Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği m.1/1-a’da; “Toplam cezaları on yıldan az olanlar bir ayını, on yıl ve yukarı olanlar ise onda birini kurumlarda infaz edip, iyi halli olan ve koşullu salıverilme tarihine yedi yıl veya daha az süre kalanlar, …” açık ceza infaz kurumlarına ayrılabilecek hükümlüler arasında sayılmıştır.

Uygulamada ve Yargıtay içtihadında; infaz edilecek toplam 10 yıl veya daha fazla hapis cezası bulunan hükümlülerin açık ceza infaz kurumuna ayrılması için aranan “onda birinin kapalı cezaevinde infaz edilmesi” şartının, hükümlünün koşullu salıverilmesi için ceza infaz kurumlarında infaz edilmesi gereken süre yerine toplam hapis cezasının süresi dikkate alınarak hesaplandığı, bir başka ifadeyle hükümlünün fiilen ceza infaz kurumlarında infaz edilecek sürenin 1/10’unun değil, hükmedilen toplam hapis cezasının 1/10’unun kapalı kurumlarda infaz edilmesi gerektiği kabul edilmektedir.

Örneğin Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 20.11.2013 tarihli, 2013/20450 E. ve 2013/17234 K. sayılı kararında; 4 yıl 6 ay hapis cezası bulunan hükümlünün açık ceza infaz kurumuna ayrılabilmesi için, Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği m.1/1-a’nın karar tarihinde yürürlükte bulunan hükmüne göre “Toplam cezalarının beşte birini kapalı kurumlarda iyi halli olarak geçiren ve koşullu salıverilme tarihine altı yıl veya daha az süre kalanlar,…” şartını sağlaması gerektiği ifade edilmiş, hükümlünün cezasının 1/5’i olan 328 günü kapalı ceza infaz kurumunda geçirmesi gerektiğine karar verilmiş olup, hükümlü hakkında verilen toplam 4 yıl 6 ay hapis cezasının 1/5’inin kapalı kurumda infaz edilmesi gerektiği görüşünün benimsendiği anlaşılmaktadır.

Yargıtay’ın bu kararı Yönetmelik m.1/1-a’da 22.08.2015 tarihinde yapılan değişiklikten önce verilmiş olsa da; maddenin bu tarihe kadar yürürlükte olan şeklinde “hükümlünün toplam cezasının 1/5’inin infaz edilmesi” şartının öngörüldüğü, yapılan değişiklikte ise bu sürelerin cezası 10 yıldan az ve yukarı olanlar yönünden ayrıştırıldığı, 10 yıl ve daha fazla hapis cezası alanlar için kapalı kurumda infaz oranının 1/10 olarak iyileştirildiği, ayrıca yeni hükümde, eski madde metninde olduğu gibi açıkça “toplam cezalarının 1/10’u” ibaresine yer verilmediği görülmektedir.

Uygulamada ise; 22.08.2015 tarihli değişiklikle, Yönetmelik m.1/1-a’nın önceki halinin sadece oranlar ve süreler yönünden değiştirildiği, yeni hükmün bunun dışında bir değişiklik içermediği, kaldı ki “Toplam cezaları…” ibaresine hükmün başında yer verildiği, ayrıca hükmün devamında “toplam cezasının onda birini kurumlarda infaz edip” şeklinde bir ibareye yer verilmesinin gerekli olmadığı, bu sebeple yapılacak hesaplamalarda yine toplam hapis cezası süresinin dikkate alınacağı kabul edilmektedir.

Görüleceği üzere uygulamada; hükümlü aleyhine yorum yapılarak, kapalı ceza infaz kurumunda geçirilecek sürenin hesaplanmasında, hükümlünün cezaevinde fiilen bulunacağı süreyi değil, hükmedilen toplam hapis cezası olarak dikkate alınmaktadır. İlk bakışta uygulamanın Yönetmeliğin lafzına uygun gördüğü bu yorum, esas itibariyle aşağıda yer verdiğimiz sebeplerle hukuka aykırıdır ve kişi hürriyetini ihlal etmektedir.

