

Kırılganlıkta istikrar ve stagflasyon riski

Öteden beri yazıp duruyoruz, ekonomide kriz potansiyeli açık risklere ve kırılganlıklara karşı izlenen (daha da çok izlenmeyen) politikalarla yıllardan beri birikmiş durumda. Başta ekonominin yapısal ve kronik bir zaafı olan cari açık ve kolay geldiği için uzun süre sadece politikacıların değil bütün ekonomi aktörlerinin tercih ettiği dışa bağımlı büyüme modeli içinde dış borçla düşük katma değerli üretimini sürdüren reel kesimin durumu olmak üzere kırılganlık doğuran ve giderek bunu pekiştiren bir dizi faktör söz konusu. Bunlara sık aralıklarla gündeme gelen seçim ortamı nedeniyle ne pahasına olursa olsun büyüme önceliğinden fedakarlık etmek istemeyen siyasal liderliğin ekonomiyi canlı tutmak amacıyla vergi indirimleri, teşvikler ve KGF kredileriyle zaten yükselmiş olan enflasyonu körüklemesi eklenince uzun zamandır uluslararası kurumların radarında olan kırılganlık listesinde tepeye tırmandık. Üstelik faizleri arttırmamak yolundaki ısrarımız sürdükçe Türkiye’ye borç veren ya da kısa vadeli olarak Türk varlıklarına yatırım yapan küresel finans kuruluşlarının ve portföy yatırımcılarının kaygıları da arttı. Seçim ertesinde yeni ekonomik programın gecikmesi yanında ABD ile rahip konusundaki gerilimin yükselmesi yatırımcıların kararlarını hızlandırmasını ve döviz şokunu tetikledi.

Şimdi rahip krizi geride kalmış görünüyor ama kriz potansiyelini oluşturan asıl kırılganlık unsurları olduğu yerde duruyor. Üstelik yumuşak iniş treni de bir ölçüde kaçırılmış, daha kötüsü kendiliğinden oluşan yavaşlamaya hızla yükselen enflasyonun eşlik etmesi nedeniyle stagflasyon riski ortaya çıkmış durumda. TÜİK verilerine göre eylül gerçekleşmesiyle yıllık bazda %24.5’a ulaşan TÜFE ve %46.2’ye ulaşan ÜFE, hele üretici fiyatları bir süre sonra tüketici fiyatlarına yansımakta olduğundan, alarm niteliğinde. Hele bu oranın petrol fiyatlarındaki artışla enerji sektöründe %78’e, ara mallarda %52’ye varması telaşlandırıcı. Dolayısıyla rahip sorununun bitişiyle ve YEP uygulamasıyla gevşeyecek döviz kurunun bu defa da yüksek enflasyon baskısı altında kalması söz konusu olabilir. Kaldı ki YEP’in başarısı ve soru işareti yaratan bazı hedeflerinin gerçekleşmesi de zamları ve vergi artışlarını zorunlu kıldığından enflasyonun düşürülmesi kolay olmayacaktır. Programın temel amacı olan kontrollü yavaşlama da, kamu harcamalarında/yatırımlarında frene basmayı ve kredi hacmini sınırlamayı gerektiriyor. Nitekim 2017 Mayıs’ında %37 artan özel bankaların kredi hacminin geçtiğimiz hafta %12, toplam kredi hacminin ise %5.2 daralması bunun işareti.

Kuyumcu titizliği gerekli

Ayrıca YEP’in temkinli yaklaşımına rağmen %2.3 olarak belirlediği 2019 büyümesi konusunda daha önce OECD’nin %0.5 olarak öngördüğü kötümser beklentiye İMF’nin bu ay yayınladığı “dünya ekonomik görünüm raporu” ile % 0.4 ile katılması dikkat çekici. İMF, maliye politikasında da kamu özel ortaklıklarında hazine garantisinin de sınırlanması gereğini vurguluyor. Bana asıl çarpıcı gelen tahmin ise cari açığın milli gelire oranı ile ilgili olarak bu yıl sonunda YEP’in öngördüğü %4.7'nin üzerine çıkıp %5.7 bekleyen İMF’nin 2019 için YEP’in %3.3’lük oranının çok altında %1.4 gibi bir gerileme öngörmesi. Böyle bir gerileme, üretim yapısı bugünden yarına değişmeyeceği için, ancak ekonomik faaliyette durgunluğa varan bir yavaşlama ile açıklanabilir. Belli ki uluslararası kuruluşlar (Fitch ratings’in Eylül raporu da aynı doğrultuda), yönetimin politika çerçevesini enflasyonun ulusal para üzerindeki baskısı ve durgunluk riskleriyle baş etme yönünden yeterli netlikte görmüyor.

Ekonomi yönetiminin YEP’te “dengelenme” diye tanımladığı kontrollü yavaşlamayı, durgunluk (resesyon riskine yol açmadan başarması, para, maliye ve finansal istikrar bileşenlerini içeren geniş bir politika setini bir kuyumcu titizliğiyle yürütmesine bağlı görünüyor.

Aksi halde büyümedeki kaçınılmaz düşüş ve daralma, ülkenin yakın gelecekte ilk 20 ekonomi listesinden çıkmasına ve alt-orta gelirli ülkeler ligine yaklaşmasına yol açabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019