Kanaatimizce; yasal düzenlemede açıkça aksi öngörülmediği sürece, hükümlü aleyhine uygulama yapılmaması gerekir. Şu an yürürlükte olan haliyle Yönetmelik m.1/1-a; “1/10 oranında infaz” şartının koşullu salıverilme süresi, yani fiilen ceza infaz kurumunda geçirilecek süre yerine toplam hapis cezası süresi üzerinden hesaplanmasına elverişli olmayıp, hükümlünün kapalı ceza infaz kurumunda daha fazla süre kalmasını tümü ile meşru kılacak açıklığa ve netliğe sahip değildir. Bununla birlikte; bir an için Yönetmeliğin bu yönde açık bir hüküm içerdiği varsayılsa bile, örneğin “mahsup” müessesesini düzenleyen Türk Ceza Kanunu m.63’de “Hüküm kesinleşmeden önce gerçekleşen ve şahsi hürriyeti sınırlama sonucunu doğuran bütün haller nedeniyle geçirilmiş süreler, hükmolunan hapis cezasından indirilir.” denilmesine rağmen, mahsubun toplam hapis cezası süresinden yapılmayıp, önce koşullu salıverilme süresinin hesaplandığı ve elde edilen bu süreden mahsup yapılarak hükümlü lehine uygulama yapıldığı görülmektedir. Görüşümüze göre; açık ceza infaz kurumlarına ayrılma için infaz edilecek 1/10 oranında cezanın hesaplanmasında da TCK m.63’ün uygulaması ile aynı usul benimsenmeli, bu konuda yaşanan tereddütleri gidermek amacıyla Yönetmelik hükmünde değişiklik yapılmalıdır.

İnfaz Kanununda yapılacak değişiklikte; geçmiş tecrübeleri de dikkate alarak, yasal düzenlemelerin uygulamada tereddüde sebep olmayacak açıklık ve netlikte, “kanunilik” ilkesine uygun şekilde kaleme alınması gerekir. Aksi halde, yani yeni bir yasal düzenlemenin yeterli açıklığı içermediği durumlarda, bu yasal düzenlemeyi uygulayacak yargı mercileri tereddüt yaşayabilmekte ve cezanın infazında hükümlü aleyhine kararlar verilebilmektedir. Cezaların infazında hükümlü aleyhine verilen hatalı kararların olumsuz neticelerinin giderilmesi ise; ancak yargı merciinin kararına karşı kanun yararına bozma yoluna gidilmesi gibi yöntemlerle mümkün olduğundan, hükümlünün yaşadığı mağduriyetin uzun sürmesine yol açmaktadır.

Anladığımız kadarıyla; bir cezasızlık ve kapalı ceza infaz kurumunda hükümlünün gerektiği kadar kalmaması kaygısı yaşanmakta, hükmedilen ceza süresi uzun olsa da, bir şekilde hapis cezasına alternatif müesseseler yoluyla cezadan beklenen sonuçlara ulaşılamama endişesi dile getirilmekte, bu nedenle de denetimli serbestliğe ayrılmada, açık ceza infaz kurumuna geçmede ve kapalı ceza infaz kurumunda geçirilecek sürede aleyhe yorum ve değerlendirmelerde bulunulabilmektedir.

Esasen suç ve ceza siyaseti eksikliği ile sürekli kanun değiştirme, kişiye, duruma ve olaya göre kanun çıkarıp uygulama kültürü bozukluğundan kaynaklanan bu gibi durumlarda, yargı mercilerinin kanun koyucu yerine hareket etmemelidir. Doğru olan, “kuvvetler ayrılığı” ilkesine uygun hareket edilmesidir.

Gündeme gelen İnfaz Kanunu değişikliği de, esas itibariyle Ceza Hukukunun fonksiyonu dışında suçun önlenememesi ve mahkumiyet kararlarına bağlı hapis cezalarının çokluğu nedeniyle ceza infaz kurumlarının doluluğundan kaynaklanmaktadır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin ceza infaz kurumları toplam kapasitesinin üstünde bir doluluğa ulaştığı gibi, bu doluluk Avrupa standartlarını geçmiştir. Hükümlülük, hapis cezası ve İnfaz Kanunu değişikliklerine ilişkin sorumluluğu; sadece cumhuriyet savcılarının, hakimlerin ve bir kısım kamu makamlarının üzerine bırakmak suretiyle çözüme ulaşılabilmesi de mümkün değildir. Mevcut şartlarda; İnfaz Kanunu değişikliğine gidilmesi, gerek cezaevlerinin doluluğuna çözüm bulunması ve gerekse etkin bir infaz sistemine sahip olabilmek için gerekli olup, ceza infaz sistemimizde arayışların sürdürülmesine ve yeniliklere ihtiyaç duyulduğu da şüphesizdir. Ancak asıl mesele; suçun önlenmesi, bu konuda Ceza Hukuku dışı metodların geliştirilmesi ve cezaevine giren suçluların uslandırılıp topluma kazandırılması, takibi ve toplumda meydana gelen cezasızlık algısı ile hukuk sistemine olan inanç kaybının bertaraf edilmesidir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer Berkün

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)